Haber: Cansu Erginkoç
2019 yılında yaptığım bir sokak röportajında soruyordum: “iklim krizi nedir?” Ankara’nın Kuğulu Parkı’ndan, Ulus’una, Tunalı’dan Kızılay’a pek çok kuşaktan insana yönelttiğimiz bu sorunun ne yazık ki en azından bilgiye dayandığına inanabileceğimiz hiç doğru yanıt çıkmamıştı. Türkiye için henüz aşırı sıcaklar, hasat zamanı yağan yağmurlar, hava kirliliği, orman yangınları ya da ormansızlaştırma gibi konular gündemde yer edinmeyi başaramıyor. Ocasio-Cortez’e selam gönderecek olursak: “İnsanlara temiz hava ve temiz su konusundaki endişelerinin ve arzularının elitist olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?”[1]
Öte yandan, hem haberlerde hem de halk arasında sıklıkla karşımıza çıkan bilimsel bir gerçeklik küresel ısınma. Haberlerde bilhassa geride bıraktığımız yaz ayı boyunca sıklıkla gördük: “50 yılın en sıcak altıncı Ağustos ayı yaşandı.”[2]; “Avrupa’da ‘en sıcak’ eylül ayının ardından ekimde de sıcak dalgaları bekleniyor”[3]; Eskişehir’de, Adana’da, Hatay’da sıcaklık rekorları kırılırken, halktan da bu durumu destekleyecek ifadeler sıklıkla duyuluyor: “bu yaz bir başka sıcaktı…”
Küresel ısınmadaki bu dramatik artış iklim değişikliğinin bir “kriz” halini aldığına işaret ederken Türkiye’de ve dünyada ekolojiye yönelik tutum halen sermaye odaklı olabiliyor. iklim krizine karşı yaşam alanını savunmaya çalışan köylüler jandarmayla, polisle “marjinaller” olarak karşı karşıya kalıyor. İklim krizi, Paris Anlaşması, hükümetler nezdinde göz ardı edilebiliyor.
Örneğin, iki yıldan bu yana 750 dönümlük bir alanda gece gündüz nöbet tutuyor İkizköylüler… Muğla’nın Milas ilçesi İkizköy yakınında bulunan Akbelen ormanları için. 24 Temmuz Pazartesi sabahı saat 06.00’dan bu yana bu yana, bölgede çalıştırdığı iki kömürlü termik santrale yeni linyit kömürü yatakları açmaya çalışan YK Enerji AŞ.(Yeniköy Kemerköy Enerji) devletin güvenlik güçlerinin korumasıyla Akbelen ormanlarında ağaç kıyımına başladı. Akbelen direnişi devam ederken, Düzmece’den eko-kırım[6] haberleri geliyor. Antakya halkı jandarmaya sesleniyor: “Bu kadar asker enkazda gelseydi binlerce kişi hayatta kalacaktı”[7]
Ekoloji ve yaşam hakkı savunucuları arasında ise, kadınların ön saflarda yer alması göze çarpıyor. Ağaçları sarılarak korumaya çalışan 7’den 77’ye kadınların portreleri… Gezi’de de, İkizdere’de de, İkizköy’de de, Dikmece’de de… Kadınlar yaşamı savunuyor.
Kadınların ekoloji mücadelelerinde saklı iki küresel sorunun kesişimini görmek mümkün: iklim krizi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Bir başka deyişle, iklim krizi’nin de gölgesinde beyaz-elit-erkek kombinasyonu dinlenirken, krizlerin etkisi en çok toplumun geri kalanı tarafından hissediliyor: kadınlar, LGBTİ+lar, köylüler, işçiler, hayvanlar…
Örneğin, Akbelen ormanının yok edilmesiyle insana ve hayvana ve bittabi doğaya ait pek çok yaşam alanı Limak Holding tarafından işgal edilirken; Türkiye’nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi Kesin Korunacak Hayvan Türleri listesinde yer alan Karabaşlı ve Maskeli Ötleğen ve Büyük Baştankara kuşlarının yaşam alanları sermayeye peşkeş çekiliyor.
Konuya ilişkin sorularımızı Polen Ekoloji İnisiyatifi ve İklim Adaleti İnisiyatifi ile konuştuk.
Aldığımız cevapları, Türkiye’den güncel örneklerle açıklamaya çalışalım beraber. Öncelikle, toplumun bir kesiminin ilk kez karşılaşmış olabileceği kavramlardan söz etmek ve iklim krizini açıklamak gerekirse, iklim krizi, acil önlem alınması gereken iklim değişikliği durumuna deniyor. Daha önceleri iklim değişikliği olarak adlandırılan küresel ısınma kaynaklı doğal felaketler ve iklim değişiklikleri, durumun vehameti ve aciliyetini vurgulamak amacıyla iklim krizi vurgusuyla anılıyor artık.
İklim Adaleti Koalisyonu, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin “İklim Değişikliği 2023” raporunu hatırlatarak, “sanayi devriminden bu yana sıcaklık artışının 1,1°C’ye ulaştığını ve fosil yakıtların küresel ısınmadan büyük oranda sorumlu tutulduğunu” ifade ediyor ve ekliyor:
“2100 yılına kadar 3,2°C’lik bir küresel ısınma ile karşı karşıya kalabiliriz. IPCC’nin 1,5°C ile sınırlamaya çalıştığı küresel sıcaklık artışının 3°C’ın üstüne çıkması iklimde istikrarsızlık, afetlerde öngörülemezlik anlamına geliyor, pozitif döngülerin tetiklenmesi riskini artırıyor.”
Kayıtlara “2021 Türkiye Orman Yangınları” olarak geçen 12 Ağustos 2021 itibarıyla; çoğunluğu Akdeniz, Ege, Marmara, Batı Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki 53 ilde çıkan 299 orman yangınlarında, 8 kişi hayatını kaybederken, önceki yıllara göre büyük artışla 150 binden fazla hektar orman alanı ve yerleşim yerini küle döndü ve binlerce hayvan hayvanın hayatını kaybetmişti. Bugün de Türkiye’de orman yangınları devam ederken, İklim Adaleti Koalisyonu iklim krizinin “geleceğe ait” bir yok oluş tehdidi olmadığının altını çiziyor:
“Küresel sıcaklıkta minimal düzeydeki her artışla birlikte küresel su döngüsünde öngörülemeyen değişimler, kuraklık ve yangınlar, yıkıcı seller, aşırı deniz seviyesi olaylarına tanıklık ediyoruz.”
Polen Ekoloji Kolektifi de benzer bir vurguyla iklim krizinin güncel krizlerden biri olduğunun altını çizerek iklim krizini, “Değişen iklim koşulları, kriz terimi ile birlikte anıldığında bir “devrilme noktası”na yol açabilecek belirleyici acil durum evresinde yaşadığımızı anlamamızı sağlamaktadır.” şeklinde tanımlıyor. Polen Ekoloji’nin bu çerçevedeki bir diğer vurgusu ise, iklim krizinin yarattığı küresel etkilerin toplumsal krizleri de beraberinde getirdiği gerçeği:
“Yeryüzündeki canlı yaşamın oluşmasına imkân tanıyan küresel sıcaklığın 2 derece artması demek, birçok canlı türünün yok oluşundan tarımsal faaliyetlere kadar birçok döngünün kırılması demektir. Kutuplardaki buzulların erimesi, okyanusların su seviyesinin yükselmesi, sıcak ve soğuk hava akımlarının değişmesi gibi birbirini tetikleyen birçok krizin iç içe geçmiş halini ifade ediyor aslında, iklim krizi. Rekor kıran sıcaklık, seller, fırtınalar, kuraklık ve dünyanın dört bir yanındaki toplulukları etkileyen orman yangınları, hâlihazırda karşı karşıya olduğumuz ciddi risklerin de altını çiziyor.
Her küresel/toplumsal krizde karşılaşmaya alışkın olduğumuz “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” iklim krizi söz konusu olduğunda da kendini gösteriyor. Polen Ekoloji İnisiyatifi, iklim krizi, toplumsal ve ekonomik krizlerde doğadaki ve toplumdaki en dezavantajlı, korumasız kesimlerin daha fazla mağdur edildiğini ifade ederek, iklim krizinin de sonuçlarından serbest piyasa koşullarında yaşayan işçilerin, mültecilerin, siyahların, kadınların ve diğer dezavantajlı grupların yıkıma uğradığını ifade ediyor. Polen Ekoloji kadınlara biçilen toplumsal cinsiyet rollerine de değinerek, toplumsal yeniden üretimdeki rolleri nedeniyle kadınların, bilhassa göçmen ve/veya ezilen halklardan kadınların iklim krizi çerçevesinde de rollerinin pekiştirildiğinin altını çiziyor. Buna göre kadınların evin idaresinde, çocukların bakımında, ev içi emek noktasında verdiği emeğin katlandığının, iklim krizinin yarattığı ekstra koşulların görünmeyen emek üzerinde “katalizör rolü” olduğunu ifade ediyor.
Yine mevsimlik tarım işçileri ile görüşmek üzere kameraman olarak gittiğim bir haberi anımsıyorum. Mevsimlik tarım işçilerinin sorunları başlı başına başka bir haber konusu olmakla birlikte “mevsimlik tarım işçisi kadınlar”ın sorunları tam da bu haberin içinde yer buluyor. İçme ve kullanılmak üzere suya erişimde sorun yaşayan işçi kadınlar, bu durumun kendilerini daha da etkilediğini ifade ediyor: “çocukların bakımı bizde, yemek bizde, çamaşır bulaşık bizde. Çadırda da olsa yemek pişmiyorsa sırtında sopa yine bizde. Su yoksa, yemek nasıl olacak?” Diğer yandan, kadınların bilhassa regl olduğu dönemlerde suya erişimi bir sağlık problemi ki bu da başlı başına bir haber: regl yoksulluğu.[8]
Adalet kavramıyla bu noktada bir araya geliyor iklim krizi. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de kapsayan bir toplumsal adalet hareketinin adına dönüşüyor: iklim adaleti.
İklim Adaleti Koalisyonu, iklim adaletinin yalnızca emisyon miktarları sonucu olan ve sadece bilim insanlarının karar verebileceği bir konu olmadığını ifade ederken, iklim krizinin neden-sonuç ilişkisinin de çözümünün de toplumsal bir mesele olduğunun altını çiziyor:
“İklim adaleti talebimiz, dünya iklim sisteminin farklı coğrafyalarda farklı şekillerde değişmesi; yanı sıra diğer doğa tahribatlarının sömürü ilişkilerindeki eşitsiz ilişkiler sonucu eşitsiz dağılımı ile ülkeler arasındaki sorumluluk, etkilenme ve uyum sağlama kapasitesi üzerinden yaşanan adaletsizliklerle ilgilidir. İklim değişikliğinin etkileri sınıfsal, cinsel, etnik eşitsizliklerle ve tür ayrımcılığıyla iç içe geçerek gün geçtikçe derinleşiyor. Baskı ve tahakküm ilişkileri, güvencesiz olan nüfusu iklim krizi karşısında savunmasız bırakıp daha da kırılganlaştırıyor.”
İklim adaletine ilişkin Polen Ekoloji’den de benzer bir hatırlatma geliyor: “iklim krizinin sonuçlarından en fazla etkilenenler ise iklim krizinin doğmasında ya hiç ya da çok az payları olan ülkeler ve halklarıdır. Bu ülkeler ve halkları zaten gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından sömürgeleştirildikleri için yoksul, gelişmemiş durumdadır. Şehirlerinin altyapıları, eğitim ve sağlık sistemleri çökertilmiştir, emperyalistlerin desteği ile ayakta kalan diktatörlüklerce yönetilir. Dolayısıyla sellerde, kuraklıklarda, aşırı sıcaklıklarda vb. kuşkusuz en çok bu ülkelerdeki yoksullar, işçiler yıkıma uğramaktadır.”
Haberin girişinde de yer vermiştik, ekoloji mücadelesinin ön saflarında kadınlar, LGBTİ+lar, hayvan hakları aktivistleri/veganlar, yaşam savunucuları yer alıyor. Bunun bir tesadüfe indirgenemeyeceğini hatırlatan Polen Ekoloji, yaşamda en çok ezilen, sömürülen, dışlanan kesimlerin bu kesimler olduğunu söylüyor. “Ezilenlerin ezileni” olarak tanımladıkları bu kesimin yıkımdan en çok etkilenenler olduğu gerçeğiyle, direnişin de ön saflarında yer alığını belirtiyor.
İklim adaleti ve toplumsal cinsiyet kesişimselliğine ilişkin İklim Adaleti Koalisyonu da Katrina Kasırgası’nı hatırlatıyor:
“2003 yılında Katrina Kasırgası sırasında Afro-Amerikan kadınlar hayatta kalmak için çok zorlu engellerle karşı karşıya kaldılar. Ölen kadınların sayısı erkeklere göre çok daha fazla idi. Hayatta kalmayı başaran kadınlar felaket sonrasında cinsel saldırılara uğradılar ve onlarca kadının tecavüze uğradığı rapor edildi. Bu durum bize cinsiyetin, ırkın ve ideolojilerin yoksulluk ekseninde nasıl birleştiğini gösteren önemli bir örnek.”
Sorular ve sorunlar belli iken, karar verici mekanizmalara ilişkin çözüm önerilerini soruyoruz yaşam savunucularına. Polen Ekoloji’nin çağrısı yerelden başlıyor. Tıpkı bugünkü Akbelen direnişi gibi yerel direnişlerin doğrudan kapitalizme yönelik bir direnişe dönüştürülmesi gerektiğini ifade ederek, ekolojik siyasetin işçi, köylü, kadın, anti-kolonyalist, anti-emperyalist, enternasyonalist hareketlerle sağlamlaştırılması gerektiğinin altını çiziyor.
İklim Adaleti Koalisyonu da benzer şekilde yerel vurgusuyla başlayarak açıklıyor misyonunu: “Yerelden enternasyonele, enternasyonelden yerele mücadele ağlarını birbirini destekler ve büyütür şekilde örmek, doğa talanını hızlandıran savaş stratejilerine karşı tüm coğrafyalarda barış taleplerinin sesini yükseltmek amacıyla emek, kadın, LGBTİ+ ve diğer toplumsal hareket alanlarının mücadeleleriyle birlikte yaşamı savunmak için toplumsal alan örgütleri ile kesişimsel ağlar üzerine yükselen bir koalisyon inşa etmeye çalışıyoruz. “
Yukarıda anlatılanlar ışığında, bir de “temiz hava ve su insan hakkıdır.” Önermesiyle yaşam savunucuları hükümetleri eko-kırım suçları işlememeye, başta Paris Anlaşması olmak üzere, doğanın, hayvanların ve doğal mirasın korunmasının hükümetlerin sorumluluğunda olduğunun altını çiziyor.
Bugün Türkiye’de halk plajlarının satılmasına yönelik protestolardan, Kanal İstanbul tartışmasına, ODTÜ Rant Yolu Projesi’nden, Akbelen’deki direnişçilere yapılan saldırılar sürerken, Türkiye bir sıcaklık rekoruna daha imza atıyor: Hatay’da hava 50 dereceyi görüyor, Ankaralılar sıcakla tanışıyor… İklim krizi, yarının bir sorunu olmadığı gibi, yarın geçecek bir şey de değil. İklim krizini durdurmak için yerel, ulusal, uluslararası hareket artık kaçınılmaz görünüyor…
———————————————————————–
[1]‘This is not an elitist issue’: AOC on Republican inaction on climate change –video, Guardian News.
Erişim Linki: https://www.youtube.com/watch?v=m5M8vvEhCFI Erişim Tarihi: 30.07.2023
[2] Yeşil Gazete: Türkiye’de 50 yılın en sıcak altıncı Ağustos ayı yaşandı.” Erişim Linki: https://yesilgazete.org/turkiyede-son-50-yilin-en-sicak-altinci-agustosu-yasandi/ Erişim Tarihi: 05.10.2023
[3] Yeşil Gazete: Avrupa’da ‘en sıcak’ eylül ayının ardından ekimde de sıcak dalgaları bekleniyor. Erişim Linki: https://yesilgazete.org/avrupada-en-sicak-eylul-ayinin-ardindan-ekimde-de-sicak-dalgalari-bekleniyor/ Erişim Tarihi: 05.10.2023
[4] Bazı iklim aktivistleri küresel ısınmanın insanmerkezli olarak arttığına işaret etmek için “küresel ısıtma” olarak ifade etmeyi tercih ediyor.
[5] İklim Haber: Erdoğan Akbelen Direnişçilerini Hedef Aldı: “Marjinallerle İlgilenmiyoruz” Erişim Linki: https://www.iklimhaber.org/erdogan-akbelen-direniscilerini-hedef-aldi-marjinallerle-ilgilenmiyoruz/ Erişim Tarihi: 14.09.2023
[6] Ekokırım suçu: “Çevreye ağır ve geniş çapta ya da ağır ve uzun vadeli bir biçimde zarara yol açmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bilincinde, yasa dışı veya keyfi olarak işlenen fiiller ekokırım suçunu oluşturur.”
[7] Ekoloji Radarı, Twitter. Erişim Linki: https://twitter.com/EkolojiR/status/1685950051237957632?s=20 Erişim Tarihi: 31.07.2023
[8] İnstagram/cansuerginkoc “Regl yoksulluğu”. Erişim Linki: https://www.instagram.com/reel/CkyY0RNjko0/?utm_source=ig_web_copy_link&igshid=MzRlODBiNWFlZA== Erişim Tarihi: 14.08.2023
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.