09 Eylül 2024 Pazartesi
Faruk Bildirici
Halbuki günlerdir hakaretin ne kadar onur kırıcı olduğundan dem vurup, CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan ile “Sokak röportajı”nda konuşan Dilruba Kayserilioğlu’nun sözleri üzerinde tepiniyorlar. Dilruba Kayserilioğlu’nu bir törende yanına oturttuğu için CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i “hakaret edeni onurlandırmak” ile suçluyorlar.
Kuşkusuz Özkan’ın, CHP’lilere “gösteriş müptelası elitistler” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “züppe” yanıtı vermesi -kendisi bu sözcüğün hakaret içermediğini söylese de- yakışık alır bir ifade değil. Kayserilioğlu”nun, “beyni emcüklenmiş geri zekalılar” demesi de düzeysiz ve aşağılayıcı.
Ama hakaretlere karşı bu kadar duyarlı görünen iktidar medyası, hakaretler AKP saflarından gelince sus pus oluyor. Uzağa gitmeye gerek yok. Cumhurbaşkanı Danışmanı Oktay Saral’ın “müfteri, şerefsiz, haysiyetsiz”, AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala’nın, “sefil, müptezel”, AKP İstanbul milletvekili Süleyman Soylu’nun, “pislik”, AKP İstanbul İl Başkanı O. Nuri Kabaktepe’nin, “çukur”, AKP Elazığ Milletvekili M. Rıdvan Nazırlı’nın da “o.. çocuğu, alçak herif” diye Tuncay Özkan’a hakaretler yağdırmasına itiraz etmediler. Hatta Yeni Şafak, AKP Milletvekili Mehmet Demir’in “Lağım Tuncay” sözünü, Akşam da AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “Çakma Wilders” sözünü haber başlığı yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan muhaliflere ağzına geleni söylediğinde, MHP yöneticileri gazetecilere hakaret ettiğinde de sessiz kalarak onay verdi iktidar cenahındaki gazeteciler. Maalesef çifte standart içinde davrandılar.
Gazeteci dediğin her hakarete karşı çıkar, kimden gelirse gelsin eleştirir. “Beyni emcüklenmiş geri zekalılar” dediği için Dilruba Kayserilioğlu’nu yerin dibine getirip, sonra aynı sözü Mustafa Varank söyleyince “O bizden” diye korumak gazeteciliğe yakışmaz.
Kuşkusuz bu eleştirim muhalif medya için de geçerli. Muhalif medya da ayrım yapmadan kimden gelirse gelsin hakaretlere aynı şiddetle karşı çıkmalı. İktidar yanlılarının hakaretleri, muhaliflere de hakaret etme hakkı vermez; muhaliflerin hakaretlerini temize çıkarmaz.
Gazeteciler olarak bu iktidar döneminde görmediğimiz, bir medya kuruluşunun haber sitesi kapattırması kalmıştı, onu da gördük. Turkuvaz Medya Grubu, Medyaradar sitesini kapattırdı.
Önce “Turkuvaz Medya Grubu’nun Youtube kanalları çalındı” haberi için erişim engeli kararı aldırdılar. Halbuki bu haber birçok sitede de yayımlanmıştı. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın başında bulunduğu Turkuvaz Medya, sadece Medyaradar’ı hedef aldı.
Medyaradar’ın, haberi erişimden kaldırmasına rağmen mahkeme kararının uygulanmadığı suçlamasıyla siteyi kapattırma kararı çıkarttılar. Ondan sonra yargı, duvar oldu; Medyaradar’ın bütün girişimleri sonuçsuz kaldı ve 30 Temmuz’dan beri de resmen kapalı site.
Sevindirici olan “kral”ın yargısını ardına alan Turkuvaz Medya’nın Medyaradar’a geri adım attıramaması. “İnsanlar kendilerini un ufak eden bu yağma düzeninden kurtuluncaya kadar biz ‘sadece gazetecilik’ yapmaya devam edeceğiz. İktidar gücünü kullanarak diğer medya organlarına bel altı vuruşlar yapmayacağız” açıklaması yaptılar ve link adresindeki www’leri kaldırarak yayına devam ediyorlar.
Üzücü olan ise muhalif medyanın bile Medyaradar’a yeterince sahip çıkmaması, sesini duyurmaması. Halbuki sırf yayınları nedeniyle iktidarın uzantısı bir Medya Grubu’nun bir haber sitesini yok etmeye çalışması söz konusu. Doğrudan medya özgürlüğü ile ilgili bir durum bu.
Erişim engeli ile bile yetinmeyip iktidar gücüne dayanarak site kapattırmak politik sansürcülüktür. Turkuvaz Medya’yı yönetenlerin gazetecilikle ilgileri bu kadar anlaşılan.
Cumhuriyet’in, “Memleket Partisi’nin eski genel merkez binasına Sinan Oğan’ın kurduğu Türkiye İttifakı Partisi’nin taşındığı” haberinin, binaya gidilip araştırılmadan yazıldığı eleştirisi yöneltmiştim geçen hafta.
Gazeteci Oğuz Uçar’ın, X’teki paylaşımında Cumhuriyet muhabiri Merve Kılıç’a haksızlık yaptığım eleştirisi üzerine kendisini arayıp görüştüm. Merve Kılıç, benim yazdığımın tersine “İnce’nin ofisi artık Sinan Oğan’ın” başlıklı haberiyapmadan önce o binaya giderek araştırmış.
Beni yanıltan, haberdeki “…Oğan’ın 2023 seçimleri öncesinde Muharrem İnce’yi ziyaret ettiği makamda artık kendisinin oturduğu iddia ediliyor” cümlesi oldu. Haberde, muhabirin binaya gittiğini belirten bir ifade olmadığı gibi bir de “iddia ediliyor” denilmesi, parti yöneticileri dışındaki kişilerden bilgi alındığı havası veriyordu. İfade eksikliği vardı haberde…
Elbette genç arkadaşımıza haksızlık yapmak istemezdim. Merve Kılıç’ın haberini araştırarak ve binaya giderek yazdığını kayda geçirerek yazımı düzeltiyorum.
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Gazeteciler Cemiyeti Başkan Vekili Savaş Kıratlı, pazar günü Ankara’da yaşamını yitirdi. 1967 yılından bu yana Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Savaş Kıratlı; Yönetim Kurulu’nda Mali Sekreter, Genel Sekreter, Başkan Yardımcılığı ve Başkan Vekilliği görevlerinde bulundu.
Kıratlı, yarın Ankara’da 11.00’de Gazeteciler Cemiyeti’nde yapılacak törenin ardından 14.00’te Karşıyaka Mezarlık Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından defnedilecek.
Savaş Kıratlı kimdir?Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda (The Voice of Turkey), uzun yıllar yöneticilik yaptıktan sonra, TRT Haber Dairesi ve Dış Yayınlar Dairesi Başkanlıklarında haber müdürü, başkan yardımcısı ve başkan olarak görev yaptı. TRT Dış Yayınlar Dairesi Başkanı iken 1996 yılında emekliye ayrıldı. 1967 yılından bu yana Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Savaş Kıratlı bu süre içinde Yönetim Kurulu’nda Mali Sekreter, Genel Sekreter ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Basın Şeref Kartı sahibi olan Savaş Kıratlı evli, bir çocuk ve bir torun sahibiydi. Kıratlı son olarak Yönetim Kurulu Başkan Vekili görevini sürdürmekteydi. |
Faruk Bildirici
“Bir cani ve seyircileri”, “Vicdan nerede?” ve “Biri vurdu diğeri izledi” haberleri böyle bir örnekti. Manşetlerden yayımlanan bu haberler, bir erkeğin, birlikte yaşadığı kadını dövmesini sakince izlediği belirtilen bir kişiyi hedef alıyordu.
Haberi yazarken Manisa’nın Akhisar ilçesindeki o kişiyle konuşmaya çalışılmamış, fotoğraf üzerinden suçlamak kolay gelmişti muhabire ve editörlere. Üstelik de haberler Akşam, Hürriyet, Milliyet, Posta, Sabah ve DHA’da yayımlandığında olayın üzerinden tam yedi gün geçmişti.
Ertesi gün de sadece Milliyet muhabiri Eren Koca ve DW muhabiri Kazım Kızıl, o kişiyi bulup konuştu. Meğer adam engelli olduğu için yerinden kalkamamış; “Kalkamadım. İlk defa engelli oluşumdan nefret ettim” diyordu. Böylece ilk günkü suçlayıcı haberlerin ne kadar haksız ve yanlış olduğu ortaya çıktı ama hiçbir medya kuruluşu ondan özür dilemedi.
İkinci örnek, Cumhuriyet gazetesindeki “İnce’nin ofisi artık Sinan Oğan’ın” haberi. “Memleket Partisi’nin eski genel merkez binasına Sinan Oğan’ın kurduğu Türkiye İttifakı Partisi taşındı; Oğan’ın 2023 seçimleri öncesinde Muharrem İnce’yi ziyaret ettiği makamda artık kendisinin oturduğu iddia ediliyor” deniliyordu bu haberde.
Ne kadar garip, binaya gidip bakmak ya da telefon edip bir partili ile konuşmak, incelemek yerine “iddia ediliyor” deyip geçilmişti. Halbuki bina Ankara’da, öyle memleketin uzak bir köşesinde de değil! Muhabir araştırmamış, editörler de itiraz etmeden sayfaya koymuş…
Üçüncü örnek de 20 Ağustos’ta ev kazası geçirdikten sonra hastaneye kaldırılan gazeteci Reha Muhtar’ın sağlık durumu haberleri. Entübe edilen Reha Muhtar’ın sağlığıyla ilgili haberler Hürriyet’te, Milliyet’te ve de hemen her yerde gazeteci Uğur Dündar’ın sosyal medya paylaşımlarına dayandırıldı. Bir de eski eşi Deniz Uğur’un, Reha Muhtar ile ortak oğulları Poyraz ile ilgili paylaşımları, suç duyurusu, tartışmalar haber yapıldı.
Ama Reha Muhtar’ın yaşamsal riski söz konusu iken gazeteciler, hastane yöneticilerini ya da Reha Muhtar’ın yakınlarını arayıp bilgi almaya da çalışmadılar. Halktv.com.tr’den bir muhabir, 10 gün sonra merak edip araştırdı da Reha Muhtar’ın yeniden entübe edildiği öyle öğrenildi.
Böylesine masa başında üretilen çalakalem ve üşengeç haberlerle, gazeteciliğe duyulan güven ve mesleki itibar yok ediliyor. Dijital mecraların öne çıkması, klasik habercilik reflekslerinin yok olması anlamına gelmemeli.
Patronaja yaranma yarışı
Demirören grubu gazeteleri, logonun sağ üst köşesini aynı grubun televizyonlarından Kanal D’nin dizilerinin tanıtımına ayırdı. Günlerdir, döndüre döndüre bu kanalın dizilerini tanıtıyorlar.
Hiç ara vermeden Kanal D haberleri yaptıkları dikkatimi çekti, 20 Ağustos’tan itibaren saydım. Milliyet’te sekiz, Hürriyet’te beş, Posta’da ise üç kez Kanal D’nin dizileriyle ilgili haber yayımlanmış. Ayrıca bir de iç sayfalarda yayımlananlar vardı, onları saymadım.
Aslında Demirören gazeteleri yıllardır patronlarının TV kanallarının tanıtım bülteni işlevi görüyor. Ama son zamanlarda iyiden iyiye arttı bu tür haberler. Özellikle de Milliyet’in, altı gün üst üste patronun televizyon kanalının yeni dizilerinin haber görünümü altında gizli reklamını yapması gazetecilik aklıyla açıklanabilecek bir davranış değil. Böyle yaparak hem kendi güvenilirliklerine darbe vuruyorlar hem de okurun aklıyla alay ediyorlar.
Elbette sadece Demirören grubu değil, TV kanalı olan tüm grupların gazete ve haber siteleri de aynı şekilde gizli reklam yapıyorlar; öbür grupların televizyonlarıyla ilgili haber değeri olan gelişmeleri de görmezden geliyorlar. Nihayetinde patronaja yaranma yarışı içinde hepsi de…
“Fıstık tiyatrosu” tamam da…
İktidar gazeteleri, o gün çok keyifliydi. “Fıstık gibi tiyatro” (Akşam), “CHP’de fıstık tiyatrosu deşifre oldu” (Sabah) “Fıstık şikâyeti kurgu çıktı” (Türkiye) başlıklarının altında “Özgür Özel’in önünü kesip ‘fıstıkçıların derdi’ni anlatan kadın, CHP belediye başkanının eşi çıktı” diyorlardı.
Ben de baktım, miting öncesinde Özgür Özel’in yolunu kesen fıstık üreticileri arasındaki kadınlardan biri gerçekten CHP’li Nizip Belediye Başkanı Ali Doğan’ın eşi Aslıhan Doğan’dı! Ali Doğan da eşinin fotoğrafını “fıstık üreticisi” diye paylaşmış, eşi olduğunu da belirtmemişti.
CHP’nin web sayfasında “Özel’i traktör römorkunda karşılayan fıstık üreticisi kadın” olarak tanımlanan Aslıhan Doğan’ın Özgür Özel’e fıstık dalı verirken çekilmiş bir fotoğrafı da yer alıyordu. Özgür Özel de “Ben mitinge gideceğim senin sesini duyurmaya. ‘Aslı abla verdi bunu’ diyeceğim” yanıtını veriyordu.
Ciddi bir işgüzarlık yapılmış hakikaten. Daha fenası mizansenin açığa çıkmasından sonra Ali Doğan’ın, açıklama yapmaması, özür de dilememesi. Ne yazık ki, CHP’nin sitesindeki haber de hâlâ düzeltilmedi.
İktidar medyası bu olayda da kamuoyunu bilgilendirmeyi değil, iktidar partisinin çıkarlarını gözetti. Sanki fıstık üreticilerinin hiçbir sorunu yokmuş da belediye başkanının eşi mizansen yapıp olmayan bir sorunu anlattırmış gibi haber yaptılar. Fıstık üreticilerinin sorunları olduğu ortada, üreticileri anlatıyor da zaten. Ama iktidar medyası o seslere kulak vermiyor; üreticilerin sesi olmak yerine iktidarın çıkarlarını kollamaya devam ediyor …
İstifa haberlerinden yakınıyorlar ama
İktidar yanlısı Haber7 sitesi, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hakkında yanlış çıkan kulis “haber”lerin çetelesiniçıkarmış. Şimşek, göreve geldiğinden bu yana tam beş kez istifa ettiği haberi yayımlanmış. Hepsi de gerçek dışı tabii…
Üstelik sonuncu istifa haberinin kaynağı bir gazeteci değil, DP Genel Başkan Yardımcısı Cemal Enginyurt. Onun paylaşımının da dayanağı belirsiz. Bir siyasetçiden böyle bir iddia ortaya atıldığında ilk yapılması gereken hemen kaynağına başvurmak ya da ilgili çevrelerden bilgi almak olmalı.
Ama öyle yapılmadı; Enginyurt’un paylaşımı, hemen haberleştirildi. Bu yanlış habercilik. Öyle her iddia “Haberi yapalım, ilgilisi yalanlasın” anlayışıyla haber yapılamaz. Hele bir de haberin öznesi Maliye Bakanı ise yanlış haberin gazeteciliğe ve kamuya faturası büyük olur.
Fakat bu haberlerin devamını sağlayan bir iletişim ortamı olduğunu da kabul etmek lazım. Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere iktidar çevreleri gazetecilere, özellikle de muhalif medyaya tümden kapalı. Ne programlara alıyorlar ne de sorularını yanıtlıyorlar. İletişim Başkanlığı da gazetecileri ve kamuoyunu bilgilendirmek değil, yalanlamalara odaklanmış durumda.
Şeffaflıktan uzak bir yönetim olması, maalesef söylentilerin doğrulatılmasını ve yeterince araştırılmasını zorlaştırıyor. Kapalı kapılar ardında gerçekte neler olup bittiğini aktaracak haber kaynakları olmayınca söylentilere, kulislere, iddialara gün doğuyor.
İktidar, hiç olmazsa iletişim hatalarını -özenli bir üslupla- Yeni Şafak’ta yazıp duran Ali Saydam’a kulak verse…
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici
Gazeteciler, iktidar medyası, muhalif medya diye ikiye bölünmüş durumda ama mesele çalışanların ücretleri olunca böyle bir ayrım kalmıyor. Medyanın büyük bölümünde gazeteciler, temmuz ayında asgari ücrete yakın düzeydeki ücretleriyle öylece kalakaldılar.
Yılın ikinci yarısı için hangi medya kuruluşunda çalışanların aylıklarında artış yapıldığını sorup soruşturdum; Cumhuriyet, DHA, Ekonomim, Habertürk, Hürriyet, Milliyet, Posta, Sözcü TV, Karar, Sabah ve KRT’de ücretlere temmuzda ara zam yapılmamış. Habertürk TV’de ara zam yapılacak denilmiş ama halen üstünde çalışıldığı söyleniyor.
BirGün’de yüzde 25, ANKA’da yüzde12-24, NTV’de yüzde 20 oranında artış oldu. Haber Global’de de yüzde 20 ara zam oldu ama geçen yılbaşında da ücretler sadece yüzde 30 artırılmıştı. Yılbaşında ücretleri yüzde 50 dolayında artıran Now TV’de temmuzda da yüzde 15 oranında zam yapıldı. En yüksek artış ise yüzde 32-33 ile Tele1’de oldu.
Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu’nun, 12 Mayıs’ta, “Halk TV, çalışanlarının, zorlaşan hayat şartları altında daha fazla ezilmemesi için haziran ayında aylıklarda imkanların elverdiği ölçüde yeni bir düzeltme daha yapılacaktır” paylaşımı yüksek artış beklentisine yol açtı. Ama sonra çalışanların ücretlerinde 1000 ile 2.500 lira arasında değişen seyyanen artışlar yapıldı. Bu düzeltmeler herkesi de kapsamadı.
Sözcü gazetesi, 8 Ağustos’ta satış fiyatını 15 liraya çıkarmasının gerekçesini “Ancak işçilik, baskı, enerji ve nakliye maliyetleri öylesine arttı ki, ayakta durabilmek için 3 liralık zam kaçınılmaz oldu” biçiminde duyurdu. Ama aslında Sözcü çalışanlarının ücretlerinde temmuz ayında bir artış olmamıştı; yılbaşında da yüzde 60 dolayında artış yapılmıştı.
Durum böyleyken Sözcü’nün, okuruna gazetecilerin ücretini gerekçeler arasında sayması gazeteci arkadaşlarımız için kırıcıydı. Üstelik de neredeyse her gün emekli, memur ve asgari ücretlinin geçinemediği, hayat pahalılığının arttığı haberi yayımlayan bir gazete Sözcü. O haberleri yazanlar da ücretleri artmayan gazeteciler.
Elbette ekonomik krizin medya kuruluşları üzerindeki etkisini, basılı medyanın reklam gelir kaybını yok sayamayız. Tüm çalışanların aylıklarını asgari düzeylere indiren ekonomik politikalar da gözardı edilemez. Ancak bunlardan bağımsız olarak son yıllarda gazetecilerin gelir düzeyinde gerileme olduğu da bariz.
Sendikal örgütlenmenin olmayışı en büyük etkenlerden biri. Başkalarının haklarını savunuyorlar ama kendilerine gelince dilleri sorunlarını anlatma gücü bulamıyor.
Sokak köpekleriyle ilgili yasa Meclis’te görüşülürken iktidar medyasında köpek saldırısı haberlerinden geçilmiyordu. Köpekten kaçarken araç altında kalıp ezilenler, köpeklerin parçaladığı çocuklar hakkında haberler birbirini izliyordu.
O haberler, iktidar partisinin işini kolaylaştırdı: yasayı rahatça geçirebilmeleri için kamuoyu oluşturmakta epeyce yardımcı oldu. Özellikle de Sabah, Türkiye ve Yeni Akit’in başı çektiği bu yayınlar sayesinde sokak köpekleri düşmanlaştırıldı; korku nesnesi haline getirildi.
Şimdi memleketin dört bir yanından köpek cinayeti haberleri geliyor; köpekler zehirleniyor, yavru köpekler öldürülüyor. Yasa geçmeden önce köpek saldırısı haberleri yapan gazeteler, haber siteleri, televizyonlar, köpek katliamlarını da görmezden geliyor; yok sayıyorlar.
Sabah’ın, Denizli’de 13 köpeğin sulama havuzunda boğularak öldürülmesini, köpek saldırısı haberleriyle birlikte ilk sayfadan görmesi nadir görülen olumlu bir örnekti. Ama aynı gazete sokak köpeklerinin yaraladığı bir kişiye atfen “Mama lobisi hükümeti eleştirmem için 5 milyon lira rüşvet teklif etti” gibi uçuk kaçık, muhatabı belli olmayan bir iddiayı yayımladı.
“Başıboş köpekler yoğun bakımlık yaptı”, “Sözde hayvansever böyle tehdit etmiş” haberlerini sürdüren Akşam ve Yeni Şafak da köpek cinayetlerini görmezden gelmeye devam ediyor. Habertürk TV’de Fevzi Çakır da sokak köpeklerine mama götürülmesi ile yoksulların et yiyememesini kıyaslayarak bu hayvanlara karşıtlığı körükledi.
Böyle bir ortamda Hürriyet de çıkmış, bu katliamların önlenmesi için “iktidarıyla muhalefetiyle tüm politikacılara çıkıp konuşmaları” çağrısında bulunuyor! İyi de çağrının muhatabı yanlış. Bu katliam ortamını yaratan, sokak köpeklerini ülkenin birincil problemi gibi gösteren AKP yöneticileriydi. Tabii ki bir de sokak köpeklerini düşmanlaştıran iktidar medyası.
Köpek katliamını durdurmak için asıl konuşması ve dillerini değiştirmeleri gereken iktidar ve medyası. Ama elbette muhalif medya da köpek cinayetleri gibi köpek saldırısı haberlerine değer vermeli; saldırıya uğrayan ve sorun yaşayan insanlara da empatiyle yaklaşabilmeli.
Yunanistan’a gidenlerin restoran fişi paylaşması da moda oldu, medya da bunları hiç sorgulamadan incelemeden haber yapıyor. İbrahim Tatlıses’in oğlu İdo Tatlıses’in sosyal medya hesabından paylaştığı restoran fişi de CNNTürk, Gazete Duvar, Sözcü, TGRT, Türkiye, Takvim, Yeni Çağ ve daha onlarca sitede haber oldu:
“İdo Tatlıses’in Yunanistan’da ödediği 5 kişilik hesap herkesi şaşırttı! ‘Gırtlağımıza kadar yedik.”
Haber sadece İdo Tatlıses’in yazdıklarına dayanıyordu, onun üzerine sözcük bile ilave edilmemişti. Toplam tutarın 71.50 Euro (2647, 50 TL) olduğu fişteki yemeklerin ne olduğuna bile bakılmamıştı, ben baktım menüye:
“Karbonara soslu makarna 10 Euro, Bolonez soslu makarna 9 Euro, Musakka 10 Euro, Patates 4 Euro, Mantar 7 Euro, Ballı susamlı manouri peyniri (2) 13 Euro, Yunan salatası 7.50 Euro, Su 2 Euro, Cola (3) 9 Euro.”
Fişteki isimleri Türkçeye çevirince öyle söylendiği gibi bir menü olmadığı anlaşılıyor. Ana yemek olarak iki makarna ve bir musakka var, gerisi salata ve mezeler. İçilenler de cola ve su.
Böyle bir menüyü içeriğine bile bakmadan “Beş kişi gırtlağına kadar yedi” diye haber yapmak abartılı. Yunanistan, Türkiye’den daha ucuz olabilir ama bunu genellemeler yapmadan, paylaşılan fişleri de inceleyerek haber yapmak gerçeğe sadık kalmamızı sağlar.
Eski alışkanlıklar hâlâ devam ediyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bakanlarla toplanacağı günler “Kabine toplanıyor”, “Bakanlar Kurulu toplantısı” gibisinden haberler yazılıp, söyleniyor.
Yeni Şafak yazarı İhsan Aktaş geçenlerde yazısına, “AK Parti’nin kuruluş yıldönümünde hükümet icraatları neden konuşulmaz” başlığı koymuştu. Uzun uzun “hükümet icraatları”ndan söz ediyordu. Akşam, Sabah ve Yeni Şafak da geçen hafta “Kabine Ahlat’ta” haberleri yaptı.
Her ne kadar iktidar çevreleri, Türkiye’ye özgü başkanlık sistemine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verseler de Anayasa’da ne hükümet var ne kabine ne de Bakanlar Kurulu. Sadece Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı’nın atadığı bakanlar var bu sistemde.
O nedenle artık hükümet, kabine, bakanlar kurulu gibi tanımlar yerine “Cumhurbaşkanı ve bakanları” demek daha doğru. Anayasal tanım bu. Erdoğan’ın bakanlarıyla bir araya gelmesiyle ilgili haberlerde de “Erdoğan bakanlarla toplandı” gibi ifadeler kullanmak duruma daha uygun.
İktidar medyasının “hükümet” ve “kabine”den söz etmesi, Anayasal olarak Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan Erdoğan’a “Başkan” diye hitap etmek gibi bilinçli bir tercih. Ama yanlış…
İktidar medyası, İngiltere’de sokakları karıştıran olayları, yabancılara saldırıları müthiş ilgiyle izliyor. En çok da kıvılcımın sosyal medyada çakmış olmasını, sosyal medyanın kullanılmasını öne çıkarıyorlar. Fakat başlıklarına da yansıyan bir çarpıklık var haberlerinde:
“İngiltere’de aşırı sağı sokağa döken yalan haberi başlattığı iddiasıyla bir kadın gözaltına alındı” (AA), “İngiltere’de yalan haber paylaşımına gözaltı” (Sabah), “Yalan haber yayan kadın gözaltında” (Türkiye), “İngiltere’de yalan haber tutuklaması” (Yeni Şafak).
Başlıklarda “yalan haber” vurgusu var ama gözaltına alınan Bernadette Spofforth adlı kadın bir gazeteci değil, paylaştığı da haber değil. Kadın, nereden uydurduysa saldırgan diye bir Müslüman adını paylaşmış, bunun üzerine camilere ve yabancılara saldırılar başlamış.
Ama iktidar medyası, “paylaşım” yerine “haber” diye aktararak ilgisiz yere gazetecileri bu yanlışla ilişkilendirmiş oluyor.
Gazeteciler, haber yazarken sözcüklerini doğru seçip, özenli bir dil kullanmalı. Yanlış kullanılan sözcükler, İngiltere’ye ilişkin haberlerde olduğu gibi farklı anlamlar yaratır. Hele ki başlıklardaki sözcükler daha da önemli. Zira bazı insanlar sadece başlıklara göz atıp geçiyor.
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]