Fatma Boz
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, geçen yıl dünyanın en büyük longoz ormanından birini barındıran Kırklareli İğneada’ya üçüncü nükleer santral projesinin Çin ortaklığıyla yapılması için görüşmeleri sürdüğünü açıkladı. Bölge halkı ve çevre örgütleri ise projenin hem deniz hem de karada “çevre felaketine” yol açacağı konusunda uyarıyor. “Bütün Balkanlar tehdit altında” diyen çevreciler, radyoaktif nükleer atıkların, yüzlerce yıl doğada kalacağını belirterek, “Gelecek nesile miras olarak nükleer atık bırakıyoruz” diyor.
Türkiye’nin ilk nükleer projesi olan Mersin Akkkuyu santralinin yapımı Rusya ortaklığıda devam ediyor. İkinci nükleer santral projesi olan Sinop’ta ise japon ortaklığıyla santral yapımı için imzalar atıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanı 2015 yılında dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun’un, “Üçüncü nükleer santral projesi alanı” olarak açıkladığı longoz ormanlarına ev sahipliği yapan İğneada’yı açıkladı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alpaslan Bayraktar, üçüncü nükleer santral için Çin ile anlaşmaya çok yakın olduklarını duyurdu. Çevre örgütleri ve bölge halkı ise bu açıklamalar nedeniyle tetikte.
İğneada’ya nükleer santral yapımının yaratacağı riskler ve nükleer santral projesinin son durumunu, Doğa ve Kültür Derneği Başkanı Göksal Çidem ve Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz’e sorduk.
Göksal Çidem, proje dosyasının henüz ellerinde olmadığını belirterek, projenin yapım yeri tam olarak belli olmasa da İğneada Kıyıköy mevki olabileceğieni ifade etti.
Nükleer santralin deniz kıyısına yapılmasının yanlış olduğunu anlatan Çidem, şu görüşleri dile getirdi:
“Ukrayna nükleer santrali Karadeniz kıyısına projelendirmiyor. Karadeniz kıyısında deniz çayırları var. Bu deniz çayırları aynı zamanda balık tarlası yani soğutma suyunu denizden aldıklarında deniz suyundaki sıcaklık deniz çayırlarını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla balıkçılığı etkileyecektir. Bu da bizlerinde imzaladığı Bükreş Sözleşmesini yok saymak oluyor. Bükreş Sözleşmesi, ‘Karadeniz’in ekolojik yapısının bozulmaması gerekiyor’ diyor. Bu sözleşmede 6 ülke var biri de Türkiye.”
Dünyanın yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneldiği bir süreçte Türkiye’nin nükleeri öncelemesinin yanlışlığına işaret eden Çidem, İğneada projesi hayata geçerse, sadece Türkiye’nin değil, tüm Balkanlar’ın risk altında olacağı görüşünü dile getirdi. Nükleerin pahalı bir enerji olduğunu vurgulayan Çidem, santralin yaratacağı diğer olumsuzlukları şöyle anlattı:
“Hem kara hem denizde büyük bir risk var. Belki hiçbir şey olmayacak ama olduğunda da felaket kapıda. Hem deniz hem ekosistem olumsuz etkileyecek bir proje. Bahsedilen yerin tamamı orman. Bu proje yapılırsa, binlerce hektar orman alanını yok etmek demek. Temiz enerji deniliyor ama en büyük karbon yutak alanları ormanlar ve deniz çayırları, çünkü oksijen üretiyor. Bu alanları yok edip temiz enerji üretilecek denilemez. İğneada longoz ormanları Avrupa ve Asya’nın en büyük ormanları arasında.”
Ekosfer Yönetim Kurulu üyesi Özgür Gürbüz ise nükleer santral kazalarının, teknolojik önlemler gelişse de tümüyle engellemenin mümkün olmadığı görüşünde. Geçmiş yıllarda Çernobil ve ABD’de yaşanan kazaları anımsatan Gürbüz, “Temelde nükleer santrallerin çekirdek erimesini durdurabilecek bir tek koruma sistemi var o da dizel jeneratörler. Nükleer reaktör kontrol edemezsiniz ve bu da çekirdek erimesine kadar gider. Bu ihtimal hale ortada böyle bir kaza olursa da radyasyonun dışarıya yayılmasına doğru çok ciddi zararlar verebilir” dedi.
Çernobil ve Fukişama santraline yakın alanların tarıma da yerleşime de uygun olmadığına dikkat çeken Gürbüz, bu durumun canlıların ölümüne hatta mutasyonuna yol açtığını söyledi. “Nükleer kazayı tarif etme çok zor ama dünyanın başına gelebilecek en büyük kaza” diyen Gürbüz, en önemli sorunlardan birisinin de “nükleer atıklar” olacağını vurguladı.
Nükleer atıklara teknolojinin de çözüm bulamadığını belirten Gürbüz, atıkların tehlikesine ilişkin ise şu görüşleri dile getirdi:
“Nükleer Santrali koyduğunuz yakıtlara nükleer reaksiyon başlattığınız anda siz artık nükleer atık üreten bir fabrika oluyorsunuz. Nükleer atıklarda yüzlerce yıl radyoaktif maddeler var. Bunlarları yok edebilecek bir teknoloji yok elimizde. Ne söylüyor nükleer endüstri? ‘Bunları siz alırsınız çeşitli koruma kapları içinde yerin altına gömersiniz. ‘Plütonyum-239 gibi nükleer atıkların radyoaktif kalma süreleri 204 bin yıldır. Bizden yıllar sonra gelecek nesile miras olarak nükleer atık bırakıyoruz” dedi.
Nükleer santral yapımı için deniz Mersin, Sinop ve Kırklareli tercihindeki iki kriterin, soğutma ihtiyacı için suya ihtiyaç olması ve deprem riskinin düşüklüğü olduğunu kaydeden Gürbüz, bu nedenle deniz kıyısındaki alanların seçildiğini dile getirdi.
Türkiye’nin nükleer santrale ihtiyacı olmadığını savunan Gürbüz yenilenebilir enerji kaynaklarını önerdi:
“Türkiye’nin nükleere ihtiyacı yok. Türkiye rüzgar ve güneş yönünden çok şanslı bir ülke. Avrupa’nın en iyi rüzgar ve güneş potansiyeline sahip bunun yanında jeotermal enerjilere sahip hali hazırda elektrik gücü var. Bunların yanında Türkiye’nin yeni nükleer enerji santrallerinden bahsediyor olması ve birden fazla kurmayı planlaması bile pek anlaşılabilir değil.“
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.