“Barış Pınarı Operasyonu” sırası ve sonrasında, Türkiye’de “savaş gazeteciliği” adeta bir sınavdan geçti. Sınavı çoğu kez canlı yayınlarda hep birlikte izledik. Aslında özellikle “tarafsızlık” konusunda pek de başarılı olmadığı bilinen “merkez medya”nın, manşetleri ve son dakikaları yine çoğumuzu şaşırtmadı. “Savaş gazeteciliğinin” gündem olduğu böylesi bir dönemde 24 Saat Gazetesi için, gazeteciliğimizi irdeleyip “Bu operasyonda gazeteciliği öldürdük mü?” sorusuna yanıt bulmaya çalıştık.
Uzun süre savaş ve çatışma bölgelerinde çalışmış iki gazeteciyle, savaş muhabirliği, savaş ve çatışma dönemlerinde gazeteciliğin önemi, gazeteciliğe etkisi, gazetecinin tarafsız ya da tarafgirliği konularını konuştuk.
Irak merkezli Rudaw TV’de çalışan Şevket Yılmaz, Afrin ve Fırat Kalkanı operasyonları başta olmak üzere bölgede mesleğini icra etmiş, deneyimli bir gazeteci. Savaş ve çatışma ortamlarının kendine özgü koşulları olduğuna dikkat çeken Yılmaz, “Şüphesiz bu koşullardan dolayı çoğu zaman istediğiniz bilgi, mekân veya kişilere ulaşmak zor olabilir. Bu, bazen güvenlik nedeniyle olurken çoğu zaman da resmi kişiler tarafından engellenebiliyor” diyor.
“Gazetecilik, böyle dönemlerde daha çok engelleniyor”
Türkiye’de böyle zamanlarda sıkıntının daha da arttığını belirten Yılmaz, “Normal zamanlarda bile gazetecilerin istedikleri enformasyona, kişilere ve mekânlara ulaşması sıkıntılı iken savaş ve çatışma koşullarında bu sıkıntı daha da artmakta. Kolluk görevlileri ya da resmi vazifesi olan kişiler, öyle olmasa bile çoğu zaman sizi güvenlik gerekçesiyle engelleyebiliyorlar. Gazeteciler ise böylesi zamanlarda kolluk kuvvetlerinin bu gerekçelerine karşı daha esnek davranabiliyorlar” diyor. Gazetecilerin engellenmesi konusunda, “bizden olanlar” ve “karşı taraftan olanlar” algısının önemli bir nokta olduğunun altını çizen Yılmaz, gözlemini şöyle aktarıyor: “Savaş ve çatışma alanlarında basın yayın kuruluşları, ‘bizden olanlar’ ve ‘bize karşı olanlar’, ‘güvenilir kuruluşlar’ ve ‘güvenilmez kuruluşlar’ şeklinde tasnif edilebilir ve kolluk kuvvetlerinin yaklaşımı da buna göre şekillenebiliyor. Örneğin bir sınır kapısı ya da bir bölgeye bir basın-yayın kuruluşunun çalışanı girebilirken başka bir kuruluşun çalışanı engellenebiliyor. Hem Fırat Kalkanı Operasyonu hem de Afrin Operasyonu’nda bunu çok net olarak gördüm. Özellikle Kürtçe yayın yapan bir kuruluş olarak bunu çok daha yakından hissettik. Gazetecinin herhangi bir tarafa ait simgeler taşıması doğru değil. Fakat Türkiye’deki gazeteciler, savaş ve çatışma durumlarında artık olağan bir şekilde ‘milli seferberlik ruhu’ ile konuya bakmakta, konumlandırılmış işler yapmakta ve böyle bir üslup kullanmakta. Buradaki sorun, yalnızca bir gazetecinin kamuflaj giymesi değil. Türkiye’de, bu süreçte, ‘milli menfaatleri koruma refleksi ile hareket eden bir gazetecilik algısının artık olağan olması’, temel bir sorundur bence.”
“Gazeteci tarafsız olmalı”
Yılmaz, gazeteciliğin herhangi bir tarafın tezleri doğrultusunda haberler üretmemesi ilkesine işaret ediyor ve “Fakat ‘millilik olgusu’ etrafında gazeteciler, bu davranışlarını gayet doğal, kıymetli bir gazetecilik faaliyeti olarak görebilmekte. Gerek Fırat Kalkanı gerek Afrin Operasyonu döneminde sahada gördüğümüz birçok gazetecinin bu bilinçle hareket ettiğini, bir gazeteciden çok bir taraf olduğunu apaçık bir şekilde gösterdiğine şahit olduk. Gazeteci, sadece üslûbu ve dili ile değil mimiklerinden giyimine kadar her şeyiyle tarafsız olduğunu en azından hissettirmeli” diyor.
“Haber kaynağını iyi seçmek gerek”
Daha önce Almanya haber kanalı ZDF’de (Zweites Deutsches Fernsehen) çalışmış şu an İznews Agency’de (İnternational Zona News) gazetecilik yapan, 7 yıl boyunca belli aralıklarla savaş/çatışma bölgelerinde bulunan İhsan Kaçar ise, öncelikle haber kaynaklarının öneminin altını çiziyor. Kaçar, “Haber kaynakların ne kadar sağlam, detaylı, yetenekliyse haberlerin, çalıştığın kuruma ve kamuoyuna o kadar sağlam şekilde ulaşır” diyor. Kaçar, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Savaş gazeteciliğinin şöyle bir dezavantajı var, aktarılanları bir süzgeçten geçirmek zorundasın. İyi irdelemek lazım. Bunu yapamazsan haberde yanılma payın o kadar yüksek. Ben, 5-6 hatta bazen 10 kaynaktan teyit ettirerek haber yapardım. Savaşın heyecanını göz önünde bulundurmak durumdaydım. Kaynağın aktaracağı bilgi, o heyecanla hatalı olabilir, daha da önemlisi bir mağduriyet üzerinden de aktarabilir. Yani basın kurumunu da kullanabilir aktarıcı. Bu da normal. Bu nedenle haber kaynağını iyi seçmek gerek.”
“Savaşın taraflarını ve coğrafyasını bilmek gerek”
“Savaşan taraflarını bilmek, kendi haber kaynağını bilmek, çalıştığın coğrafyaya hâkim olmak, kim kimle savaşıyor, güç oranları nedir bunları bilip değerlendirmeyi böyle yapmak gerekiyor. Misal ben bunları yaptım ve çatışma bölgesinden geçtiğim haberlerin neredeyse hiç biri patlak vermedi” diyen Kaçar, doğru bilgiyi elde etme yöntemleri konusunda şu bilgiyi paylaşıyor: “Savaş bölgelerinde haber kaynağını seçtikten sonra iletişim kurabileceğin en iyi yöntem ambulans. Ambulansın içindeki doktor, hemşire, şoför… Çünkü onlar, çatışan taraflara gidebiliyorlar ve en sağlıklı bilgiye sahipler. Bir de 4-5 telefon hattına sahip olmak. Bu hatları çatışan taraflara verdiğimde, çatışma ortasından görüntü atabiliyorlar. Yine teknik malzeme seçiminde, savaş bölgesinde kullanılabilen malzemeler ediniyorduk, daha uzun süre kullanabileceğimiz bataryalar, daha sağlam makineler…”
Medya savaşı etkiler mi?
Medya savaşı etkiler mi, çatışan tarafları rota ya da taktik değişikliğine götürür mü, kamuoyu baskısı yaratır mı? Rudaw TV çalışanı Şevket Yılmaz’ın, bölgede yapılan gazetecilik faaliyetleri ve haberlerin kamuoyu üzerindeki etkisi konusundaki değerlendirmesi ise şöyle: “Sahada birebir bu etkiyi göremez iken ekranda başındaki kitleler ya da savaşan taraflar üzerinde etki yarattığını söylemek mümkündür. Basının ne kadar etki yaratacağına onun sınırlarını belirleyen güç karar verir bazen münferiden bazı gazetecilerin çalışmaları birtakım lokal sonuçlar doğurabilir ama savaş ve çatışma alanlarında gazeteciler geniş ölçekte sonuçlar doğurabilecek kadar özgür çalışma alanlarına sahip değillerdir. Şunu söyleyebilirim sadece mülteciler ile ilgili farkındalık yaratan bazı haberler dışında basının pozitif anlamda resmi kurumları ve kolluk kuvvetlerini harekete geçirdiğini söylemem çok mümkün değil fakat özellikle Afrin operasyonu sürecinde, basının kitleleri operasyona destek vermek, sınırda toplanıp gösteri yapmak, askeri konvoyların geçtiği güzergâhlarda askerlere moral gösterileri yapmak gibi işlevleri yerine getirdiğini gördük. Bu anlamda basın kendisi için doğal bir görev olarak gördüğü bu fonksiyonunu yerine getirmiştir ama genel olarak basının çatışmayı ve savaşı durdurmak, insan kayıplarının önüne geçmek savaşa karşı kamuoyu oluşturmak gibi kaygılardan ve işlevlerden uzak hareket ettiğini de söyleyebilirim. Belki bazı gazetecilerin bu tarz istekleri ve kaygıları olsa da savaş ve çatışma koşullarında oluşturulan kolektif ortam buna izin vermemektedir.”
“Herkesin kendi tarafı gördüğü gazeteciler var”
İznews Agency çalışanı Kaçar, haberde kullanmak için kendisinden fotoğraf istediğimizde, Halep’te çektiği fotoğrafların hepsini sonradan sildiğini söylüyor. Üstelik bunu pek de farkında olmadan yapmış. Bu aslında savaşı görmüş bir gazetecinin hafızasını silme çabası gibi de yorumlanabilir. Ne kadar işe yaradığı muğlak olsa da… Kaçar, gazetecinin savaş/çatışma dönemlerinde en çok kamuoyu üzerinde etki yarattığını vurgulayıp şu yorumda bulunuyor: “Gazetecinin mutlaka etkisi vardır. Haberin içeriğinde belki etki çok yoktur. Tarafsız haberler yapmaya çalışıyorsun, çünkü ölümlerin olduğu bir sahada haber yapıyorsun yani sorumluluğu büyük olan yerler. Ve savaşın tarafları vardır. Herkesin kendi tarafı gördüğü gazeteciler var. Taraflar bu gazetecileri takip ediyor. Bunu sosyal medya üzerinde çok yapıyorlar. Mesela ben Kobâne sürecinde yarım saat sosyal medya paylaşımı yapmamıştım, çok fazla tepki gelmişti. Çünkü insanlar merak içerisinde ve orada çalıştığını biliyorlar gelişmeleri senden takip ediyorlar.”
“Gazetecilik değil propaganda!”
Sınırda yapılan gazeteciliğin tarafsız olmadığını söyleyen Kaçar, ‘gazetecinin kendi fikri ne olursa olsun, ürettiği haberlerde, yani mesleğini icra ederken tarafsız olması’ gerektiğinin altını çizip ‘aksi tarzdaki tavrın gazetecilik değil propaganda olduğunu’ savunuyor.
HABER : ZÜLAL KOÇER / İSTANBUL
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.