Son zamanlarda zorlayan, didikleyen soru sormak neredeyse unutuldu. Gazeteciler, sanki o politikacının danışmanıymış gibi sorular soruyorlar. En çarpıcı örneği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bosna-Hersek gezisi dönüşü uçakta yaşanmıştı. Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Emin Pazarcı, uzun bir girişten sonra “Cumhuriyetin 100. yılını kutladığımız bir noktada CHP ne yapmak, bizi nereye götürmek istiyor?” diye sormuştu! Erdoğan’ın yanıtı kısa ve netti; “Yani siz aslında sorunun içinde cevabı verdiniz.” Yanıttan da anlaşılacağı gibi gazeteci, yanıtını almak üzere soru sormamıştı; Erdoğan’a CHP’yi eleştirmesi için yol açmaya çalışmıştı.
Erdoğan’ın Türkmenistan dönüşündeki sohbet de bir gazetecinin nasıl soru sormaması gerektiğini göstermesi bakımından öğreticiydi. AKP MKYK üyesi ve Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, 6 yaşındaki kıza cinsel istismar olayını sorarken tam 16 cümleyle AKP iktidarının icraatını Erdoğan’a övmüş; en sonunda da “Devlet elinden geleni yapmış ama bunu bir adım daha ileriye götürmek için bir eylem planı çalışmanız var mı çocukları koruma noktasında?” demişti. Soru böyle bir dille yöneltilince, Erdoğan da bir tarikatın önde gelen isimlerinin cinsel istismar vakasına karışmasından söz etmek yerine CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun konuyu ele alış tarzını eleştirerek meseleyi geçiştirmeyi seçmişti.
Rivayete göre İBB Başkanı İmamoğlu hakkındaki mahkeme kararı da Erdoğan’a sorulmuş ama İletişim Başkanlığı deşifre metninden ayıklayınca yazılamamıştı. Nasıl bir gazetecilikse…
Elbette sadece Erdoğan ve iktidar partisi mensuplarının gazetecilerle karşılaşmalarında ortaya çıkmıyor soru olmayan sorular. Ekrem İmamoğlu’nun 28 Kasım’da makamında gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısındaki soruların üslubu da Erdoğan’ın uçağındakilerden çok farklı değildi. İmamoğlu’na sorulan dört soru şu cümlelerle sonlanıyordu:
“…Bununla ilgili bir açıklamanız olacak mı? Siz bu konuda ne söylemek istersiniz? Bu da çok konuşuldu. Bunun için ne dersiniz yani?”
Aslında bunlar soru değil! Bir gazeteci böyle “Efendim, bir şeyler lütfedin de haber yapalım” tarzı konuşmaz. Nitekim gazeteciler sıkıştırmayınca İmamoğlu da istediğini söylemiş; CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile tartışmalarına ilişkin “Bahsi geçen kelimeleri bir kadın olarak söylememiştir diye düşünüyorum’ deyip savuşturmuştu konuyu.
Böyle sorular yönelten gazeteciler, aslında merak edip yanıt almak için değil de politikacıya dilediğini söylemesi için yardımcı olma misyonunu yerine getirmiş oluyorlar. Bunun adına dostluk, yandaşlık, danışmanlık gibi sıfatlar yakıştırılabilir ama gazetecilik faaliyeti denemez. Gazeteci, sorularıyla politikacıyı zorlamaktan, hatta açık ve dürüst yanıt vermediği takdirde sinirlendirmekten de kaçınmamalı.
Yeni nesil spor yayıncılığı
Hürriyet Spor Servisi Müdürü Mehmet Arslan, “Mbappe ve Messi’nin kozmik odalarına yolculuk” başlıklı yazısında New York Times’ın satın aldığı spor sitesi The Athletic’in spor yayıncılığına getirdiği yeni anlayışı övüyordu. The Athletic ile “yeni nesil futbol yorumculuğu”nun doğduğunu, yayıncılık teknolojisinin değiştiğini vurguluyor; “The Athletic 20 kişilik ekiple dünya kupasında futbol yorumculuğunu başka bir seviyeye taşıdı” diyordu.
Mehmet Arslan, dünya kupasını bu denli geniş bir ekiple izlemenin yararından söz etse de Hürriyet, bu Dünya Kupası’nı izlemek için -Uğur Meleke dışında- spor yazarlarını Katar’a göndermemişti. Sadece Hürriyet de değil, bildiğim kadarıyla Katar’da, TRT’nin yolladığı üç yorumcu, AA’dan iki foto muhabiri gibi birkaç kişi dışında Türkiye spor medyasından neredeyse hiç kimse yoktu…
Zaten son yıllarda spor yazarları -tabii diğer alanlarda da durum farklı değil- sponsor firmalar götürürse yurtdışındaki karşılaşmaları, turnuvaları izleyebiliyorlar. Aksi halde ekran başından izlemekle yetiniyorlar.
Şirketlerle ilişkiler o kadar girift hale gelmiş ki, spor sayfalarında örtülü reklam haberlerinden de geçilmiyor. Son örneği, 27 Kasım’da Hürriyet’in spor sayfasında yayımlanan “Sağlıklı yaşam için koş” haberiydi. Bir süt ürünleri firmasının örtülü reklamı olan yarım sayfalık haberin altında da o firmanın reklamı bulunuyordu.
Haber diye reklam yayımlamakla meşgul olan bir spor sayfasında daha “kaliteli” spor yayıncılığı nasıl yapılabilir ki?
Süper muhabir aynı anda 5 ülkede!
Korkusuz gazetesinin 14 Aralık sayısının son sayfasında beş ayrı haberde aynı muhabirin imzası vardı; Feridun Çil… Okurlardan Aziz Naci Doğan dikkatimi çekti bu imzaya…
“Kronik ağrıya karşı ıhlamur” (İtalya), “Evcil köpekler adamı parçaladı” (Avustralya), “IŞİD Çinlilerin otelini bombaladı” (Afganistan), “Kore’nin Tarkan’ı Jin Kim, asker oldu” (G. Kore), “Eksi 3 derecede yüzme keyfi” (İngiltere) başlıklı bu haberlerin tümü de farklı ülkelerden yazılmıştı. Üstelik de haberlerin hiçbirinde kaynak gösterilmiyordu; sanki o haberleri Korkusuz muhabiri kendisi üretmiş gibi sunuluyordu okura.
Oysa interneti tarayınca anlaşılıyor; Korkusuz, bu haberleri yabancı sitelerden araklamış, sonra da muhabirinin imzasını koymuştu. O yüzden Feridun Çil, aynı anda beş ülkeden birden haber yazabilen “süper muhabir” oluvermişti! Zaten Korkusuz muhabirlerinin tümü “süper muhabir”. Gazetecilik ilkeleri ve okura saygı hak getire…
Tek cümleyle:
ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
HABER : Faruk Bildirici
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.