DOLAR 32,3400 0.23%
EURO 35,1184 -0.14%
ALTIN 2.306,031,27
Ankara
17°

KAPALI

admin

admin

29 Şubat 2024 Perşembe

9.Köy e-Dergi 74. Sayı yayında!

9.Köy e-Dergi 74. Sayı yayında!
1

BEĞENDİM

ABONE OL
Devamını Oku

Hatay Hristiyan toplumu ritüellerini de yaşayamaz oldu

Hatay Hristiyan toplumu ritüellerini de yaşayamaz oldu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ceylan Sağlam
Kapak fotoğrafı: Çağlar Oskay – Depo Photos

Türkiye, 6 Şubat 2023 gecesi, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde saat 04:17’de meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki depremle sarsıldı. Ardından saat 13:24’te merkez üssü Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi olan 7.6 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha meydana geldi. Depremler, 11 ilde yıkıma neden oldu. Yaklaşık 14 milyon yurttaşın etkilendiği depremlerde; Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ illerinde, resmi açıklamalara göre 53 bin 537 kişi yaşamını yitirdi.

Depremlerin ardından, özellikle Türkiye’de medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Hatay’da on binlerce kişinin hayatını kaybetmesi, kültürel yapıların yıkılması dünyadaki ve Türkiye’deki Hataylıyı derinden etkiledi. Antik kentleri, inanç merkezleri ve sayısız tarihi eserlerden şehrin merkezi konumunda olan Hatay’ın Antakya ilçesindeki geçmişine sığdırdığı en önemli özelliği, dinler mozaiğine sahip olan şehirde birçok geleneğin bir arada olmasıydı. Birçok dini inancın ve kültürün ev sahipliğinde yıllardır barış içinde yaşayan toplumlardan biri olan Hatay’da Hristiyanlar için ise depremin acısının yanında ibadethanelerinin yıkılmış olması derin bir hüzne de neden oldu.

 

Hatay’da 16 kilise zarar gördü

Hristiyanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Hatay, dört büyük patriklik merkezlerinden biri olma özelliğine sahip. dünyanın ilk Katolik Kilisesi olan Saint Pierre Kilisesi,  St. Simon Stylite Manastırı, Yayladağı Barleam Manastırı ve Keldağı Barleam Manastırı gibi önemli manastırlara ev sahipliği yaptı.

TBMM Dilekçe Komisyonu, 2019 yılında yayınladığı raporda Hristiyan ve Yahudilere ait Türkiye’de ibadethaneler ve derneklerin sayısını 398 kilise, 38 sinagog, 3 havra olduğunu, Hristiyan ve Yahudilerin 24 tane de derneği olduğunu açıklamıştı.  6 Şubat depremlerinden sonra ise Hatay’da hasar gören yüzlerce konutun arasında ülkedeki 398 kiliseden 16 tanesinin de zarar görmesi üzerine 2023 yılında İskenderun Karasun Manuk Ermeni Kilisesi Vakıf Başkanı Yusuf Tabaş, bu kiliselerde ibadethane yapılamadığını söylemişti.

 

Vakıf kültür varlıklarının onarımına yönelik 482,6 milyon lira bütçe ayrıldı

Cumhurbaşkanlığı’nın 2024 yılına ilişkin yayınladığı Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Yeniden İmar ve Gelişme Raporunda; Taşınmaz Kültür Varlıklarına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik kapsamında özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının korunması amacıyla verilen nakdi yardımların arttırıldığı bilgisine yer verildi. Ayrıca aynı raporda, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından deprem bölgesindeki vakıf kültür varlıklarının onarımına yönelik 482,6 milyon lira bütçe ayrıldığı da belirtildi.

 

Hristiyanlar Hatay‘a geri dönüyor ama ne kadar orada yaşayacaklar belli değil

Anna Maria Beylunioğlu

Hatay’da 16 kilisenin zarar görmesinin ardından Türkiye’nin azınlıkları içinde yer alan Hristiyanların ibadetlerine ilişkin bilgi almak için Rum Ortodoksların Platformu Nehna’dan Anna Maria Beylunioğlu’na mikrofon uzattık. Beylunioğlu, depremle birlikte zarar gören ibadethanelere ilişkin ve Hataylı Hıristiyanlar hakkında şu bilgileri verdi:

“Bütün kiliseler tamamen yıkılmadı ama oldukça zarar gürdü. Antakya Kilise’miz tamamen yıkıldı. İskenderun’da iki kilise vardı bir tanesi büyük ölçüde hasarlıydı. Geçtiğimiz haftalarda yıkımı gerçekleşti. İbadet devam ediyor ama çok da sağlıklı bir durum olduğunu söylemek mümkün değil. Hatay’da kalan insanlar için umut buradaki kiliselerin hala aktif bir şekilde devam ediyor olması. 57 insanımızı kaybettik bizim cemaatten. Bütün Antakya toplumunda tabi oldukça fazla kayıp var ama bizim toplumumuz için 57 rakamı çok yüksek. Azalan azınlık nüfuslarını düşündüğünüzde Türkiye’de bizim için çok fazla.

Her canın ölümü bir evi yaktı. İlk depremin ardından Antakya merkez çok ciddi etkilendiği için kalan aile sayısı çok az, neredeyse 20 aileye kadar düştü.

Antakya farklı bir kozaydı onlar için. Çünkü diğer yerlerden farklı olarak Antakya’da birçok toplum bir arada yaşıyor, dolayısıyla Hristiyan toplumu inancını son noktasına kadar yaşıyordu. Depremin ardından İstanbul’a, Ankara’ya, Mersin’e gitti. Özellikle Samandağ’dan Mersin’e göç fazla. Mersin’e gidenler yine bir kilise etrafında inançlarını yaşamaya devam edebiliyorlar. Bu yüzden Mersin önemli bir tercihti ama yine İstanbul’a ve Ankara’ya gidenlerin sayısı az değil. Buraya gidenler kendilerini geniş bir toplumun içinde tek başına buldular.

Dolayısıyla İstanbul’da kilise var ama İstanbul Rumlarının kiliseleri bir Antakya gibi bir etki yaratmadı onlar için. Buralarda ibadet anlamında gitseler bile Antakya’da yaşadıkları gibi ritüelleri yaşamaya devam edemediklerini biliyorum. Mersin’de bile ne kadar Antakyalılar olsa da Antakya’nın kozası farklı bir noktaydı onlar için. Dolayısıyla giden birçok insan Antakya’ya geri döndü diye biliyoruz. Yapamadılar… Şehir dışında yapamadılar. Zor koşullara rağmen geri döndüler. Hepsi dönmedi belki ama dönenler olduğunu biliyoruz”

 

Beylunioğlu : Çocuklarının geleceği için göç etmek zorundalar

Beylunioğlu, zor koşullar içinde olan Antakya’ya dönen insanların ne kadar burada kalmaya devam edeceklerini bilmenin zor olduğunu söyledi. Yıkılan Antakya’nın barınma, eğitim ve sağlık gibi temel insani ihtiyaçlarının karşılanmasının zor olduğu süreçte, çocuklarının geleceği için şehirden taşınmayı düşünenlerin olduğunu belirtti. Beylunioğlu, sözlerine şöyle devam etti:

“Kiliseler oldukça hasarlı ve çok ciddi acılar var. Şehir eskisi gibi değil. Bayramlar bayram gibi artık kutlanamıyor. Çünkü çok büyük acı var.  Şu aşamada Antakya merkez çok ciddi hasarlı, kilise yok. Olmasa da İskenderun’da Samandağ’da Altınözü’nde ibadetler devam ediyor. Ancak, bu insanlar çok zor koşullar altında geri döndüler ve ne kadar burada kalmaya devam edebileceklerini bilmek zor. Çünkü şehirdeki şartlar hiç iyi bir durumda değil. Gerek eğitim açısından gerek sağlık açısından. İlkel şartlarda yaşamak zorundalar. Yer yer çadırlarda, konteynerlerde yaşamak zorundalar.

Kendileri istekleri ile gitmese bile çocuklarına gelecek arıyorlar. Özellikle azınlık cemaatleri ve dolayısıyla gitmek zorunda kalacaklar bir noktada. Eğer koşullar yakın zamanda sağlanamazsa… Hıristiyan toplumu özellikle eğitime önem veren bir toplum. Çocuklarının geleceği için bunu yapmak zorundalar ve yollarını arıyorlar. Antakya’yı Antakya yapanlardan biri Hıristiyan topluklarıydı. En önemli şey, gidecek olmaları… Şu anda evet ibadethaneler orta ve az hasarlı binalarda bir şekilde devam ediyor ama bunun geleceğini öngörmek çok zorlaşıyor. Açıkçası bundan da endişe duyuyoruz Nenha ekibi olarak.

Biz 4 Şubat’ta bir anma düzenledik, İstos Yayınları’nda. Oraya bir Antakyalı geldi ve ‘Ben, Antakya’da yaşarken yan komşumun duvarına tıklayarak bir kahve içmeye gidebiliyordum. Bunu İstanbul’da Ankara’da yapmam mümkün değil’ dedi.

Toplumu toplum yapan, Antakyalıları Antakyalı yapan Antakyalı Ortodoksları bir arada tutan şey beraberlik. Birbirleri ile dayanışıyorlar başka bir deyişle. Bu tamamen yok olmuş olacak. Bu toplumun geleceği, şehrin yapısı ile ilgili. Şeffaflık problemi var ve halkın çoğu ne olacağını bilmiyor. Çünkü şehrin içine baktığınızda rezerv alanları ilan edildi ve o alanların içinde tapusu olan insanlar, ne olacağını bilmiyorlar. İnsanlar endişe duyuyor. Burada nasıl gelecek kuracaklarına dair tahayyül, planların onlarla paylaşıldığı bir ortamda olabilir. Şu anda böyle bir süreç görmüyoruz.”

Beylunioğlu ayrıca, şehir plancısı Tuğçe Tezer’in desteği ile Antakya’nın hafızasını canlı tutmak için “hafızaharitası.com” sitesini açtıklarını ve bu siteye Antakya sokaklarında, binalarında, tarihi yapılarında anısı olanların fotoğraflarını yüklediğini söyledi. Bu site sayesinde duygusal anlarında yaşandığını ve anılarını canlı tutmak için mücadele ettiklerini ifade etti.

Rum Ortodoks Cemaati Başkanı Can Teymur ise, yıkılan kiliselerin ardından kısa zamanlı olmak üzere İskenderun’daki Aziz Corc Kilisesi’nde ayinlerin yapıldığını belirtti. Teymur, ayrıca Hatay’dan gidenlerin geri döndüklerini de söyledi. Teymur, şunları dedi:

Bütün kiliselerimiz maalesef büyük ölçüde ya yıkıldı ya depremden ciddi hasar gördü. Ama mevcut olan İskenderun’daki Aziz Corc Kilisesi’nde tahribat var ama kısa olmak üzere ayinler yapıyoruz. Dualarımızı iştirak ediyoruz. Onun haricinde depremden sonra cemaatimizden buradan giden insanlarımız oldu ama büyük ölçüde döndüler. Herkes artık bir şekilde yerleşim alanlarını organize etti.

Kiliselerimizdeki ayinler yapılamaz pozisyonda. Hatay’da bir Hristiyan topluluğu var. Çok kadim bir topluluk, yüzyıllar devam eden. Onlar burada yaşamlarına devam ediyorlar. Devletimizin bu konudaki, özellikle kültür mirası yapılar konusundaki desteklerine her zaman minnettarız.

Biliyorsunuz bu tür yapılar, tescilli kültür varlığı olduğu için biz münferit olarak kendi başımıza bazı şeyleri yapamayız. Dolayısıyla bakanlığımızın koruma kulunun yapılacak olan projelerinin onaylanmasından sonra, bu tür yapılar tekrar ayağa kaldırılacak. Bu da bir süreçtir. Bu bölgede ya da depremin hasar verdiği 11 ilimizdeki kültür varlıkları belli bir süreç içerisinde inşallah tekrar ayağa kaldırılacak.”

 

Kardeşliğin şehri: Kayıp olmayan Hatay

Teymur, “Başka kentlere göç etmiş yurttaşların inancını yaşama noktasında yaşadığı bir zorluk var mıdır” diye sorduğumuzda ise “Bize intikal eden böyle bir durum yok” yanıtını verdi. Teymur sözlerine şöyle devam etti:

Hollanda’da Fransa’da Almanya’da ailesi olan insanlarımız var. Yurt dışına ailelerinin yanına gidenler oldu ama böyle büyük bir durum olmadı. İstanbul’a giden oldu, Mersin’e giden oldu, Antalya’ya giden oldu, İzmir’e gidenler oldu. Özellikle Antakya halkımızdan giden insanlarımız oldu ama burada da ikamet eden, bölgemizde İskenderun’da Arsuz’da ikamet eden ailelerimiz hala var. Dışarıya giden ailelerimizin sayısı çok değil. Biz burada iç içe, kardeşçe beraberlik içinde yaşıyoruz.”

Teymur, sadece Hataylı Hristiyanlar için değil, Tüm depremzede yurttaşlar için dua ettiğini belirterek, sözlerini şu ifadelerle noktaladı:  “Sıkıntılar sadece bizimle ilgili değil, bütün vatandaşlarımız için konuşmak istiyorum. Maalesef çadırlarda, konteynerlerde yaşayan insanlar var. Biz onların tekrar tekrar normal şartlara dönmesi için dua ediyoruz. Bu badireden kurtulmak için hepimiz el birliği ile üstüne düşen görevi yaparsa, devletin katkısı da burada çok önemli, inanıyorum ki inşallah daha aydınlık günlerimiz olacak.”

 


“Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Ceylan Sağlam’ın sorumluluğu altındadır. Avrupa Birliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir. Gazeteciler Cemiyeti içeriğin üretilmesinde ve düzenlenmesinde rol almamıştır.”


 

Devamını Oku

“Gelecek yılın festivalinin fonu hiçbir zaman olmuyor”

“Gelecek yılın festivalinin fonu hiçbir zaman olmuyor”
9

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’de her yıl onlarca film festivali düzenleniyor. Bu festivallerin bir kısmı Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan, belediyelerden veya bankalardan destek alıyor. Diğer bir kısmı ise festival ekibi ve destekçilerinin ayırdığı bütçeyle, topladığı bağışlarla veya oluşturduğu kaynaklarla düzenlenerek ayakta kalmaya çalışıyor. Pandemi ve deprem gibi kriz dönemlerinde Türkiye’de ilk gözden çıkarılan genellikle kültür-sanat etkinlikleri oluyor. Festivaller kriz dönemleri dışında da sık sık erteleme, yasaklama, programlarına müdahale gibi sorunlarla karşılaşıyor. Türkiye’de yıllardır düzenlenen birçok festival, çeşitli sebeplerden dolayı düzenlenemediği için tarihe karışmış durumda. Türkiye’deki film festivallerinin sürdürülebilirliğini biri uzun metrajlı, diğeri kısa metrajlı olmak üzere iki film festivali üzerinden inceledik, “Türkiye’deki film festivalleri nasıl ayakta kalıyor?” sorusuna yanıt aradık.

EBRU APALAK

2023 yılında 24. yılını geride bırakan, Türkiye’nin birçok yerinden 20 binin üzerinde izleyiciye ulaşan Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nin Direktörü Yusuf Saygı, başlangıçta gönüllü olarak çalıştığı festivalin dokuz yıldır başında. Saygı, dört kişilik çekirdek bir ekiple düzenlenen festivale ilişkin “En büyük zorluk; maddi zorluklar. Festivaller, kişilerin insanüstü çabalarıyla devam ediyor” diyor. Yıl boyunca festivali ayakta tutmak için yurt dışından fon bulmaya çalıştıklarını, Avrupa Birliği fonlarına ikinci veya üçüncü katılımcı olarak başvurduklarını kaydediyor. Bu başvurunun “hem festival ekibinin projede çalışmasıyla az da olsa bir ekonomik girdi sağladığından ve hem de uluslararası bir işin bir parçası olarak bunu başka yerlerde kullanma şansları olduğundan” söz ediyor. Yurt dışı fonlarının yanında festivalin sürdürülebilirliği için izleme platformu oluşturarak filmlerin telif ücretlerini elde etme, oradan oluşturulacak fonla yarışmalarda film üretimine katkı sağlamak, film değişim programları oluşturmak gibi projeleri olduğunu aktarıyor.

Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Direktörü Yusuf Saygı

Yaklaşık 6 yıldır İzmir Sinema, Kültür ve Eğitim Derneği üzerinden düzenlenen İzmir Kısa Film Festivali, pandemi döneminde çevrim içi yapıldı. Direktör Saygı, festivali ayakta tutarken en çok önem verdikleri şeyleri şöyle sıralıyor: Filmlerin alt yazıları, gösterim kaliteleri, izleyiciyle buluşma koşulları ve film ekipleriyle söyleşiler. 24 yıldır aralıksız sürdürdükleri festivalin kemik bir izleyici kitlesi olduğunu belirtiyor. Festivalin ayakta kalmasının birinci dayanağının izleyiciler olduğuna dikkat çeken Saygı, ikinci dayanağının ise ekibin yaptığı ek işler olduğunu şöyle dile getiriyor:

“Festival devam ederken bile para kazanmak için koşturduğumuz bazı şeyler de oluyor. İnan,ok zor oluyor. Bunları yapmayla ilgili durumlarımızın olmasından dolayı bu iş katlanılabilir ve devam edilebilir hâle geliyor.”

Yabancı konukların İzmir Kısa’ya katılma yöntemi: “Biz de gelelim, kendimiz ödeyelim”

Saygı, ekonomik krizin festivale etkisine dair şunları vurguluyor: “Ekonomik kriz bizi tabii ki etkiliyor. Çünkü konaklamayla ilgili geçen seneki fiyatlar bu sene iki katına çıktı. Ulaşım maliyetleri çok ciddi arttı. Festivali bu yıl yapabilmemiz elimizdeki bazı eski cihazları satmamızla oldu. Oradan sağladığımız ciddi bir fon oldu. Kendi kendimizi fonlama dediğim şey bu.” Ekonomik ortama uyum sağlamaya çalıştıklarını kaydederek, iki yıl önce krizin etkisiyle festivale yurt dışından gelen konukları azaltmak zorunda kaldıklarını söylüyor. 2023’te yaptıkları 24. Festivale yurt dışından davet ettikleri misafirler dışında kendi isteğiyle gelmek isteyen kişilerin “Biz de gelelim, kendimiz ödeyelim” dediklerini aktarıyor. Ekonomik koşullar yüzünden konuklara bir sınırlama getirmek zorunda olduklarını belirterek, “Çünkü geldikten sonra fazladan bir yemeğe, organizasyona onları da davet etmek zor. Orada artı bir bile zor ama bu sene yurtdışından bayağı katılımcımız oldu” ifadelerini kullanıyor.

Festivali İzmir’de düzenlemelerinin festivalin sürmesinde etkili olduğunu, “İzmir’in karar verici nitelikte olan yerel aktörlerine ulaşabilme kolaylığı” diyerek işaret ediyor. İzmir Kısa’nın yurt dışında da görünür olduğunun altını çizen Saygı, Çin’in en büyük kısa film festivalinde Türkiye Yılı ilân ettiğini, Türkiye’den bir kısa filmi gösterdiğini, ardından 2 Çinli yönetmenin İzmir’e gelerek kentte Türk ekiple film çektiklerini, daha sonra bu filmin Çin’deki festivalde gösterildiğini anlatıyor. “Şu an Türkiye’de kısa film festivali denince yurt dışından bakılınca görünür olmak bu çok büyük bir artı” diyor. Türkiye’nin tek Oscar Qualification sertifikasına sahip festivali İzmir Kısa’da izleyicilerle buluşan filmlerden bazılarının Oscar’ın finalist filmleri arasında yer aldığını hatırlatıyor.

IZFF Koordinatörü Ayşegül Tarla Ateş: Festivali bu yıl kendi kaynaklarımızla yaptık

Gaziantep’te düzenlenen Uluslararası Zeugma Film Festivali (IZFF), 10 yıldır varlığını sürdürüyor. Festival 10. yaşını geride bıraksa da festivalin yolculuğu 2010 yılında Kırkayak Kültür Derneği’nin kurulmasıyla başlıyor. Festival Koordinatörü Ayşegül Tarla Ateş, “Aslında 14 yıllık bir festivaliz” diyor. Sinemacı yazar Onat Kutlar’ın “Sinema, bir şenliktir” sözünden yola çıkarak düzenlenen festival, ilk iki yıl Kutlar’ın adıyla Gaziantepli sinemaseverlerle buluştu. Daha sonra IZFF adını alan festivalde filmler yarışmıyor. Kâr marjı gütmeyen Festival, sinemacılarla sinema izleyicilerini bir araya getirmek, Gaziantep’te farklı sinema seçkilerini göstermek, dayanışma ve buluşma noktaları oluşturma hedefleriyle düzenleniyor.

6 Şubat depremi nedeniyle dayanışma temasıyla düzenlenen 10. IZFF ne Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ne de Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nden destek aldı. “Festivali bu yıl tamamen kendi kaynaklarımızla yaptık” diyen Ateş, bu bakımdan film festivallerinin devamlılığının zor olduğuna şu sözlerle işaret ediyor:

“Aslında gelecek yılın festivalinin fonu hiçbir zaman olmuyor. Anadolu’da bizim gibi birçok böyle festival var ama çok değiliz. Onun sürdürülebilirliği çok zor. Bunun için bildiğimiz ve birbirimizle dayanıştığımız arkadaşlarımız var. Destek alıyoruz ama tabii bu hiçbir zaman maddi bir destek değil. ‘Daha çok şunu şuradan bulabiliriz. Bunu böyle yapabiliriz. Şunu şu şekilde yapsanız mı?’ diye birbirimizle konuştuğumuz oluyor ama bir dayanışma ağı olmadı. Herkes kendi etkinliğinin yapılmasına o kadar yoğunlaşıyor ki yanınızdakini bile göremediğiniz anlar oluyor.” 

“Hedefimiz şehirde kendimize ait bağımsız bir sinema olması”
Ateş, Türkiye’de festival düzenlemenin en büyük zorluğunun fon bulmak olduğunu vurgulayarak, “Gelir getirici başka sponsorlar, destekçi kurumlar ya da kişiler dışında başka bir kaynağınız olmuyor. O yüzden bunu sürdürmek biraz zor oluyor” diyor. Gaziantep’te festival düzenlemenin zor olduğuna da değinerek, fonların büyük şehirlerdeki veya büyük bütçeli festivallere ayrıldığına dikkat çekiyor. Türkiye’deki mevcut ekonomik krizin festivalin küçülmesine sebep olduğunu belirten Ateş, geçmiş festivallerde dört sinema salonu olan Gaziantep’te günümüzde tek bir sinema salonu olduğunu ve festival kapsamındaki film seçkilerini orada göstermek zorunda kaldıklarını şöyle anlatıyor:

Ayşegül Tarla Ateş

“O dönemler daha fazla film gösteriyormuşuz ama yıllar geçtikçe, ekonomik nedenlerden dolayı bütçeler daha farklı bir boyuta geldikçe bunu kısıyorsunuz. Yani film sayısından, getirmek istediğiniz yönetmen ve oyuncu sayısından, kısa filmlerden kısıyorsunuz. Bütün filmlerinizi küçültmeye başlıyorsunuz Aslında ekonomik kriz böyle bir şey. Tek bir sinema salonuna gidiyorsunuz ve o salonda göstermek zorunda kalıyorsunuz.”

Ateş, hayallerinin kentte bağımsız bir sinema salonu açılması ve festivali burada düzenlemek olduğunu kayda geçirdi: “Aslında hedefimiz; şehirde kendimize ait bağımsız bir sinema olması. Çünkü bu da bir sorun. AVM dışında bir sinema salonu yok ve ona mecbursunuz. Daha özgün gösterimler yapmak isteniyorsa, bağımsız bir sinema salonunun olması gerekiyor ve en büyük umudumuz, hayalimiz; bağımsız bir sinema salonumuzun olması.”

Ekonomik kriz yüzünden Zeugma’da filmlere altyazı yapılamadı

Kırkayak Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlediği IZFF’nin ikinci yılından itibaren filmler Türkçe, Arapça ve İngilizce altyazılı olarak gösteriliyor. Antep’in Suriye’deki iç savaşın ardından en çok göç alan illerden biri olması, bunun temel sebebi. Türkiye filmlerinin Arapça, Orta Doğu filmlerinin ise Türkçe altyazıyla gösterilmesi iki toplumun birbirlerinin sinemalarını tanımalarını sağladı. Ancak Kırkayak Kültür, 2023 yılındaki 10. Festival’de ekonomik kriz yüzünden filmlere alt yazı yapamadı. Son festivale Suriyeli kültür-sanat takipçileri ve aktörlerinin katılamadığını söyleyen Ateş, herkese açık ve ücretsiz olan açılış galasına dair, “Bu yıl alt yazı yapamadık. Ekip olarak o galada toplumumuzun diğer kesimini aradık. Onlar da gelebilirlerdi. Çünkü geliyorlardı… ‘Hangi filme Arapça alt yazı koydunuz?’ diye sordular. ‘Bu yıl koyamadık’ dedik. Onlar da ‘Biz çevirirdik’ dediler. Çünkü dayanışma böyle bir şey. 10 yıldır göçmen ve mülteciler üzerine kimseyi geride bırakmama ilkesiyle çalışıyoruz, kültür ve sanatı onları da içine alacak şekilde yapmaya çalışıyoruz. Bu konuda Türkiye’de tek olduğumuzu düşünüyorum.”

Ateş, zor geçtiğini söylediği festivalin 10 yılını “Çok zor zamanlar geçirdik ama 10. yıla gelebilmenin de ayrı bir mutluluğunu yaşadık. Onu sürdürebilmek insana apayrı bir umut veriyor” sözleriyle değerlendiriyor.

 


“Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Ebru Apalak’ın sorumluluğu altındadır. Avrupa Birliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir. Gazeteciler Cemiyeti içeriğin üretilmesinde ve düzenlenmesinde rol almamıştır.”


 

Devamını Oku

“İlle de Roman olsun” ama ne zaman?

“İlle de Roman olsun” ama ne zaman?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 


Cumhuriyetin 100. yılında, 14 Mayıs’ta yapılan genel seçimlerin yarattığı heyecan ve bütün tartışmalar yeni yeni son bulurken, Türkiye yerel seçimlere gidiyor. Her seçim döneminde göz kırpılan, ancak sorunlarına çözüm bulamayan Roman ve Abdalların siyasetteki temsil sorunu ve siyasetten etkilenen hayatları mercek altına alınmayı hak ediyor. Nüfusları resmi olarak bilinmese de Roman ve Abdallar, yaklaşık 12 milyon kişi olduklarını iddia ediyor.

Geçtiğimiz yasama döneminde Mecliste iki milletvekili ile temsil edilen Romanlar ve Abdalların bu dönemde bir temsilcileri yok…

Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, İstanbul sokaklarında “İlle de Roman olsun” şarkısı ile oy istediği ülkede, çadırlarda yaşamak zorunda kalan yaklaşık 50 bin Roman’ın sorunları sandıktan sandığa ancak hatırlanıyor.

Romanların temsilcisi olan Güzel Parti Genel Başkanı Hüseyin Akbulut, kış aylarında çadırda yaşayan çocukların yıkanamadıkları için koktuklarını, bu yüzden okuldan atıldığını anlattı. Abdal ve Domların temsilcisi Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar ise, çocukların yüzde 80’inin okuyamadıklarından bahsetti.  


Ceylan SAĞLAM

İnsan Hakları Gündemi Derneği’nde yer alan bilgilere göre Romanlar, Hindistan’ın Pencap-Sind nehir havzası boyunca Pakistan ve Afganistan’ın içinde bulunduğu bölgelerden 1050 yılı civarında İran ve Anadolu üzerinden dünyaya yayılmış Hint-Avrupa kökenli bir halk. Kökeni, Bizans döneminde yaşamış Atsinganoi ya da Athinganoi adı verilen gruplara dayanan Türkiye’deki Romanların nüfusu, üç ana dilsel grup olan Romanlar, Domlar ve Lomlardan oluşmakta. Bu üç grup da farklı kültürlere sahip. Türkiye Romanların dini inanışları Sünni, Şii ve Yezidi olarak çeşitlilik gösteriyor.

Abdallar ise, Abdalların konar göçer olarak Horasan’dan geldiği ve Türkmen kökenli olan Alevilerdir. Doğuş Partisi Genel Başkanı Karalar, Abdalların çalgıcılık ve hurdacılık ile geçimlerini sağladığını ve Güney Doğu Anadolu, Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde yaygın olarak yasladıklarını anlattı.

Türkiye Cumhuriyet’in 100’üncü yılında yerel seçimlere giderken kimi zaman siyasi malzeme olarak görülen kimi zaman da sorunları görünmez olan iki kimliğe kulaklarını tıkamış bir halde. Sağlıktan eğitime kadar birçok engellerle karşılaşan Türkiye’deki ötekilerden Romanlar ve Abdallar, pazarlık konusu olmaktan öteye geçemedi. Türkiye’de herkesin yaşadığı yoksulluğa ilişkin sorunlarına çözüm üretilemeyen Roman ve Abdal vatandaşlar, Türkiye’de görünmez oldukları için oldukça öfkeli. Bu yüzden kendi partilerini kurarak yola çıkan bu iki toplum, siyasetteki temsil sorununa çözüm üretmek için çabalıyor.

Türk Dil Kurumu’na göre “temsil” kavramı; birinin veya bir topluluğun adına davranma demek. Türkiye’nin öteki yüzünde ise bu temsil kavramının anlamı, kimi zaman sorunlarının haykırışı ya da ölümcül sorunlara bir çözüm anlamına geliyor. Geçtiğimiz dönemlerde Roman ve Abdal vatandaşların sorunları ana akım ve ana akım partiler tarafından sıkça dile getirilse de hiçbir çözüm bulunamadı.

Romanların sayısı devlet tarafından bilinmiyor

Devlet kaynaklarında nüfusu net olarak bilinmeyen Romanların sayısının en az 2 milyon 750 bin olduğu tahmin ediliyor. 2 Kasım 2020 tarihinde CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel, ülkedeki Roman vatandaşların sayısını ve ikameti olmaksızın çadırlarda yaşayan Roman vatandaş sayısını dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yanıtlaması istemiyle Meclis’e gündemine getirdi. Ancak, Soylu’nun 3 Şubat 2021 tarihinde verdiği yanıtta devlet kayıtlarında, bilginin olmadığı kaydedildi.

Soylu, “5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 7’inci maddesinde aile kütüklerinde bulunması gereken kişisel bilgiler belirtilmiş olup bu kapsamda Genel Müdürlüğümüzün veri tabanında soru önergesinde bahsi geçen Roman vatandaşlar ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır” yanıtını verdi.

Ancak, Süleyman Soylu 14 Mayıs 2023 Genel Seçimlerden önce İstanbul’da seçim turu çalışmaları kapsamında Beyoğlu ilçesinden geçerken, sayılarını ve çadırda yaşayanların sorunlarını bilmeden “İlle de Roman olsun” şarkısını söylemiş ve sosyal medyada gündem olmuştu.

Altan Sancar’ın 22 Mayıs 2023 tarihinde Diken’de yayınlanan haberine göre, AKP’li kaynaklar kendisine Roman seçmenlerin büyük kısmının AKP’ye oy verdiğini ifade etmişti. Yaptığım araştırma kapsamında, Türkiye’deki ötekilerin sorunlarının siyaset meydanında dile getirilmesi için kurulan iki partinin genel başkanları söz konusu iddiayı doğrular nitelikte açıklama yaptılar. Abdal ve Domları temsil eden Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar ve Romanları temsil eden Güzel Parti Genel Başkanı Hüseyin Akbulut, 14 Mayıs Genel Seçimlerinde Millet İttifakının oluşturduğu Altılı Masada kendilerine yer verilmediği için AKP’yi desteklediklerini ifade ettiler.

Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye’nin en tartışmalı ve en önemli seçim sürecine geriye dönüp baktığımızda 7 Haziran 2015 tarihinde CHP’nin İzmir Milletvekili olarak seçilen Özcan Purçu, Türkiye’nin ilk, Avrupa’nın da üçüncü Roman milletvekili olmuştu. 2018’de yapılan genel seçimlerde yeniden seçilen Purçu, 2023’teki genel seçimlerde aday olarak gösterilmedi.

Türkiye’de geçtiğimiz yıl gidilen genel seçimlerde, İzmir, İstanbul ve Edirne’den başvuran 10 Roman aday adayının milletvekili listelerine konulmaması üzerine Özcan Purçu, partisinden 19 Nisan 2023 tarihinde istifa ettiğini duyurmuştu. Purçu, X hesabından yaptığı paylaşımda, “İzmir, İstanbul ve Edirne’den başvuran 10 Roman aday adayının hiçbiri listeye konmamıştır. Bir oy önemli denirken; 7 milyon Roman görmezden gelinmiştir. Romanlar daha çok temsiliyet isterken; en büyük deprem Romanlara yaşatılmıştır” demişti.

Ancak, CHP İstanbul 2. Bölgeden Roman milletvekili adayı olarak, Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı ve Sosyal Demokrasi Vakfı Genel Sekreteri Elmas Arus’u milletvekili adayı olarak göstermişti. Arus, X hesabından “İstanbul 2. Bölgeden CHP’nin milletvekili adayıyım, Romanım, buradayım. 2002 yılından bu yana ulusal ve uluslararası düzeyde Rom, Dom, Lom ve Abdal gruplar için hak temelli sosyal politikalar üretiyorum” açıklamasını yapmıştı. Yapılan seçimlerde ise Arus, seçilememişti.

Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar ve Güzel Parti Genel Başkanı Hüseyin Akbulut, Roman ve Abdalların gündelik hayatta yaşadığı sorunların büyük bir kısmının siyasetteki temsil eksikliğinden kaynaklı olduğunu ifade ettiler. Ayrıca, 14 Mayıs Genel Seçimlerinden önce kurulan Altılı Masada kendilerine sandalye verilmemesinden dolayı CHP 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na kırgın oldukları için AKP’yi destekleme kararı aldıklarını da belirttiler.

27. ve 28. yasama yıllarında Romanlar ve Abdalların Meclisteki temsili ne?

24 Haziran 2018 Genel Seçimlerden sonra başlayan yeni siyasi dönemde, 27. yasama yılında iki Roman milletvekili TBMM’de yerini alırken; 14 Mayıs 2023 Genel Seçimlerden sonra başlayan 28’inci yasama yılında Roman vatandaşları temsil eden hiçbir milletvekili meclise girmedi. 27. dönem yasama yılında Romanları temsil eden iki milletvekili; Türkiye’nin iki büyük partisinden seçilerek çalışmalarına başlamışlardı. Bu isimler; AKP İzmir Milletvekili Cemal Bekle ve CHP İzmir Milletvekili Özcan Purçu idi.

Türkiye Büyük Millet Meclis’inin (https://www.tbmm.gov.tr) sitesinden açık verilerden faydalanarak yaptığım araştırma kapsamında Roman ve Abdal vatandaşlar ile ilgili yapılan çalışmaları derledim.

27. dönem yasama yılında Roman ve Abdal vatandaşların yaşadığı sorunlara ilişkin yapılan çalışmalara bakıldığında Romanlar ile ilgili toplamda 66 yazılı soru önergesi TBMM Başkanlığına sunuldu, bu önergelerin 13‘ünün cevaplanmadığı kağıtlarda ilan edildi. Aynı dönemde Romanlar ile ilgili toplamda 5 kanun teklifi verildi. Bu kanun tekliflerinin 3‘ü CHP Milletvekili Özcan Purçu’ya, 1‘i CHP Milletvekilleri Mahmut Tanal ve Özcan Purçu’ya, 1‘i de AKP Milletvekili Cemal Bekle’ye ait idi. Söz konusu kanun tekliflerinin hepsine teklifin sonucu olarak “hükümsüz” yanıtının yer aldığı görüldü. 27. dönem yasama yıllarında Romanların sorunlarına ilişkin meclise sunulan 9 araştırma önergelerinin ise yasama dönemi sona erdiğinden “hükümsüz” sayıldığı açık kaynaklarda yerini aldı.

28. dönem yasama yılında Dom ve Abdallar ile ilgili çalışmalara bakıldığında ise, Domların sorunlarına ilişkin meclise 2 soru önergesi verildi. Bunlardan biri HDP Antalya Milletvekili Kemal Bülbül tarafından Diyarbakır ilinde bulunan Domların sağlık hizmetlerine erişimine ilişkin sorunu meclis gündemine taşırken, diğeri ise 2020 yılında Domların sosyal yardımlara erişimine ilişkin sorunlar ile ilgili oldu. Söz konusu sorular ise cevaplanmadı. Yine Meclis çalışmalarında, Domlar ile ilgili herhangi bir araştırma önergesi ve kanun teklifinin Meclis Başkanlığına sunulmadığı tespit edildi.

Aynı dönem Abdallar ile ilgili Meclis çalışmalarına bakıldığında ise; 4 yıl içinde Abdalların sorunları ile ilgili araştırma önergesi ve kanun teklifi verilmediği görüldü. CHP Nevşehir Milletvekili Faruk Sarıaslan ise, 22 Eylül 2021 tarihinde Abdallık kültürünün yaşatılmasına ilişkin verdiği soru önergesi ile konuyu meclis gündemine taşıyarak Abdallar ile ilgili tek soru önergesi veren milletvekili oldu.

Çalgıcılık ile geçimlerini sağladığı bilinen Abdalların, Anadolu’nun müzik medeniyetinin özgün kesimlerinden olduğu belirtilen soru önergesinde, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a kültürün korunmasına yönelik ve Abdalların yaşadığı sorunlara ilişkin sorular soruldu.

Ersoy, söz konusu sorulara, “Günümüzde Anadolu’da yaşayan Abdallar çeşitli saz takımlarıyla, oyunlarıyla ve hikâyeleriyle toplumumuzun kültürel hayatında önemli bir yer tutmaktadırlar. Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından yıllık planlanan projeler kapsamında Abdalların yoğun olarak yaşadığı Kırşehir, Nevşehir ve Aydm gibi illerde belgesel video bant kayıt çalışmaları yapılmış; tespit edilen ve Genel Müdürlüğe başvuran mahalli nitelikteki sanatçılara, çalgı icra ve çalgı yapım tanıtım kartları verilmiştir. Bu kartlar sayesinde Abdalların çeşitli halk oyunları gruplarında görev almaları sağlanmış ve Genel Müdürlük bünyesinde gerçekleştirilen festivallere davet edilerek katılımları sağlanmıştır.

UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi çerçevesinde hazırlanan Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Ulusal Envanterine 2010 yılında Neşet Ertaş Halk Ozanlığı ve Abdallık Geleneği alanda, 2020 yılında ise Adem Göçer Abdallık Geleneği Davul Yapım ve İcrası alanda kaydedilmişlerdir. Böylelikle Abdallık Geleneğine yönelik toplumsal farkındalığın artmasına katkıda bulunulmuştur. Ayrıca, Abdallık Geleneği, Somut Olmayan Kültürel Miras Türkiye Ulusal Envanterine 2010 yılında kaydedilmiş, geleneğe ilişkin envanter verileri 2017 ve 2020 yıllarında gözden geçirilerek güncellenmiştir. Abdallık Geleneğine ilişkin tespit, kayıt altına alma, koruma ve yaşatma çalışmaları devam etmektedir” yanıtını verdi.

14 Mayıs 2023 genel seçimlerinden beri de mecliste temsilcisi olmayan Roman, Dom ve Abdallar ile ilgili tek bir soru önergesi, araştırma önergesi ya da kanun teklifi verilmedi.

Peki ya “ötekilerin” temsilcileri bu duruma ne diyor?

Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, özellikle yetkililer tarafından görünmez olan “ötekileri” derinden etkilemeye devam ediyor. Kadınları, çocukları, LGBTİ’leri, işçileri, yaşlıları, emeklileri… Bunların dışında gündelik yaşamımızda yanından geçerken kim olduğunu bilmediğimiz ya da Anadolu’nun ücra kentlerinde hayata tutunmaya çalışanların yaşadığı sorunların gündeme gelmesi ise günümüzde siyasi çatışmaların devam ettiği süreçte imkansız hale geliyor.

Türkiye’de demokrasi arayışında olanlar örgütlenerek, yaşadıkları sorunları kamuoyu ile paylaşma ve gündem oluşturmaya çalışıyor. Bu sayede yetkililerin gözünde görünür olma umudu ile çalışmalarına da devam ediyorlar. Geçtiğimiz yasama dönemlerinde iki kesimin oldukça görünmez olduğunu, derlediğimiz veriler de ortaya koyuyor.

Temsiliyet hakkı buldular ama Romanların sorunlarına çözüm bulamadılar

Güzel Parti Genel Başkanı Hüseyin Akbulut

Mecliste gündeme gelemeyen bu kesimlerin, örgütlendikleri partilerde neyi amaçladıklarını da Romanlar tarafından kurulan Güzel Parti Genel Başkanı Hüseyin Akbulut, Abdal ve Domlar tarafından kurulan Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar ile konuştuk.

Sorularımıza yanıt veren Akbulut, pandemi döneminde 10 Ağustos 2020 tarihinde Güzel Parti’nin kurulduğunu belirterek partinin kurulduğu zaman özellikle Roman ve Abdal camiası için büyük önem arz ettiği ifade etti. “Hakikaten halkın belki nefesi olabildik, sesi olabildik. Roman ve Abdalların dertlerine çare olabileceğimizi ümit ederek yola çıktık ve onlar da böyle bir umut beslemişlerdi. Ta ki bizim parti güçlenmeye başlayana kadar” diye konuşan Akbulut, birkaç televizyon programına çıktıklarını, sonrasında bu televizyon programlarına birileri tarafından gelen emirlerle bir daha çıkamadıklarını iddia etti.

Sadece Romanların değil, Türkiye’nin sesi olmak istediğini ifade eden Akbulut, “Biz bu topraklarda 2 bin yıldır varız; 2 bin yıldır biz bu topraklarda yaşıyoruz. Herkesi çok seviyoruz, sevmek zorundayız. Biz de milletin bir parçasıyız. Millet duygusu, insanlar birbirini çok severse ve ortak olarak yaşatabilirlerse bayrağına ve toprağına sadık kalırlarsa millet olur. Biz de dolayısıyla millet olmak istiyoruz” dedi.

Romanların gündelik hayatta yaşadığı sorunlara ilişkin Akbulut, “Romanlar çok ayrıştırıldı, ötekileştirildi, sınıflandırıldı. Fakat, bu kadar zulme karşı biz hiçbir zaman bir tepki gösteremedik. Bırakın tepkiyi, sesimizi dahi yükseltemedik” diye konuştu.

Romanların temsiliyet sorununa ilişkin konuşan Akbulut, “Daha önce Romanların mecliste iki milletvekili vardı. Biri AKP’den Cemal Bekler, bir tanesi de CHP’den Özcan Purçu. Tabii ki de Romanları temsil ettiler. Fakat kendi partilerinin programlarına uymak zorunda kaldılar. Dolayısıyla orada temsiliyet hakkı elde edildiğine dair mecliste bulundular, fakat Roman sorunlarını hiçbir zaman çözemediler” eleştirisinde de bulundu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki dönemlerde iki kez gündeme getirdiği “Roman Açılımına” da değinen Akbulut, söz konusu açılımların sorunlara çözemediğinden de bahsetti.

Akbulut, söz konusu açılımlara ilişkin; “Roman camiasına hiçbir şey sunulmadı. İçi boş bir teneke gibi Roman toplumu kandırıldı. Öteki taraftan CHP’den Özcan Purçu devamlı televizyonlarda konuştu fakat CHP’nin icraatlarına baktığımızda sorunları çözemedi. Mecliste temsiliyet hakkı buldular ama Roman sorunlarına hiçbir zaman çözüm bulamadılar” diye tepki gösterdi.

CHP’ye küsen Roman seçmenler AKP’ye oy verdi

Türkiye’de Roman, Abdal, Dom toplumlarının toplam nüfusunun 12 milyon olduğunu iddia eden Akbulut, “Bu 12 milyon içinde 8 milyon oy kullanan insan var. Bu da yüzde 15-16 gibi bir oran. Önümüzde bir belediye başkanlığı seçimi var; bu belediye başkanlığı seçimlerinde aday çıkarmak istiyoruz. Bizim maddi olanağımız yok, bu işler zengin insanların yapabileceği hususlar” dedi.

14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde Romanların siyasi tavırlarına ilişkin konuşan Akbulut, Romanların kırgın olduğunu belirtti. Geçtiğimiz genel seçimlerdeki Cumhurbaşkanlığı yarışında Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediklerini belirten Akbulut, “Kemal Kılıçdaroğlu’nun Roman camiasına yapmış olduğu büyük bir ayıp vardı. ‘Biz Türkiye’yi bütün renkleri ile yöneteceğiz’ dedi. Altılı Masa kuruldu; fakat bu Altılı Masaya baktığımızda Romanlar yoktu. Bizim gibi Romanları o masaya oturtmayı yakıştıramadılar. Kırgınlıktan dolayı AKP’ye oy verdik. Hem bunu yaptılar hem de Roman camiasından hiç milletvekili yazmadılar. Tamamen dışladılar. Dolayısıyla ne AKP’den ne CHP’den veya diğer partilerden mecliste hiç Roman milletvekili yok. En azından bir tane olmasını çok isterdim” açıklamasını yaptı.

Romanların nüfusu yaklaşık 7 milyon; 50 binden fazlası çadırlarda yaşıyor

Romanların gündelik yaşamında birçok sorunu olduğunu kaydeden Akbulut, Roman çocuklarının okuyamadıklarını ifade etti. Türkiye’deki Roman nüfusunun yaklaşık 7 milyon olduğunu belirten ve Romanların eşit şartlarda yaşamadığını söyleyen Akbulut, Türkiye’de halen çadırlarda yaşayan yaklaşık 50 binden fazla Roman vatandaşın olduğunu açıkladı.

Akbulut, Romanların yaşadığı sorunlara ilişkin Adapazarı Söğütlü ilçesinde çadırda yaşayan Roman bir aileden örnek verdi. Akbulut, “Bu insanların önce yaşama standartlarını düzeltmek gerekir. Öğretmen çocuğa ödev verse, çocuk ödevini nerede yapacak? Yapamaz. Bu şekilde barakalarda yaşayan yüz binlerce aile var. Eşit şartlarda yaşayamıyorlar. Kiraya gidiyorlar, ev sahipleri ev vermiyor. Neden? Roman olduğu için. Bu ayrımcılık, bu ötekileştirmeyi hala yaşıyorlar. Bizim en büyük sorunumuz şudur, bu insanlar neden çadırlarda yaşıyorlar” diye tepki gösterdi.

Çadırda yaşayan çocuklar kışın duş alamıyor, eğitimciler okuldan kovuyor

Roman çocukların okullarında dışlandıklarını da anlatan Akbulut, “Geçenlerde Beylikdüzü’nde bir çocuğumuzu Roman olduğu için okuldan kovmuşlar. Nedeni, kılık kıyafetinin iyi olmaması. Böyle ayrıştırmalara maruz kalıyoruz. Kandıra’da öğretmen, çocukları okula almıyormuş. Müdüre gittim, ‘Neden çocukları okula almıyorsunuz’ diye sordum. Burası çok önemli, ‘Ben de çok istiyorum okusunlar ama bu çocuklar hiç yıkanmıyor ki… Geldikleri zaman pis kokuyor’ dedi. Evet doğru söylüyor, çünkü çadırda yaşıyorlar, bunların banyoları yok, tuvaletleri yok. Mutfakları yok. Kış aylarında okul oluyor, bu çocuklar nerede yıkanacak? En büyük sorunumuz, barınma sorunumuz. Barınma sorunu çözülmedikten sonra o çocuklarımız okuyamaz” dedi.

Yaşanan bu sorunların temelinde siyasetteki temsil sorunu olduğunu da vurgulayan Akbulut, “Bütün bu sorunların nedeni, temsiliyet eksikliği ve kadrolaşma. Roman vatandaşlar olarak ne valiliklerde doğru düzgün müdürlüklerimiz var ne belediyelerde müdürlüklerimiz var. Romanların belediyeleri de yok. Dolayısıyla temsiliyet hakkımız olmadı, kadrolaşma olmadığından dolayı maalesef bunun ezikliğini yaşıyoruz” diye konuştu.

Abdal ve Domların partisi olarak bilinen Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar ise, Güzel Parti Genel Başkanı Hüseyin Akbulut gibi sorunlarının görünmez olduğunu, Türkiye’de ötekileştirildiklerini ifade etti.

Yaşayan devletin ölü çocukları: Abdallar

Doğuş Partisi Genel Başkanı Mahmut Karalar

4 Nisan 2021 tarihinde Doğuş Partisi’nin kurulduğunu söyleyen Mahmut Karalar, Abdal ve Domların hiç seslerinin duyulmadığı için kurduklarını belirterek “Türkiye genelinde hiç sesimiz çıkmıyordu. Özellikle Abdallar ve Domların. Bunlar Türkiye genelinde yok olarak görülüyordu. Biz sesimizi duyurmak için elimizden gelen mücadeleyi ettik. Roman kardeşlerimiz bizim başımızın tacıdır, biz Roman kardeşlerimizi seviyoruz ama Roman kardeşlerimize de kızıyoruz. Neden? Üst makamlara gelenler var ama aşağıdaki herkes yok olup gidiyor. Biz şuna kızıyoruz, Romanları seviyoruz ama biz Roman değiliz, Romanlar da Abdallığı kabul etmiyor. Aramızda sadece yapılan iş ve çadırda yaşamak gibi benzerlikler var. Biz davul zurna çalarız, Roman kardeşlerimiz oyun oynar. Onun gibi bir şey… Biz bu toplumda hep var olmaya çalıştık ama ne yazık ki bir yere varamadık” dedi.

Alevi oldukları için Abdalların ötekileştirildiğini söyleyen Karalar, “Abdal toplumunun yüzde 100’ü Alevidir. Bu toplumun yok olmasıyla bizi Roman gibi görüyorlar. Pir Sultan Abdal’ın kökeninden geliriz, Türkmen kökenliyiz. Bizleri ötekileştirerek, bizleri yok ederek tarihten silmek gibi bir çabaları olduğu için bize Roman diyorlar. Bizim insanımız da bunu kabul etmiyor” bilgisini verdi.

Yok olan bir kültürleri olduğunu belirten Karalar, Abdal ve Domların geçim kaynağının kağıt toplayıcılığı, düğünlerde çalgıcılık ve hurdacılık olduğunu söyledi. Mahmut Karalar, “Biz masaya beş altı çeşit yemek koyacak bir toplum değiliz. Kurban Bayramı’nda çoğu et alamıyor. Sağdakilerin soldakilerin getirdikleri ile geçiniyorlar” diye Abdalların yaşadığı sorunlara ilişkin bilgi verdi.

“Sağ görüşü içeri aldı, bizi almadı. Bundan dolayı sol görüşe destek vermedik”

Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde Abdal ve Domların yaşadığı 10 bine yakın nüfuslu mahallenin deprem sonrasında sular altında kaldığını ve çadırda yaşadıklarını ifade eden Karalar, “Maalesef bir konteyner bile verilmemiş. Kahramanmaraş’ta, Şanlıurfa’da ve Hatay’da, diğer bölgelerde toplumumuza hiçbir yardım olmadı. Deprem olan bölgelerin hiçbirinde de yardım olmadı. Bu toplumun hiçbir sesi olmadı, kendi içinde kendi yarası var. Hastanelerde yer bulamıyoruz, Türkiye’nin birçok ilinden beni arıyorlar ama maalesef karşımızda muhatap yok. Karşımızda bizi muhataba alan kimse olmadığı için sesimizi duyuramıyoruz. Maalesef biz bu ülkenin yabancısıyız” dedi.

14 Mayıs Genel Seçimlerine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Mahmut Karalar, “Bize genelde sol görüşlüler yakın dururdu. Maalesef (CHP) sağ görüşü içeri aldı, bizi dışarı attı. Bu sefer bunu gören toplumumuz tepki verdi. Maalesef biz sol görüşe destek vermedik. Bunun sebebi de bize yeteri kadar sahip çıkılmaması” dedi.

Karalar, Abdalların Romanlaştırıldığını iddia etti

Karalar, temsiliyet eksikliğinden dolayı AKP’nin Abdalları Roman olarak görülmesini sağladığını ifade ederek tepki gösterdi. Karalar, “Bir milletvekilimiz olsaydı nasıl olurdu? Hatay’ın en az 14 milletvekili var, niçin birisi de orada ihtiyacı olanları kontrol etmiyor. Devlet, bunlar Abdal diye mi yardım etmiyor? Görünmüyoruz. Bu parti olmasaydı hiç sesimizi duyuramayacaktık. Az da olsa şimdi duyurmaya başladık. Birçok bölgede biz ötekileştiriliyoruz. Amaç ne? Askerlikse biz de askerlik yapıyoruz. Vatana en çok bağlı olan da biziz. İktidar zaten bizi tanımıyor. İktidar bizi Romanlaştırdı; ‘Sizin Abdal olarak haritada kalmanızı istemiyoruz’ dedi” iddiasında bulundu.

“Nüfusumuz 8 milyonun üzerinde”

Abdal ve Domların çocuklarının yüzde 80’nini okumadığını söyleyen Mahmut Karalar, para kazanmak için yaşadıkları şehirlerden hurdacılık yapmak için büyükşehirlere göç edildiğini ve imkan yetersizliğinden dolayı çocuklarını okutamadıklarını öne sürdü.

Karalar “Çocukların yüzde 80’i okumuyor. Nedeni şu, Gaziantep’te birçok kişi ekmek bulamadığı zaman istanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e hurdacılığa gidiyorlar. Mecburen çocuklarını da götürüyorlar. Çoğu orada çocuğunu okutamıyor. Çocuk orada kağıt topluyor, bu sefer devlet bunları yakalıyor; ceza veriyor. Anne ve babasına cezalar geliyor. Abdallar, yaşayan devletin ölü çocukları. Yaklaşık 80 ilde Abdallar var. Biz bunların üç yıl içinde tek tek araştırdık. Her ilde Abdallar var. Türkiye’de 8 milyonun üzerinde Abdal ve Dom var. Sadece Gaziantep’te 40 bin nüfuslu aşiret var. Hatay’da 110 bin” diye konuştu.

 


“Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Ceylan Sağlam’ın sorumluluğu altındadır. Avrupa Birliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir. Gazeteciler Cemiyeti içeriğin üretilmesinde ve düzenlenmesinde rol almamıştır.”


 

Devamını Oku

Ulu Cami inşaatı ve yıkılan stadyumun yerel demokrasi ile ne ilgisi var?

Ulu Cami inşaatı ve yıkılan stadyumun yerel demokrasi ile ne ilgisi var?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Konya’da sesi duyulmayanlara kulak vermek:

Ulu Cami inşaatı ve yıkılan stadyumun yerel demokrasi ile ne ilgisi var?


Konya Türkiye’nin en çok camiye sahip ikinci ili. 16 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye’nin en kalabalık kenti olan İstanbul’un ardından cami sayısında ikinci sıraya yerleşen Konya’da cami başına 712 kişi düşüyor. Bu durum, kent merkezine millet bahçesi ve yeni “Ulu Cami” yapımıyla bir kez daha gündeme geldi. Üstelik bu kez inşaat ihalesini alan firmayla ilgili iktidarla yakın ilişkilerine odaklanan iddialar da var. Yine de inşaat sürüyor ve Ulu Cami artık açılışa gün sayıyor. Bununla birlikte Konya’da hem ihale süreçlerini eleştiren hem de cami inşaatlarındaki artışa “ihtiyaç yok” diyerek karşı çıkanlar da var. 

Diyanet İşleri Başkanlığı ve TÜİK verileriyle yıllara göre cami yapılaşmasını inceleyen muhabir Ceren Bala Teke,  Konya’da sesleri pek duyulmayan ama hem artan cami sayısına hem de ihale süreçlerine eleştirileri olan Konyalılara mikrofon uzattı, haberini kentteki izlenimleriyle kaleme aldı. 


Ceren Bala Teke / Konya

Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Türkiye’deki cami sayısını her yıl yayınladığı istatistiklerle açıklıyor. Yaz ayları başında yayımlanan istatistikler bir önceki yılın verilerini barındırıyor. Son yayınlanan istatistiğe göre 2022 yılında Türkiye genelinde cami sayısı 89 bin 302 oldu. Nüfusla karşılaştırıldığında ise Türkiye genelinde 951 kişiye bir cami düştüğü görülüyor. 

En çok camisi olan ikinci il Konya

En çok camisi olan illere bakıldığında ise Konya, İstanbul’un ardından ikinci sırada yer alarak diğer tüm illeri geride bırakıyor. Türkiye’nin en kalabalık kenti İstanbul’da TÜİK’e göre 2022’de 16 milyon 103 bin 390 olan toplam nüfus için cami sayısı 3 bin 554 oldu. Konya’nın nüfusu ise aynı yıl 2 milyon 300 bin olmasına karşın cami sayısı 3 bin 229 olarak açıklandı. İstanbul yaklaşık sekiz Konya nüfusunu barındırmasına karşın cami sayısı Konya’dan sadece 325 adet fazla. Diyanet İşleri Başkanlığı verileri nüfusla karşılaştırıldığında İstanbul’da cami başına 4 bin 531 kişi düşerken, Konya’da bu sayı cami başına 712 kişi oluyor. Türkiye’nin en çok camisi olan iller sıralamasında İstanbul’un ardından ikinci sırada olan Konya, bu performansıyla 6 milyonluk nüfusa sahip Ankara’yı bile geride bırakıyor.

“Medeniyetin temeli cami, camisiz mahalle kalmamalı”

Cami sayıları gibi Türkiye’de bazı din ve toplum istatistikleri dindar toplum kesimlerine yönelik popülist politikaların siyaset, ticaret, eğitim ve hatta kamu yönetimi gibi alanlarda artış kaydettiği yorumlarını doğrulayabiliyor. Aslında pek çok yetkili uzun yıllardır dini değerlere daha fazla önem verilmesi gerektiğini dile getiriyor, bu yönde stratejik adımlar atmakta olduklarını açıklıyor. Onlardan biri Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tı. İslam şehirlerinin medeni olmasının yolunun camilerden geçtiğini söyleyen Diyanet İşleri Başkanı, 2022 Kasım ayında Hacı Reşit Kakı Camii açılışında “Cami medeniyetimizin en önemli unsurudur. Şehirlerimiz camilerle süslenmeli, camisi olmayan mahalle kalmamalı” açıklamasını yapmıştı. Diyanetin bu politikasının yaşadığı kente yansımasıyla ilgili konuşan Konyalı Eren Öztürk’e göre ise her mahallede değil bir en az 10 cami var ve çoğu boş. 

“Bu ideolojik bir karar”

Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre, Konya’da 3 bin 229 cami var. Konya’da yaşayan Eren Öztürk, şehirdeki camilerin yeterli olmanın ötesinde cemaate göre fazla olduğunu düşünenlerden. “Her mahallede minimum 10 camii var. Çoğu boş” diyen Öztürk, ihtiyaca bakılmaksızın hemen her mahalleye birden fazla cami inşa edildiğini ifade ediyor.  Öztürk şöyle düşünüyor: “Halkın parasını ve öz kaynakları sürekli olarak camii yapımına harcayan bir anlayış var. Elbette belediyenin AKP’de olması nedeniyle şehirde farklı yatırımlar da yapılıyor ancak bu ideolojik bir karar. Şehir, sadece siyasal islam mantığına göre dizayn ediliyor.”

Konya merkeze “Ulu Cami” ve rant eleştirileri

Konya’da ihtiyaç olmamasına rağmen inşa edildiği düşünülen camilerin başında merkeze inşa edilmekte olan ve adının Ulu Cami olacağı açıklanan cami geliyor. Eski Atatürk Stadyumu’nun yerine yapılan millet bahçesinde yükselen camiinin kapasitesinin ise 15 bin 14 kişi olması planlanıyor.

Eski Atatürk Stadyumu, içerisinde çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin yararlanabileceği birçok kursu da barındıran bir kompleks halindeydi. Stadyumun yıkılması ve yeni stadyumun şehrin dışına inşa edilmesiyle şehir merkezinde aktif olarak bu tarz alanlardan yararlanma olanağı büyük ölçüde azaldı. 

Çocukluğunun Konya’da geçtiğini ve eski Atatürk Stadyum’undaki komplekslerden yararlandığını belirten Ramazan Koyuncu’nun görüşleri şöyle:

“Eski stadyum adıyla ve varlığıyla büyük bir değerdi. Çocukluğumda ve gençliğimde sıkça faydalandım. Şimdi yıkıldı ve millet bahçesi oldu. Mimarisi de bir garip oranın. Selçuklu ve Osmanlı mimarisini harmanladıklarını iddia ediyorlar. Gidip Selçuklu ve Osmanlı eserlerini gezmelerini öneririm. Yeni stadyum şehirden uzak. Konya’da ulaşım kolay diyenler olacaktır ki evet, kolay. Fakat neden vaktimiz çok bolmuş gibi yolda harcayalım? Şehrin merkezinde harika bir kompleks var, yıkıyorsunuz. Ranttır bunun adı bir yandan da.”

“Herkes birilerinin inanışına göre yaşasın isteniyor”

Eren Öztürk’e göre ise kentte farklı yaşam tarzlarına saygının işareti olabilecek hiçbir olanak yok. Konya’da kamu politikalarının gayrıresmi olarak bu durumun sürmesine neden olduğunu savunanlar, yöneticilerin çoğulculuğa değil sadece çoğunluğa göre hareket ettiğini belirtiyor. Öztürk şunları belirtiyor: 

“Mesela alkol kullanan birisiyseniz; şehirde sizin için alanlar yok denecek kadar az. O alanlar da zaten şehrin dışına doğru itilmiş durumda. Burada resmen bir baskıcılık var, herkes birilerinin inanışına göre yaşasın isteniyor. Böyle bir ortamda da zaten demokrasi ve haklardan bahsedemeyiz. Kamu resmen ‘bizimle aynı fikirde olmayan bu şehirde barınamaz’ diyor. O camilerin yapımında harcanan para, mevcut anlayışa oy atmayan vatandaşın da parası. Sabahtan akşama kadar din üzerinden sömürü yapılıyor, haktan bahsediliyor ama kimse de şapkasını önüne koyup hakkına girdiği insanları düşünmüyor.”

Cami ve millet bahçesi ihalesi 44 milyon liraya verildi

Konya merkezdeki cami ve millet bahçesi ihalesi 29 Nisan 2020’de Ankara merkezli Ziver Petrol şirketine 44 milyon 444 bin liraya verildi. Elazığlı iş insanı Veysel Demirci’nin sahibi olduğu holding birçok şehirde aldığı ihalelerden dolayı sıkça gündeme gelmiş, iktidar partisiyle yakın ilişkileri nedeniyle yoğun eleştirilere muhatap olmuştu.

Konya-Karaman, Malatya-Hekimhan, Karaman-Ermenek yol yapım işi, Antep Organize Sanayi Bölgesi alt yapı işi, Elazığ İçmesuyu İsale Hattı gibi işleri alan şirketin internet sitesindeki referanslarını Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, TOKİ, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Elazığ Belediyesi oluşturuyor.

1 Kasım 2015 genel seçimlerinde Elazığ’dan milletvekili aday adayı olan Ziver Holding sahibi Veysel Demirci, 2018 yılında Elazığ Harput’ta “Uluslararası Harput Diyanet Külliyesi”nin ihalesini yaklaşık 80 milyon TL’ye aldı. Şirketin yapımını üstlendiği işlerden biri de Bingöl-Kartal-Sancak karayolu idi. Yoln 31 kilometrelik kısmının ihalesi daha önce tepki çekmiş, pazarlık usulüyle 219 milyon 876 bin 543 lira bedelle 31 kilometrenin yapım işinin Ziver Holding’e verilmişti. Yolun kilometre maliyetinin 8 milyon liraya gelmesi eleştirilerin merkezinde yer almış, ihale sürecinde başka şirketlere izin verilmediği iddiaları haberlere yansımıştı. 

“Konya ve Türkiye halkı yanlış yönlendiriliyor”

Eski stadyumun yıkılmasıyla birlikte yeni stadyum ihtiyacı için yapılan ihale de tartışmalı bir süreç yaşadı, ihale el değiştirdi. İlk ihaleyi alan ve Büyükşehir Belediyesi tarafından ihalesi feshedilen Gintaş firması yetkilileri, gelişmelerden belediyeyi sorumlu tutmuştu. Ardından firmanın iflas ettiği duyurulsa da firma bu iddianın asılsız olduğunu açıkladı. Yeni stadyumun Konyalılara anlatılan standartlarda olmadığını savunan Gintaş Konya Koordinatörü Hakan Macit, Bursa’da yapımı süren Timsah Arena’yı örnek gösterdi. İflas durumu olsa bu stadın da sorun yaşaması gerektiğini söyleyen Macit, “Öyle bir şey olsa şu an inşaatı devam eden Timsah Arena’da da böyle durumlar ortaya çıkardı. Bursa’nın yaptırdığı Timsah Arena’da her şey yolunda gidiyor. Bizlik bir durum yok, burada sorun tamamen belediyeden kaynaklanıyor. Zaten ilerleyen dönemlerde mahkemelerin alacağı kararla bu durum kanıtlanacaktır” dedi. 

Macit, yeni stadyumun UEFA standartlarına da uygun ilerlemediğini şu sözlerle aktardı: “Stat yapımının birinci projesi UEFA standartlarına uygun değildi, daha sonra projeyi revize ederek bu standardı yakalamaya çalıştılar. Şu an projenin ne durumda olduğunu bilmiyorum. Stadın 42 bin kişilik olduğunu reklam ve billboardlarda yazdılar ama stat 36 bin kişilik kapasiteye sahip. Burada Konya ve Türkiye halkı yanlış yönlendiriliyor.”

Konya’da sesi duyulmayanlara kulak vermek

Konya’da eski stadyumun yıkılması, millet bahçesi ve yeni cami inşaatı süreçlerine göz atmak ve eleştirilere kulak vermek kentte pek de göz önünde olmayan tartışmalara böyle ışık tutuyor. Tartışmalar ve eleştiriler arasında “yandaş firmaya rant” suçlaması da var kamu gücünün halk adına kullanılmaması da… Cılız da sürse bu tartışmalar arasında yaşam tarzına yeteri kadar saygı beklentisini dile getiren Konyalılar da kamu adına yönetimde bulunan yetkililerden eşitliğe, haklara ve hukuka daha saygılı yönetim sergilemelerini istiyor. 


“Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Ceren Bala Teke sorumluluğu altındadır. Avrupa Birliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir. Gazeteciler Cemiyeti içeriğin üretilmesinde ve düzenlenmesinde rol almamıştır.”


 

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.