Haber: İsa Örken – İstanbul
İşte anlattıkları:
Ben ilk günden beri deprem bölgesindeyim. Filistin asıllıyım. Filistin’deki savaşı gördüm. Suriye ve Ukrayna savaşlarını gördüm. Dünyanın birçok yerindeki doğal felaketleri izledim ama Hatay kadar kötü durumda bir yer görmedim. İnsanlar şaşkın. Şehir bir anda yerle bir olmuş. İnsanlar ne yapacağını bilmiyor. Yaşayanlar da ölü gibi dolaşıyorlar. Buradaki durumu kelimelerle ifade etmek çok.
Aslında çok zor. Psikolojik olarak kendimi çok kötü hissediyorum. Her tarafta ölüler vardı. Hem bu psikolojik sorunun üstesinden gelmek hem de profesyonel olmam gerek. O yüzden bir balans yapmalıyız. Sabahtan gecenin geç saatlerine kadar çekim yapıyoruz. İnsanlar sürekli bağırıyorlar; “hükümet nerede, devlet nerede,” diyorlar. Ben onları anlıyorum gerçekten. Çünkü insanlar çaresiz. Her tarafta ölüler var.
Evet kesinlikle. Zaten her gün canlı yayın yapılıyor burada. Kanaldan da sürekli arayıp; “eğer iyi hissetmiyorsanız dönebilirsiniz,” diyorlar. Ama ben burada kalmak istiyorum. İnsanların dertlerini duyurmak istiyorum. Burada yaşanan trajediyi tüm dünya görsün duysun istiyorum. O yüzden buradan gitmiyorum haber yapmaya devam edeceğim.
Hayır şimdiye kadar hiçbir engelle karşılaşmadım. Sadece Rusya kanalı olduğu için bazen insanlar tepki gösteriyorlar. Suriyelilerle konuşmak istiyorum ama Rus kanalına konuşmak istemiyorlar. Elbette onları anlıyorum ve saygı duyuyorum.
Ben depremin olduğu gün İstanbul’dan yola çıktım ve öbür günün akşamında Hatay’daydım. Buraya vardığımda şok geçirdim. Bu kadarını beklemiyordum. Hatay bir savaş alanı gibiydi. İnsan çığlıkları, yardım çağrıları, çaresizlik… Çok çaresiz hissediyor insan. İlk büyük depremin üstünden günler geçmiş ancak insanlar halen şoktalar. Burada kime sorsan mutlaka bir eşini, dostunu, akrabasını kaybetmiştir. Bütün bir kenti hatta ülkeyi etkileyen bir deprem.
İşimi en iyi şekilde yapma çabasıyla durumun üstesinden gelmeye çalışıyorum. “Buradaki bir hikâyeyi nasıl anlatırsam insanlara dokunurum?” diye düşünüyorum. Böyle büyük felaketlerde bence insan çok da profesyonel davranamıyor, “insanlara nasıl yardımcı olabilirim diye düşünüyor.” Düşünmek derken şu; “İnsanlara erzak götürmek, ihtiyaçlarını bulup onlara sağlamak, onlara merkezlerin yerini söylemek.” Yani sadece insanların hikayelerini duyurmak yeterli gelmiyor. Fiziksel olarak da bir şey yapma ihtiyacı hissediyor insan. Bu tartışılan bir durum, gazetecilik etiği açısından, ama bence şeffaf olduktan sonra bir gazetecinin gönüllülük yapmasında da sorun yok. Böyle yapınca birazcık da olsa üstesinden gelebiliyor insan.
Açıkçası hem avantajları var hem de dezavantajları var. Serbest çalışınca zamanını kendin ayarlayabiliyorsun. Haberini yazıp gönderdikten sonra çıkıp gönüllü olarak insanlara yardım edebilirsiniz. Ancak bir kuruma bağlı olsan anlık olarak senden haber beklenir ve yaptığın haber de çok etkili ve etkileyici olmaz. Tabii arkanda bir kurumun olması birçok avantaj da sağlıyor sana. Özellikle güvencesiz çalışmak böyle felaket zamanlarında çok büyük zorluklar çıkarıyor.
Deprem olduktan bir buçuk gün sonra Hatay’a ulaşabildim. Geldiğimde karşılaştığım manzara açıkçası daha önce çalıştığım hiçbir yere benzemiyordu. Daha önce bu bölgeye çok gelirdim, Reyhanlı üzerinden Suriye’ye girip çıkardık. Ezberimde olan sokakları tekrar geldiğimde tanıyamadım. İnsanların acılarını gördüğümde inanılmaz etkilendim. Daha önce de bazı bölgelerde insanların hayatını kaybettiği felaketlere şahit olmuştum ama hiç bu kadar etkilenmemiştim. Oralarda hep dışarıdan bir göz olarak bakabiliyordum ama burada tanıdığım bildiğim insanlar hayatını kaybettiler. Bildiğim sokaklar yok olmuş. Felaketin büyüklüğüne hepimiz şahit olduk ama bu kadar büyük bir felaketin karşısında devletin takındığı tavır açıkçası beni öfkelendirdi. Devlet müdahalede geç kaldı bir de üstüne üstelik bununla ilgili ciddi bir eleştiri de yapmadı yöneticiler. Röportaj yaptığım yabancı arama kurtarma ekipleri de koordinasyonsuzluktan çok şikâyet ediyorlardı. Ciddi bir koordinasyon olmadığı için çalışamadıklarını söylüyorlardı.
Kendimi çok kötü ve çaresiz hissettiğim zamanlar oldu. Çünkü insanlar çok büyük acılar çekiyor ve ben elimi uzatıp yardım edemiyorum. Ama ben de yaptığım işi en iyi şekilde yaparak, insanların hikayelerini en etkili şekilde anlatıp olabildiğince kamuoyunda duyarlılık oluşmasına katkı sunabiliyorum ancak. Biz gazeteciyiz. Eğer zaten böyle büyük felaketlerin karşında kendi ruh sağlığımızı koruyamıyorsak gazetecilik de yapmamalıyız. Gazeteci her şartta büyük acılar karşısında güçlü durmalı ki o büyük acıyı duyurabilsin. O insanların sesi olabilsin.
İnsanlar çok büyük bir şok ve acı yaşadığı için bazen bize tepki gösteriyorlar. Anlıyorum tabii onları da. Fotoğrafını çektiğim bir aile beni darp etmeye kalktı mesela. Ben gazeteci olduğumu söyleyerek, sesini duyurmaya çalıştığımı belirttim. Sonra yakama yapışarak; “lütfen sesimizi duyur,” diye bana yalvardılar. Böyle büyük felaketlerde kimin ne tepki vereceğini, neyle karşılaşacağını bilemiyorsun. Bireysel olarak herhangi bir engellemeye maruz kalmadım ama bizzat şahit olduğum plakasız jammer araçlarıyla sinyaller kesildi. Twitter’a erişim engellendi. Bu yeteri kadar büyük bir engelleme.
Erdoğan Alayumat – Serbest Gazeteci
Depremin ilk gününden beri Antakya’dayım. Ben beş yıl boyunca burada gazetecilik yaptım. Antakya’nın neredeyse bütün sokaklarını, bütün ilçelerini gezdim. Her yerini çok iyi bildiğim bir şehir yok oldu. Daha önce tanığım insanlar, haber kaynaklarım, arkadaşlarım, dostlarım öldü. Eski Antakya tarafında, Saray caddesine gidip oraları fotoğraflıyordum. Bir enkazı fotoğrafladığım sırada önde iki ceset torbası vardı. Torbaları açıp kimlik tespiti yapıyorlardı. Yüzler açıldığında, onların yıllarca burada benim de avukatlığımı yapan Hatice abla, Mithat ağabey, yani Hatice Can ile Mithat Can’nın cesetleri olduğunu gördüm. Orada donup kaldım.
Aslında üstesinden gelemiyorum, ama bu insanlara karşı sorumluluklarım var benim. Hatice Can bu kente çok fazla dokunmuştur. Dokunmadığı insan yoktur Antakya’da. Suriye savaşının başladığı dönemden itibaren beş yıl burada çalıştım. Gazeteciler için de çok zor bir dönemdi burada çalışmak ama Hatice Can bizim için çok şey yaptı. “İsterseniz gelip benim ofisimi kullanabilirsiniz,” derdi hep.
Burada yaşanan trajediyi belgelerken, tarihe not düşüyoruz aslında. Yarın öbür gün kayıtlar, arşivler açıldığında insan hakları kurumları, uluslararası kurumlar, “depremde şu şu ihlaller yaşandı” dediğinde bunlar bizim çektiğimiz görüntülerle tespit edilecek. Böyle düşündüğümde çalışmaya devam etme zorunluluğu hissediyorum doğal olarak. Bütün bu sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra yasımızı tutmamız gerekiyorsa o zaman oturur yasımızı da tutarız.
Yıllarca kurumsalda çalıştım ancak yıllardır da serbest çalışıyorum. Bir kurum olduğunda da açıkçası güvencesiz çalıştım. Sadece ben değil birçok gazeteci bir kurumda çalışırken de güvencesiz çalıştı ve çalışıyor. Dolayısıyla güvencesiz çalışmayı maalesef kanıksamış durumdayız. Serbest çalışmanın zorluklarından birisi yarın öbür gün başımıza bir iş geldiğinden haber gönderdiğimiz yerler de bu bizim çalışanımızdır deme gibi bir durumları yok. Burada bir enkaza girdim başıma bir şey geldi mesela tek başımayım.
Haber yaptığım kurumlarla sürekli diyalog halindeyiz. Sürekli beni soruyorlar. “Nasılsınız? Bir şeye ihtiyacınız var mı?” Diye soruyorlar. Hatta çalıştığım kurumlardan birisi; “İsterseniz dönebilirsiniz. Topladığınız bütün haberleri gönderirsiniz bize. Yeniden dönmek istediğinizde destek sunabiliriz,” dedi. Bu önemli bir destek bence. Tabii ki işin gerçekliğini onlar da belgelemek, yayınlamak istiyorlar tüm boyutlarıyla.
Burada serbest çalışan gazetecilerin çoğunun hiçbir olanakları yok, gidebilecekleri bir yerleri ve imkanları yok. Güvencesiz bir şekilde ve bu zor şartlarda mesleklerini icra etmeye çalışıyorlar.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.