DOLAR 20,2361 0.69%
EURO 21,7250 0.54%
ALTIN 1.257,270,06
Ankara
16°

HAFİF YAĞMUR

Korhan

Korhan

29 Mayıs 2023 Pazartesi

Evinde otursun, ne işi var dışarda? diye azarlanan Ali Bilen’in öyküsü: “Bu evrende biz de varız”

Evinde otursun, ne işi var dışarda? diye azarlanan Ali Bilen’in öyküsü: “Bu evrende biz de varız”
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Haber: Barış Dönmez – Van

Türkiye’de nüfusun önemli bir çoğunluğunu oluşturan, erişilebilir bir dünyada yaşamak isteyen görme engellilerin, hayat mücadelesi günden güne zorlaşıyor. Türkiye’de bu zorluklarla boğuşan binlerce görme engelliden sadece biri olan Ali Bilen, yaşadıklarını bizimle paylaştı. 

Hayatının bir mücadele alanı olduğunu söyleyen Bilen, evrenin kendileri için de var olduğunu ifade ederek gerek şehir içinde gerekse de kampüs içinde yaşadığı sorunların çok fazla olduğunu söyledi. Söz konusu görme engelliler olunca herkesin konuştuğunu söyleyen Bilen, artık görme engelli insanların konuşmasına sıra geldiğini kaydetti.

Herkes gibi görünmek istiyoruz

Hayatı boyunca her türlü zorlukla mücadele ettiğini söyleyen Bilen, toplumun engelli yurttaşlara karşı tutum ve davranış konusunda eksikleri olduğunu anlatırken kendisinin farklılığı ile değil, her insan gibi görünür olmak istediğini dile getirdi:

Ali Bilen

“Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde, Müzik öğretmenliği bölümünde son sınıf öğrencisiyim ve aynı zamanda, açıktan sosyoloji bölümü okuyorum. Farklı hedeflerim var. Ben öncelikle her insan gibi kendimi Ali olarak tanımlamak istiyorum. Görme engelli ya da başka biri olarak değil, her insan gibi görülmek istiyorum. Bir farklılığım var ama bu kimlik üzerinden ziyade, insanlara örnek olabilecek, insanlara rehber olabilecek biri gibi ön plana çıkmak istiyorum. Farklılığımla değil her zaman Ali olarak ya da öğretmen adayı Ali olarak tanınmak istiyorum.”

Sadece özel günlerde hatırlanmak…

Sadece özel günlerde hatırlandıklarını ifade eden Bilen, gündem engelliler olunca herkesin konuştuğunu, ama sözün asıl muhataplarına verilmediğini söyledi:

“Bizler medyada yeterince görünmüyoruz. Hep birileri çıkar bizim yerimize konuşur. Bizim yerimize karar alır. Bu bir halk bilimcisi olur, siyasetçi olur ya da akademisyen olur. Bizim sıkıntılarımızı bizden daha iyi kimse bilemez. Oysa biz kendi sorunlarımızı dile getirecek potansiyeldeyiz. Asıl bizimle muhatap olunmalıdır. Bizler kendi sorunlarımızı kendimiz dile getirmeliyiz. Basın bizimle daha çok iç içe olmalı. Dışardan bakan biri olarak basmasınlar, bizi yakından tanısınlar. Çalışmalarımızı yerinden takip etsinler. Sadece özel günlerde hatırlanmak istemiyoruz. Ülkede sadece 3 Aralık Dünya Engelliler gününde var oluyoruz, tanınıyoruz. Bizler her zaman varız. Sadece bir gün için var değiliz.”

Vergi muafiyeti şart

Eğitim hayatında karşılaştığı zorlukları dile getiren Bilen, özelikle materyal eksikliği yüzünden yaşanan güçlükleri aktardı;

 “Maddi anlamda çok sorunlar yaşadım. Benim gibi yüzlerce insan var. Bunun yanı sıra birçok başka sorun var.  Örneğin şehrin alt yapı eksikliği büyük bir sorun bizim açımızdan. Van büyükşehir olmasına rağmen bu alandaki eksiklikler giderilmiyor. Diğer metropoller bu anlamda biraz daha rahat. Bir sorunu çözmek istiyorsak sorunun merkezinden başlamak gerekiyor, örneğin vergi muafiyeti bizim açımızdan çok önemli. Bu muafiyet bize uygulanmadığı için materyal anlamında ciddi sorun yaşıyoruz. Aldığımız malzemeler genelde şehir dışından geliyor ve çok pahalı. Alacak durumumuz yok.  Çok insanın okuyamamasının nedeni bu eksiklikten kaynaklanıyor. Maddi durum bazen el vermiyor. Bunun bana fazlasıyla bir dezavantajı oldu. Mesela bizler her android telefonu kullanamıyoruz. Bizim kullandıklarımız daha çok üst modeller. Bazı telefonlarda bulunan ekran okuyucu dediğimiz uygulamalar sayesinde telefon kullanabiliyoruz. Bunlara erişebilmek için üst modelleri almamız lazım. Ne yazık ki bunların vergileri, o kadar yüksek ki alamıyoruz. En azından mevcut iktidarın ele alması ya da muhalefetin bu sorunu gündeme getirmesi gerekiyor.” 

Üniversiteler daha erişilebilir olmalı

Üniversitede yaşadığı sorunları da aktaran Bilen, şöyle dedi:

“Bölüm başkanı inisiyatif kullanıyor, çaba gösteriyor ama üniversitenin erişilebilir olması için özelikle ulaşım sorunun hallolması gerekiyor, bürokrasi yüzünden bu kolaylık yeterince sağlanamıyor. Sorunlarımızı, önce bölüm başkanına, oradan dekanlığa ve en son rektörlüğe iletiyoruz ama başvurularımız her defasında olumsuz sonuçlanıyor. Bazen ya bütçe yeterli olmuyor ya da çözüm bir müdürlüğe takıldığı için gerçekleşmiyor. Bu alanda mücadele vermek zorunda kalıyoruz. Üniversite daha erişilebilir olmalıdır. Sonuçta burası bir akademi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde müzik okuyan tek görme engelliyim. Çevre de görme engelli bireye nasıl davranacağı noktasında yeterince bilgi sahibi değil.  Bu sorunların artık aşılması lazım. Çünkü kampüste biz de varız”

Örnek olmak istiyorum

Her zaman hayallerinin peşinde gittiğini dile getiren Bilen, engellerin aşılmak için var olduğunu söyledi. Müziğin hayatında ayrı bir yeri olduğunu belirten Bilen, müziğin aslında büyük bir güç olduğunu anlattı:

“Ben hayallerimin peşinden gittim. Başardım ve devam ediyorum. Önceleri özel sektörde çalışıyordum. Üniversiteyi bir arkadaşımın tavsiyesi ile kazandım. Müzik bana güç veriyor. Müzikle hayatıma renk katıyorum. Çok çabaladım, sonunda başardım.  Ben müzik öğretmenliğine başvururken şunu öğrendim. İlk defa, bir görme engelli Van’da müzik okuyor olacaktı, bölümü kazandığımda bundan mutluluk duydum. Benim gibi birçok kişi de bunu başarabilir. İnsanlara örnek olmak güzel. Bizler zaten dezavantajlı insanlarız, bölgenin de bizim gibi insanlara karşı birçok dezavantajı var. Bir yandan bunun mücadelesini veriyoruz. Bir yandan da hayat mücadelesi…” 

Yollar tuzaklarla dolu

Kılavuz yol durumundaki sarı şeritlerin şehir içinde tuzaklarla dolu olduğunu söyleyen Bilen, özellikle kış aylarında bu yolların kayganlaşmasının ciddi tehlike yarattığını, bu özel yollara çoğu kez ya bir aracın park ettiğini ya da esnafın yolu işgal ettiğini anlattı: 

“Bizim amacımız erişebilir bir hayat ve erişebilir bir ülke. Bu ütopik bir slogan değil. Bu yapılabilir. Bizler evet, körüz, topalız. Bunu inkar etmiyoruz, ama unutulmasın ki bir yerde bir rampa olduğu zaman o bölgeye bir tekerlekli sandalye girebilir ama bu ihtiyaçlar dikkate alınmayınca ne yazık ki sorunlar da bitmek bilmiyor. Görme engellilerin kılavuz yolu dediğimiz sarı şeritler, şehir içinde ya bir ağaç ya da bir trafoyla son buluyor. Ya da esnaf, sarı şerit üzerinde tezgah açıyor, yani erişilebilirliği sağlayan bu yollar tuzaklarla dolu. Kayganlık mesela, zamanında müdahale edilmediğinde, şeridin üstündeki sular donuyor, yol kayganlaşıyor. Malzeme de önemli. Çoğu yerde plastik malzeme kullanılıyor. Mermer en sağlıklısı. Plastik olanlar kayganlaşıyor. Yeni nesil mermer kullanılmalı. Bizler kaldırımda bile yürüyemiyoruz. Yeterince bu aksaklıklara müdahale edilmiyor. Ama bizim için kaldırım, hissedilen bir zemin olarak hayati önem taşır. Bizler gideceğimiz yolu onunla buluyoruz. Kısacası o zemin bize rehberlik yapıyor. Ama bunlar doğru ve uzman kişiler tarafından yapılmalı. Otobüs kullandığımız zaman da sorun yaşıyoruz, aslında otobüste sesli durak dediğimiz sistem olmalı, o zaman ben istediğim yerde inebilirim.” 

En büyük sorun zihniyet

Ülkede engelli için en büyük sorunun zihniyet sorunu olduğunu aktaran Bilen, bunun aşılması gerektiğini söyledi:

“Aslında en büyük sorunumuz zihniyet. İnsanların, engelli kişilere karşı, -madem engelli evinde otursun. Ne işi var dışarda?- Gibi söylemleri var. Bizi bir yere hapsetmek istiyorlar. Öncelikle bu zihniyetten kurtulmak gerekiyor. Farklılığımız zenginliğimizdir, bununla güzeliz. Bunu insanların kabullenmesi lazım. Ben farklıyım, belki göremiyorum ama sen beni görmek zorundasın. Çünkü bu evrende ben de varım. Bu evren sadece senin için yok. Saygı olduğu zaman güzellik arkasında gelir. Yeter ki bu zihniyetten kurtulalım.”  

Müziksiz hayat olmaz

Bağlama ve klasik gitar çaldığını söyleyen Bilen, duygu ve düşüncelerini en iyi biçimde müzikle ifade ettiğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Sanatla ile uğraşmak bizde kültürel bir gelenektir. Sanatla iç içe bir coğrafyayız. Bu şekilde büyüdük. Benim ana çalgım bağlama. Bağlamasız bir hayat düşünemiyorum. Daha doğrusu müziksiz bir hayatı düşünemiyorum. Farklı enstrümanları da kullanabiliyorum. Klasik gitar, orta düzeyde piyano ve vurmalı çalgıları çalabiliyorum. Öncesinde bir hayal şeklinde bakıyordum. Ailem ve çevrenin teşvikleriyle bu yola girdim. İyi ki bu yola girdim. Müzikle uğraşmadığım zamanlarda çok stresliydim. Bu stresi müzikle yendim. Müzik bana hep iyi geldi. Duygularımı ve düşüncelerimi her zaman müzikle ifade ettim. Özellikle sosyalleşmemde müzik bana çok yardım etti. “

En büyük destekçim annem

Bilen, en büyük destekçisinin annesi olduğunu dile getirdi:

“Küçükken pazara çarşıya giderken babam çoğu zaman ya arkamda ya yanımda olurdu. Hatta çoğu sefer benim dışarı çıkmamı istemezdi -bir yere çarparım- diye. Onun yanısıra annem hep şunu derdi babama, -çıksın dışarı, hayatı öğrensin, kendi ayakları üzerinde dursun-. Bu konuşmalarına kulak misafiri olurdum. Bu benim dönüm noktam oldu. Annem bana güveniyordu. Annem için, kendim için -daha nasıl iyi olabilirim?- diye onun arayışına girdim ve başardım.”

Sayılarla görme engelliler

Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı rapora göre dünyada şu anda 284 milyon insan görme engelli. Bu sayı Türkiye’de de hayli fazla. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki Ulusal Engelli Veri Sistemi raporuna göre Türkiye’de 215 bin 76 görme engelli yurttaş kayıtlı.  Görme engelliliği, -doğuştan veya sonradan oluşan görme kaybı veya görme yetisinin yetersizliği- olarak tanımlanıyor ve görme engelli bireyler dünyada ve Türkiye’de nüfusun önemli bir çoğunluğunu oluşturuyor. Erişebilir bir dünyada yaşamak isteyen görme engellilerin, hayat mücadelesi günden güne zorlaşıyor. Kılavuz yol denilen sarı şerit bantlardan, sesli durak sistemine kadar gündelik hayatta karşılaştıkları türlü zorlukların çözülmesini isteyen görme engelliler, toplum içinde artık görünmek de istiyor. 

Devamını Oku

Nüfus Mübadelesi’nin 100. yılında “gidenler ve kalanlar” anıldı

Nüfus Mübadelesi’nin 100. yılında “gidenler ve kalanlar” anıldı
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Haber: Eslem Türkoğlu
Türk-Yunan nüfus mübadelesinin 100. yıl dönümünde “gidenler ve kalanlar” Bursa’da anıldı.
Mübadelenin hafıza mekanı olan Görükle Mübadeleevi’nde gerçekleşen etkinlikte,  Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği kurucu üyelerinden Mübadeleevi sorumlusu Bayram Akıncı ve Nilüfer Belediyesi Kültür Müdürlüğü görevlilerinden Eirini Kalogeropoulou Yalçın, hem Türk, hem de Rum mübadillerin yaşamları hakkında bilgiler verdi.
Mübadeleyi yaşayanların anlatılarının aktarıldığı etkinlikte konuşan Akıncı, kendisinin de ikinci kuşak mübadillerden olduğunu vurgulayarak, “Biz bu topraklarda doğduk. Ancak babalarımız Balkanlar’dan geldi. Babalarımızın birçoğu memleket dedikleri yerleri bir daha göremeden bu dünyadan gittiler. Onlar için bu durum çok acı. Biz onların yetiştirdiği çocuklar olarak mübadeleyi gelecek nesillere aktarmaya, o duyguları yaşatmaya çalışıyoruz” dedi.
Mübadillerin yaşamlarından bahseden Yalçın ise, “Sadece mübadeleyi anlatmıyoruz. Yerel açıdan bakarak mübadeleden önce Rum köyü olan Görükle köyünün de tarihini, mübadeleyi yaşayanların öz anlatılarıyla aktarıyoruz” diye konuştu.

“Eşyaları görünce çok heyecanlandım”

Mübadele anma etkinliği katılımcılarından Asuman Ayhan 9. Köy’e yaptığı açıklamada, her iki toplumun kullandığı eşyaları tanıtma açısından anma etkinliğinin güzel olduğunu vurgulayarak, “Etkinlik sırasında mübadele edenlerin eşyalarını görünce çok heyecanlandım. Ne şartlarda yaşamış olduklarını görmüş oldum. Kullandıkları eşyaları gördükçe onların hayatlarını tahmin etmeye çalıştım. Ailemde Bulgaristan’dan gelenler var. Annem hep kaçamak yemeğinden bahsederdi. Az önce o yemeğin ne olduğunu da öğrenmiş oldum” dedi.

“Atalarımızdan esinti”

Etkinliğe katılanlardan Günseli Tuzcu ise dedesinin Yenice’den göç ettiğini söyleyerek, ailesinin göç hikayesi hakkında yeni bilgilere ulaştığını ve bu nedenle anma etkinliğine katıldığını belirtti. Tuzcu, “Anma etkinliği, atalarımızdan esinti gibi oldu. Maalesef dedemden göç ile ilgili bilgi aktarımı çok olmadı. Bu zamana kadar aktarılan bilgileri etkinlik sayesinde tazelemiş oldu” dedi.

“Barış içinde yaşamak”

Etkinlik sonrasında 9.Köy’e açıklamalarda bulunan Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Ali Korkut, şu bilgileri verdi;
“Mübadele dünya üzerinde zorunlu anlaşmayla insanların vatanlarından koparılmasıdır. Lozan Antlaşması kapsamında imzalanan Nüfus Mübadelesi sözleşmesiyle Müslüman Türkler ve Ortodoks Rumlar yer değiştirmiştir. İki milyonun etkilendiği insanlık dramı yaşanmıştır.”

Korkut, kendisinin üçüncü kuşak mübadil olduğunu söyleyerek, “O zaman göç etmiş büyüklerimizin hatıralarını, yaşamlarını, mücadelelerini yeni nesillere aktarmaya çalışıyoruz. Mübadelenin 100. yılında atalarımızın kültürünü, mübadeleyi düzenlediğimiz etkinliklerle daha iyi anlatmaya çabalıyoruz. Mübadeleyi anlatırken tek temamız da ‘barış içinde yaşamak’. Bir daha zorunlu göçler ve savaşlar olmasın istiyoruz” dedi.
Devamını Oku

Ankara’da deniz yok ama yelkencilik var: Bozkırın yelkencileri

Ankara’da deniz yok ama yelkencilik var: Bozkırın yelkencileri
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Haber: Emine Gül Türk 
Ankara’da deniz olmamasına rağmen Eymir ve Mogan Gölünde eğitimlere tüm hızıyla devam eden ODTÜ Yelken Takımı, yelken sporunu insanlarla buluşturuyor.  Kendilerini “bozkırın yelkencileri” olarak nitelendirdiklerini kaydeden ODTÜ Yelken Takımı Başkanı Süleyman Odabaşı, çalışmalarının ayrıntılarını 9. Köy’e anlattı. Odabaşı, ” Amacımız birazcık daha deniz bile görememiş ya da denizi görmek isteyen, yelken sporunu yapmak isteyen insanlara bu imkanı sunabilmek. Aynı zamanda onların da belli bir noktaya geldikten sonra yeni kişilere bu tecrübelerini aktarmalarını istiyoruz” dedi.

“Ankara’da yelkenleri rüzgarla tanıştırdık”

ODTÜ Yelken Takımı’nın şu anda 100 aktif üyesi olduğunu kaydeden Odabaşı, “100 tane de sporcumuz var. Aktif olarak yılda yaklaşık 15-20 tane yat yarışına katılıyoruz. Bu yarışlarda ortalama 70’e yakın sporcumuza yarışma imkanı sunduk. Aynı zamanda yelken ve yat eğitimi verdik. Bu insanların yaklaşık olarak yüzde 70’i filan hiç denize çıkmamış.Hem insanlara denize çıkma fırsatı sunduk hem de yelkenleri rüzgarla tanıştırdık” dedi.


Yelken eğitimleri nasıl gerçekleştiriliyor?

Odabaşı’nın verdiği bilgiye göre, ODTÜ Yelken Kulübü’nde takıma ilk defa katılacaklar için öncelikle ilk yardım eğitimleri ve yüzme antrenmanları gerçekleştiriliyor. Eğitimler Eymir’de olan kayıkhane de gerçekleştiriliyor. Bu eğitimlerden sonra Datça’da yat eğitimleri verilerek, ekip çalışması öğretiliyor. Burada eğitimi öğrenen kişiler ileriki yıllarda eğitmen olabiliyorlar.
Yüzme eğitiminden serbest dalışa kadar pek çok eğitimin kulüp tarafından verildiğine dikkat çeken Odabaşı, “Bu eğitimler içinde topluluğumuz içerisinde daha önce dalış eğitimi almış, yüzme eğitimi almış insanlardan yardım istiyoruz. Gerektiğinde diğer dalış topluluklarından da yardım isteyebiliyoruz. Tekne üzerinde herhangi bir komplikasyon gelişmesi durumuna karşılık ilk yardım ve can kurtarma eğitimlerimiz de var.Topluluklar arasında bir etkileşim var’’ dedi.
ODTÜ Yelken Kulübü’nün amacını “daha fazla insanı yelkenle buluşturmak, yelkenciliği nesilden nesile aktararak bu sporun
yaygınlaştırılmak” olarak açıklayan Odabaşı, şöyle konuştu;
“Her şeyi genelde kendi imkanlarımızla yapıyoruz. Çünkü okuldan çok fazla destek alınamıyor. O yüzden tüm bu eğitimlerdeki yararlandığımız teknelerin ücretini kendimiz karşılıyoruz. Amacımız daha fazla insanı denizle ve yelkenle buluşturmak. Onların da aynı şekilde bu sporu kendinden sonraki nesile aktarmalarını istiyoruz.’’
Devamını Oku

Hatay’ın “halhalı zeytini” resmen tescil edildi

Hatay’ın “halhalı zeytini” resmen tescil edildi
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Haber: Dudu Gül Güray Demir

Dünyada sadece Hatay’da yetişen, küçük çekirdeğe sahip olduğu için diri ve etli yapıda olan meşhur “Hatay Halhalı Zeytini” coğrafi işaret tescil belgesi aldı.

Sadece katkısız tuzlu suda salamura edilerek yemeye hazır getirilen ve özellikle ara öğünler için iyi bir atıştırmalık tercih olan “Hatay Halhalı zeytini” Hatay’ın tescillenmiş ürünleri arasına girdi.

Oldukça yağlı bir zeytin türü olan halhalı kırma zeytin, bölgede zeytinyağı üretiminde de sıkça kullanıyor.

Antakya Ticaret Odasından (ATSO) girişimiyle Hatay Halhalı zeytinin coğrafi işaret alması için Türk Patent ve Marka Kurumuna başvuruda bulunuldu.
Başvuruyu değerlendiren Türk Patent ve Marka Kurumu, Hatay halhalı zeytinine coğrafi işaret tescil belgesi verdi.
Antakya Ticaret Odası (ATSO) Başkanı Hikmet Çinçin, Hatay’ın lezzetlerinin markalaşması için uzun yıllardır çalıştıklarını belirtti.
Bugüne kadar 13 ürünün tescillendiğini söyleyen Çinçin, şöyle devam etti:

Hikmet Çinçin

“Antakya Ticaret ve Sanayi Odamız, gastronomi şehri Hatay’ın lezzetlerinin ve değerlerinin markalaşması için 2005 yılından bu yana önemli çalışmalara imza atmıştır. Bu kapsamda Hatay’a özgü birçok ürüne Coğrafi İşaret Belgesi almıştır. Odamız gastronomi şehri Hatay’ın lezzetlerini markalaştırmaya devam ediyor. 31.12.2020 tarihinde başvurusu yapılan ‘Hatay Halhalı Zeytini’ 1353 tescil numarası ile 13.ürün olarak odamız adına tescil edilmiştir. Hayırlı olsun.”

Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yahya Kemal Avşar, yaptığı açıklamada halhalı zeytininin, Öğretim Üyesi Dr. Kadriye Şahin’in ortak çalışmaları ile yaklaşık 2 yıl süren bir çalışma sonucunda coğrafi işaretli ürün olarak tescil edildiğini kaydetti.
Halhalı zeytinin Hatay’da en çok bilinen dört zeytin çeşidinden (Saurani, Karamani, Sarı Haşebi ve Halhalı) birisi olduğunu dile getiren Avşar, şöyle devam etti:
“Hem yağlık hem de sofralık olan bu zeytin, çekirdeğin meyve etinden kolayca ayrılması, boyutu ve lezzeti ile talep görmektedir. Zeytincilik Hatay ekonomisinde önemli bir yer tutan tarımsal üründür. Ancak, coğrafi işaretli ürünlere olan talebin artması nedeniyle, zeytincilikte de yeni yaklaşımlara gidilmelidir. Bunlardan en önemli iki yaklaşım, Halhalı gibi yerel zeytin çeşitleri karışık değil ayrı ayrı bahçelerde yetiştirilmeli, hastalıksız fide üretimi için üniversiteler ile ortak çalışmalar yapılmalıdır. Halhalı zeytini, yöresel ürünler ile refahın artırılması konusunda Hatay’da önemli bir potansiyele sahiptir. İlgili kurum ve kuruluşların, Halhalı zeytini gibi coğrafi işaretli tarımsal ürünler için konu ile ilgili paydaşlar ile stratejik üretim ve pazarlama planları yapmalarına acil ihtiyaç bulunmaktadır.”
Altınözü zeytin üreticilerinden Hasan Tazeaslan da deprem sonrası halhalı zeytinin tescil edilmesinin kendilerini bir nebze rahatlattığını söyledi.
Altınözü’nün bir zeytin ilçesi olduğunu dile getiren Tazeaslan, “Halhalı zeytinin tescillenmesi bizi çok mutlu etti. Deprem sonrası çok şeyimizi kaybettik. Böyle durumlar bizim için sevindirici bir durum. Kentin yeniden inşası ve kente özgü bu tür ürünlerin tescil edilmesi kent adına çok olumlu bir gelişmedir” dedi.
Türk Patent ve Marka Kurumunun Antakya künefesine 2008’de coğrafi işaret tescil belgesi vermesinin ardından künefelik peynir, sürk (çökelek), küflü sürkü, kağıt kebabı, tuzlu yoğurt, carra peyniri, oruk (içli köfte), kömbe, kaytaz böreği, ceviz reçeli, Samandağ biberi, kabak tatlısı, Kırıkhan kavunu, Belen Kömürçukuru pekmezi ve Dörtyol mandalininin de dahil olduğu listeye halhalı zeytin de eklendi.
Devamını Oku

Taraftar gazetecilik ve eleştirinin değeri

Taraftar gazetecilik ve eleştirinin değeri
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Özellikle de “müttefik” sözcüğüne takıldım, çok yerinde bir saptamaydı. Eleştiren ile eleştirilenin aynı saflarda olduğunu vurgulamış oluyordu. Eleştirinin “düşmanlık” olarak kabul edildiği bir coğrafyada yaşadığımız için eleştirinin ortak paydada buluşanlar arasında pozitif ve dostane duygularla yapılan bir faaliyet olduğunu hatırlatmak değerli.

Bence de asıl düşmanlık eleştirmemek, gerçekleri ifade etmekten kaçınmaktır. Eleştirmeyen o an için “müttefik” gibi görünebilir ama zamanla ortaya çıkacaktır ne büyük kötülük yaptığı. Yanlışların sürüp gitmesine engel olmak için eleştiri geciktirilmemelidir. Barbarosoğlu da “Eleştiri mevcut olanı değerlendirmektir” diyerek zamanlamaya dikkat çekiyordu:

“Eleştiri ile negatif duygu aktarımını birbirine karıştıranların her daim yürürlükte tuttuğu bir itiraz cümlesi vardır: “Şimdi bunları konuşmanın sırası mı?’. Bu itiraz esasında, ‘Bunları HİÇ konuşmayalım’ demenin üstü kapalı şeklidir.”

Ama Barbarosoğlu, bu satırları siyasi iktidarın kayıtsız şartsız destekçisi Yeni Şafak’ta yazdı.

Seçim döneminde AKP’ye yönelik tek bir eleştiri yöneltilmeyen bu gazetede iktidarla ilgili hiçbir olumsuzluktan söz edilmiyordu!

Kuşkusuz bu “müttefiklik” anlayışı Yeni Şafak ile de sınırlı değildi. Bütün iktidar medyası aynı tutum içindeydi. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul mitinginde montajlanmış klip göstermesini gizlemekle kalmadılar, yıllar önce hizmete giren Ankara ve İzmir’deki havalimanlarının kendi dönemlerinde yapıldığını söylemesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun henüz yapmadığı Aydın mitingine katılanların sayısını vermesi gibi gerçek dışı sözlere de gözlerini kapattılar. Elbette bu tutum şaşırtmadı, yıllardır böyle sürüp gidiyor bu kesimde.

Muhalif medya da bu konuda iktidar medyasından geri kalmadı; bu tarafta da Kılıçdaroğlu’na eleştiri yöneltilmediği gibi hataları da yok sayıldı. Türkiye’nin dünyada kişi başına milli gelirin düştüğü tek ülke olduğunu öne sürmesi, asgari ücretten vergi alındığını söylemesi, şehit ailelerinden taşıt alırken ÖTV ödediğini iddiası etmesi gibi yanlışlarının üzerinde durulmadı.

Öyle bir saflaşmaydı ki, Erdoğan’ı destekleme kararı veren Sinan Oğan’ın daha önceki sözleri muhalif medyada ortalığa döküldü ama Ümit Özdağ, Kılıçdaroğlu’na desteği seçince onun geçmişteki açıklamalarına hiç değinilmedi. Zaten “Karanlığa teslim olmayacağız”, “Kötülük rejimi cevabını alacak”, “Bu karanlık bitsin” gibi sloganvari manşetlerden geçilmiyordu.

Oğuzhan Uğur’un BaBaLa TV’si işte tam da buradaki boşluğu doldurdu. Sadece Youtube’da 27 milyon kez izlenen Kılıçdaroğlu programının başarısının en büyük sırrı, “yandaş” soruya asla izin verilmemesiydi; soruların tümü eleştireldi.

Oradaki itiraz eden, sorgulayan bakış televizyonlarda yoktu. Kılıçdaroğlu ve “Millet İttifakı”na destek veren medyada da eleştirel gazetecilik yapılmadı seçimler öncesinde. Bu yüzden artık bu medya kuruluşlarını “bağımsız” ya da “eleştirel” yerine “Muhalif medya” olarak tanımlamak daha doğru.

Hatta “muhalif medya” yerine “taraftar gazetecilik” ya da “Partizan gazetecilik” de denebilir. Çünkü taraftarlık işin içine karışınca gerçek “müttefik” gibi davranılamıyor. Oysa gazetecinin savunduğu tarafa en büyük iyiliği eleştirmesidir; gazeteci kalmasıdır. Muhatapları bugün zarar verdiğini düşünüp rahatsız olsa da zaman eleştirel haberciliğin haklılığını kanıtlayacaktır.

   MİT operasyonlarının sonrası?

Gün geçmiyor ki, MİT’in yurt içinde ya da başka bir ülkede “başarılı” bir operasyon yaptığı haberiyle karşılaşmayalım. Her nasılsa, MİT’in operasyon haberleri hep de gazetecilerin edindiği bilgilere dayanıyor; MİT, resmi açıklama yapmaya neredeyse hiç ihtiyaç duymuyor!

İki yıl kadar önce Sabah’ın sürmanşetinden yayımlanan “MOSSAD casuslarına MİT operasyonu” haberi de “SABAH Özel İstihbarat Bölümü’nün, güvenilir kaynaklardan edindiği bilgilere” dayanıyordu. Abdurrahman Şimşek imzasını taşıyan bu habere tam sayfa ayrılmıştı. “Türk istihbaratının Türkiye’de ikamet eden yabancı öğrencilerle ilgili biyografik istihbarat toplayan tümü Arap asıllı 15 kişilik Mossad şebekesini çökerttiği” belirtiliyor ve “SABAH, kamuoyuna hiç yansımamış bu operasyonun ayrıntılarını ilk kez açıklıyor” deniliyordu.

Sabah’ın 21 Ekim 2021’deki haberinin ardından internet siteleri ve televizyonlar da ilgi gösterdiler ve birçok mecrada yayımlandı bu operasyon haberi. Ertesi gün Sabah’ın yanı sıra Milli Gazete ve Yeni Şafak da manşetten yer verdi operasyona.

Daha sonra yakalanan kişiler hakkında dava açıldı. Dava sürerken Katar merkezli Al Jazeera televizyonu da Mossad ajanlarının yakalanmasıyla ilgili bir belgesel yayımladı. Ancak İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi geçen hafta altı tutuklu sanığın tahliyesine karar verdi; diğer sanıklar da daha önce serbest bırakıldığı için davada tutuklu sanık kalmadı! “Ajanlar” serbest artık!

İki yıl önce operasyona büyük ilgi gösteren Sabah, davada tutuklu sanık kalmamasında haber değeri görmedi. Sadece Milli Gazete, bu gelişmeyi 19 Mayıs’ta “Sürpriz ‘İsrail ajanı’ kararı” başlığıyla manşetten duyurdu. Milli Gazete tahliyeleri haber vermekle kalmayıp bir de “Ortada istihbarat skandalı mı var, yoksa güvenlik zafiyeti mi var” sorusunu yöneltti.

Son derece haklı bir soru bu. Aslında bu tür kuşkular, başka MİT operasyonu haberleri için de geçerli. Örneğin geçen hafta Doç.Dr. Necip Hablemitoğlu davasında da tutuklu sanık kalmadı. Sanıklardan Nuri Gökhan Bozkır da MİT operasyonuyla Ukrayna’da yakalanıp Türkiye’ye getirilmişti, şimdi o da tahliye edildi gazetecilerin bile ilgi göstermediği bu davada!

Bu da gösteriyor ki, medyanın sadece MİT operasyonu haberleri yazmakla yetinmeyip, davaları da sonuna kadar izlemesi, dosyaları titizlikle inceleyip duyurması gerekir. Gazetecilik bu alanda da halkla ilişkiler faaliyetine dönüşmemeli. Varsa operasyonlarda bir eksiklik, yanlışlık onlar da yazılmalı, aktarılmalı topluma…

   Hizbullah’ı aklama gazeteciliği  

HÜDAPAR’ın AKP ile işbirliğine destek kaygısı, iktidar medyasını Hizbullah’ı savunmaya ve hatta Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan cinayetinden de aklamaya kadar götürdü.

Bu yöndeki ilk girişim, Esra Elönü’nün, Diyarbakır Sur Belediyesi’nin eski Başkanı Cemal Toptancı’yı 24 TV’deki programına konuk almasıydı. Toptancı, 20 Mart’taki programda “HÜDAPAR neden hedefte” sorusuna tam da beklenen yanıtı vermişti:

“Gaffar Okkan’ın cinayet suçlusu Levent Göktaş’tır. HÜDAPAR’ın bir alakası yoktur. Bunların çoğu da devletin içine sızan o zamanki FETÖ yapılanmasıdır.”

Hizbullah’ı aklama çabasının ikinci adımı da Türkiye gazetesinin Yılmaz Bilgen imzalı “Okkan’ın katilleri uluslararası güçler” başlıklı haberiydi. 23 Mayıs’ta yayımlanan haberde, Gaffar Okkan’ın “En yakın arkadaşı” ve “sırdaşı” olarak sunulan Ali İnci, “HÜDAPAR üzerinden yürütülen kampanya maksatlı” diyor ve ardından Hizbullah’ı savunuyordu:

“Bu olay Hizbullah’ı çok ama çok aşan bir tertipti. Bu suikast dışarıdaki aktörler ve içerideki uzantıları eliyle planlandı ve uygulandı.”

Esra Elönü’nün eski belediye başkanı olarak tanıttığı Cemal Toptancı, Türkiye’nin haberinde bu kez “Araştırmacı-yazar” olarak sunuldu. Toptancı, Necip Hablemitoğlu suikastı davası sanıklarından Levent Göktaş’a yönelik suçlamasını bu haberde de tekrarladı:

“Suikastin arkasında kesinlikle Gladio var. Herhangi bir terör örgütünün yapma şansı sıfır. HÜDAPAR üzerinden oluşturulan algı da planın bir parçası.”

İki kişinin dayanaktan yoksun sözleri haber yapılıyor ama Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Gaffar Okkan cinayeti davasıyla ilgili olarak 2010 yılında açıklanan gerekçeli kararında “eylemin profesyonel suikast birimlerince uzun hazırlıklar sonucu planlandığı ve Hizbullah örgütü üyelerince gerçekleştirildiği kanaatine varılmıştır” tespitinde bulunulmuştu. Okkan’ın, “terör örgütü Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu’nun operasyonda ölü olarak ele geçirilmesine misilleme olarak gerçekleştirildiği” kaydedilmişti.

Mahkeme kararının yanı sıra onlarca kanıt, onlarca açıklama ve itiraf var Gaffar Okkan suikastını Hizbullah’ın işlediğini kanıtlayan. Tümünü yok sayıp Hizbullah’ı aklamaya ve masum bir örgüt gibi göstermeye çalışıyorlar. Öyle bir körlük içindeler ki, bu kanlı örgütün onlarca insanı mezar evlerde domuz bağıyla öldürdüğünü bile unutuyorlar. Partizan gazetecilik bir kere insanın kanına girmeyegörsün….

 

     Tek cümleyle:

  • Sabah ve Yeni Şafak, seçim günü propaganda yasağı olmasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını manşetten yayımladı.
  • Anadolu Ajansı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Canan Kaftancıoğlu’nu suçlayan açıklamasını haber yaparken, Kaftancıoğlu’nun açıklamaya konu olan paylaşımını ve açıklamaya yanıtını habere koymadı.
  • A Haber, ikinci turda kullanılacak oy pusulasını gösterirken sadece Erdoğan’ın portresini verdi ve Kılıçdaroğlu’nun yerine siluetini koydu.
  • Sözcü, İstanbul’un Moda sahilinde Kürtçe müzikle halay çekerken gözaltına alınanlarla ilgili “Yüksek ses ihbarına giden polise saldırı” haberinde polisin ters kelepçe takarak yere yatırdığı ve Mehter Marşı dinlettiği bilgisine yer vermedi.
  • Sabah, “Fransız kadının sır ölümü” haberinde olayın meydana geldiği “Bağcılar’daki özel bir hastane”nin adını gizledi.
  • Akşam gazetesi AKP’li Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yarım sayfalık tanıtım metnini “Bu bir ilandır” uyarısı koymadan haber gibi yayımladı.
  • Milli Gazete de yaygın yanlışı tekrarlayarak “Rakamlarla 14 Mayıs” başlığında “sayılar” yerine çokluk ifade eden sembolleri tanımlayan “rakamlar” yazdı.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.