Faruk Bildirici
Televizyonlar ve haber sitelerindeki reklamları sayamadım ama basılı gazetelerdeki reklamlar, geçen yıla göre daha azdı. Bu yıl Aydınlık’ta 8, Akşam’da 8, Hürriyet’te 8, Posta’da 12, Sabah’ta 9, Milat 6, Milliyet’te 9, Türkiye’de 14, Türkgün 12, Yeni Akit’te 6 olmak üzere toplam 90 sayfa 15 Temmuz reklamı yayımlandı. Bu sayfa sayısı geçen yıl 118’di.
Üstelik Yeni Şafak geçen yıl üç fasikül halinde 144 sayfalık özel ek çıkarmıştı; özel ek bu yıl 94 sayfaya düştü. Hürriyet’in yayımladığı sekizinci yıl özel eki ise sadece 10 sayfaydı.
Reklamların azalmasındaki en büyük neden AKP’li belediyelerin azalması ve tasarruf genelgesi olsa gerek. Belediyeler ilan reklam veremeyince iktidar medyasına reklam verme yarışı, özel şirketler, vakıf üniversiteleri, kamu bankalarına kaldı. En ilginci de Demirören Holding’in kendi gazetelerinin yanısıra Sabah’a da tam sayfa 15 Temmuz reklamı vermesiydi.
Muhalif medyada BirGün’e hiç 15 Temmuz reklamı verilmezken Sözcü ve Karar’da yarım sayfa reklam yer aldı. Cumhuriyet’te ise geçen yıla göre artış söz konusuydu; bu yıl 2.5 sayfayı kaplayan tam altı reklam vardı.
Bu yıl, 15 Temmuz etkinliklerinin medyayı kapsayan bir boyutu da “15 Temmuz Cesaret Ödülü” verilmesiydi. 15 Temmuz Milli İrade Derneği Genel Başkanı ve AKP Genel Başkan Yardımcılarından Ali İnci, darbe girişimi sırasında Meclis’te olan bazı gazetecileri ödüllendirdi. Aradan sekiz yıl geçtikten sonra ödül verilen gazetecilerin nasıl seçildiği ise belirsiz.
Eşi görülmemiş bir gazetecilik ödülü bu. Zira gazetecilik, başarısı cesaret ile ölçülebilecek bir meslek değil. Gazeteciler o akşam habercilik için orada bulunuyorlardı. Kaldı ki, hangi arkadaşımızın “cesur” olduğuna da AKP yönetimi ya da bir siyasetçi karar veremez.
Bir zamanlar yaygın medya, hayvan sevgisine dair haber ve yazılarla dolup taşardı. Köpeklerin dostluğu, Japonya’da heykeli dikilen “Haçiko” gibi köpeklerin öyküsüyle beslenirdi.
İktidar medyası da üç yıl önce “Hayvanları koruma yasası”nda yeni düzenlemeleri destekliyordu. Ama son zamanlarda sokak köpeklerini düşmanlaştırıyor, hedef haline getiriyorlar. En kötüsü de öldürülmelerini meşrulaştırmak için gerekçe yaratmaya çalışıyorlar. Köpeklerin topluca öldürülmesini “ötanazi” ve “uyutma” gibi sözcüklerle basitleştiriyorlar.
Düşünsenize, Türkiye yazarı Atilla Yayla, “Hayvan hakları diye bir hak kategorisi yoktur” diye yazdı; hayvanseverleri “köpekperest” diye aşağılamaya çalıştı. Akşam, “köpek lobisi”, Yeni Akit “Pitbull kafalılar” diye yazıp duruyor; köpek saldırılarını öne çıkarıyor. Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, “köpek terörü” diyor, gazetesi de ne olduğu belirsiz bir “Masak raporu”nu günlerdir manşete çıkarıyor. TV’lerde sürekli köpek saldırısı ve köpeklerin karıştığı trafik kazası haberleri yapıyorlar; her vakayı günlerce bıkmadan usanmadan işliyorlar.
Meclis’teki komisyon görüşmelerini bile tek yanlı haber yapıyorlar; görüşmeleri kışkırtıcı dille aktarıyor, hayvanseverleri de saldırgan gösteriyorlar. Bu tutuma tepki gösteren hayvanseverler de sokaklarda, “Medya etik ol, tetikçi olma” diye slogan atıyorlar.
Kentlerde sayıları giderek artan sokak köpekleri sorunu olduğu ve bazen saldırdıkları doğru. Gazeteci olarak bu sorunu görmezden gelemeyiz. Elbette iki tarafı da dinlemeli, empati kurmalı ve çözüm için yol gösterici olmalıyız. AKP iktidarını, bu kadar önemsediği sorunun yükünü belediyelere bırakmaması için zorlayabiliriz ama çözüm, köpeklerin katledilmesi olamaz.
Gazetecilik, her zaman yaşam hakkından yanadır. Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde “Gazeteci, hayvanların yaşam haklarına saygı duymalıdır. Hayvanlarla ilgili haberleri insan odaklı yazmamalıdır” deniliyor. Bu ilkeye uygun davranmalı, sokak köpeklerinin yaşam hakkına da saygı göstermeliyiz. Gazeteci, her zaman sessizlerin sesi, güçsüzlerin gücüdür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağında seyahat eden gazetecilerin “otel faturaları”nı açıklama çağrıma ve Ertuğrul Özkök’ün eleştirisine iki yanıt geldi. İkisi de dolaylı, ikisi de olumsuz.
Ahmet Hakan, ABD gezisi sonrasında Hürriyet’teki köşesinde “Kişisel bir gezi notu” başlığı altında “otelde konaklama ve yedikleri yemeklerin ücretini kendilerinin ödediği”ni yinelemekle yetindi. “Yalanın, dezenformasyonun milli spor haline geldiği”ni söylemekten de geri durmadı.
Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu da “Erdoğan’ın yurtdışı seyahatlerini izleyen gazetecileri itibarsızlaştırma atağı”ndan yakındı. Sonra da lafı, uçakta Erdoğan’a yöneltilen sorulara getirdi:
“O soruları medya mensupları soruyor. Algı operasyonuna malzeme yapıldığı şekliyle kimse dikte etmiyor. Dileyen, öncelediği konuyu soruya dönüştürüyor. Ana soru çerçevesi İletişim Başkanlığı ekibinde toplanıyor. Sn. Cumhurbaşkanına (gerektiğinde kullanılmak üzere) arka plan notları hazırlanıyor. Elbette off the record anlatımlar da oluyor.”
Müderrisoğlu’na bu itirafı için teşekkür ederim. Zaten mesele de bu. Soruları önceden göndermek ve -kendisi söylememiş ama- İletişim Başkanlığı’nın deşifre edip düzeltip, ekleme çıkarma yaparak gönderdiği yanıtları aynen yayımlamanın savunulur bir tarafı yok.
Kaldı ki, uçaktaki söyleşiler ortada. Ne Erdoğan’ın ABD’den dönüşünü bekleyen emekli maaşlarını sorabilmişler, ne de Esad’ın “Türk askerinin Suriye’den çekilmesi” koşulunu anımsatabilmişler. Erdoğan, Washington’da, AKP’nin 5 milyon dolara satın aldığı binayı gezmiş, onu da atlamışlar.
Hepsini geçtim, memleketi tasarrufa davet eden Erdoğan’a dört uçakla ABD’ye gitmenin büyük israf olduğundan söz edememişler. Neden? Çünkü kendileri de o uçaklara bedavadan binerek o israfa katkıda bulunuyorlar.
“Boğaziçi Üniversitesi, Avrupa’nın en fazla ilerleme gösteren yükseköğretim kurumu”. Bu haberi Anadolu Ajansı geçti, üzerinde “Sponsorlu”, “Advertorial” gibi bir açıklama da yoktu. PR bülteni kokan haberin ilk cümlesi “üniversiteden yapılan açıklamaya göre” diye başlıyordu.
Böyle bir bülten editoryal süzgeçten geçirilip habere dönüştürülür; ya da en azından ücretli olduğu belirtilerek aboneler uyarılır. Nitekim aynı bülteni ANKA, “Advertorial” notuyla geçti. Tabii “Advertorial” metinlerde de yayın ilkelerine uymak zorunludur.
Bu bülten habere dönüştürülürken yazan gazetecinin sorması gereken ilk soru, bültende sözü edilen Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu QS’in sıralamasına Türkiye’den başka üniversitelerin girip girmediği olmalıydı. AA, böyle bir inceleme yapmamış, bülteni haber gibi aynen servise koymuş; bazı haber siteleri de aynen kullanmış.
Sadece “Sanayi Sitesi” adlı haber sitesi, bülteni editoryal süzgeçten geçirdi; QS’in araştırmasını inceleyip, “Avrupa’nın en iyi üniversiteleri belirlendi: 21 Türk üniversitesi ilk 500’e girmeyi başardı” haberi yaptı. Avrupa’daki en iyi üniversiteler sıralamasına ODTÜ’nün 114., İTÜ’nün 123., Koç Üniversitesi’nin 159., Boğaziçi Üniversitesi’nin ise 165. sıradan girdiği bilgisini verdi.
Bu durumda AA’nın, listede Türkiye’den ODTÜ, İTÜ ve Koç gibi üniversiteler varken, onlardan daha altta olan Boğaziçi Üniversitesi’ni sıralamada bir tek o varmış gibi yazması yanıltıcı. Habercilik, üniversite yönetiminin reklam/tanıtım faaliyetine aracı kılınmış.
Hem de Boğaziçi Üniversitesi gibi, siyasi iktidar gücüyle bilimsel özgürlüğü baskı altına alan, akademik kadronun itirazlarına kulak asmayan bir üniversite yönetiminin aracısı…
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.