Türkiye medyasında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini gizlemek zorunda kalarak mesleklerini icra eden LGBTİ+ gazetecilerle bunları gizlemeden meslek yaşamlarını sürdüren gazeteciler ayrımcı, nefret söylemi içeren dil ve tutumla, şiddete maruz kalarak habercilik yapmaya çalıştıklarını belirtiyor.
Genellikle Onur Haftası zamanında, yaşamları ellerinden alındığında, şiddete uğradıklarında ya da son yıllarda olduğu gibi Boğaziçi Üniversitesi eylemleriyle medyada yer alabilen bu kesimdeki gazeteciler ve yaşadıkları sorunların medyada pek yer almadığı eleştirisi var.
Cinsel kimlikler nedeniyle çeşitli sorunlar yaşandığını belirten gazetecilerle konuşarak, Türkiye medyasında yaşadıkları problemleri, uğradıkları hak ihlallerini, sansür, oto-sansür, mobbing ile mücadele yöntemleri üzerinden Türkiye medyasında LGBTİ+ gazetecilerin konumunu ele aldık.
Yıldız Tar
KAOS GL Medya ve İletişim Program Koordinatörü, gazeteci Yıldız Tar, LGBTİ+ gazetecilerin medyada diğer gazetecilerle eşit koşullarda çalışmaları ve sorunlarının çözülmesi için LGBTİ+ gazetecilere örgütlenme çağrısı yaptı. LGBTİ+ meslektaşlarına örgütlenmelerini öneren Tar, “Örgütlenmedikçe, kocaman bir ayrımcılık okyanusunda birbiri ile hiçbir bağlantısı olmayan adacıklar gibiyiz. Ne zaman ki o adacıklar arasında köprüler kuruyoruz, o zaman sesimizi duyurabiliyoruz” dedi.
Tar, medyada sıkıntı çekmeyen açık kimlikli LGBTİ+ gazetecilerin olmadığını, az sayıda LGBTİ+ gazeteci medyada yer aldığı için birbirlerini tanıdıklarını söyledi. Tar, “Biz az kişiyiz ve birbirimizi biliriz’ diyerek birbirimize tutunmaya çalışıyoruz. Öte yandan, işini kaybetme, ayrımcılığa uğrama, sektörde bir daha iş bulamama korkusuyla kimliğini açıklayamayan; bu sebeplerle de diğer herkesle eşit koşulda çalışamayan o kadar çok LGBTİ+ gazeteci var ki” diye konuştu.
Kaos GL’nin LGBTİ+’ların kamuda ve özel sektördeki durumu araştırmalarının 2021 sonuçlarına atıf yapan Tar, LGBTİ+ gazetecilerin meslek yaşamlarında kimliklerini gizlemek zorunda kaldıklarını, bu durumun sadece işe giriş süreciyle ve işe alındıktan sonraki ilk dönemlerle sınırlı kalmadığını kaydetti. Tar, LGBTİ+ gazetecilerin ayrımcılık, işsiz kalma korkusu, cinsel kimliklerinin kendi istekleri dışında ortaya çıkması gibi sebeplerden dolayı haklarını arayamadıklarını belirtti. LGBTİ + gazetecilerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle “belli işlere hapsedildiğine” dikkat çeken Tar, LGBTİ+ gazetecilerin çalıştıkları kurum ve mecralarda karar ve yönetim mekanizmalarında yer alamadıklarına değindi. Ulusal medyayla yerel medyada LGBTİ+ gazetecilerin konumunda “belirgin bir fark olmadığını” düşünen Tar, “Yaygın medya da alanın küçüklüğü sebebiyle yerel bir alan gibi… Mesleki dayanışma belli an ve kişilerle sınırlı kalıyor ve LGBTİ+ gazetecilere maalesef ulaşmıyor” ifadelerini kullandı.
Serbest gazetecilik yapan Sibel Yükler, “cis hetero erkek egemen bir yapıya sahip” diye tanımladığı medyada açık kimlikli LGBTİ+ gazetecilere önemli görülen haberlerin yaptırılmadığını, gazetecilerden kimlikleriyle ilgili konularda haber yapmalarının beklendiğini belirtti.Sibel Yükler
Yükler hem ana akım medyada hem de alternatif medyada geçerli olduğunu gözlemlediği bu durumu şu sözlerle anlattı:
“Sen gaysin, sen yap bu haberi’, ‘Adliye haberine başkası gider, sen Onur Haftası gündemini al’ Bunlar hem mobbing hem de fobi. ‘LGBTİ+ gazeteciler niçin adliye muhabiri yapılmıyor?’, ‘TV muhabiri ya da spikeri yapılmak yerine niçin kamera arkasında görevlendiriliyor?’, ‘Haber konuları, yapacakları işler neden sınırlandırılıp şekillendiriliyor?’ sorularını sormak lazım”
Yaklaşık sekiz yıldır sektörde olan, şu anda serbest gazetecilik yapan 32 yaşındaki Meriç ise, “medyada var olmanın LGBTİ+ gazeteciler için mücadelenin bir parçası” olduğunu düşünüyor. Cinsel yönelimini gizleyerek gazetecilik yapan Meriç, ayrımcılık, homofobi ve transfobinin medyada deneyimlenen pratikler arasında yer aldığını aktardı. Meriç, “Mücadelenin ittirici kuvvetlerinden biri de açık kimlikli olabilmek. Ancak Türkiye gibi homofobi ve transfobinin hayatın her alanında yoğun olduğu bir ülkede açık kimlikle çalışmak çoğu LGBTİ+ gazeteci için mümkün olmayabiliyor. Bu anlaşılır bir şey, zira profesyonel olarak açık kimlikli olmanın zorlukları var” ifadelerini kullandı.
LGBTİ+ gazetecilerin profesyonel koşullarıyla cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlerinden kaynaklı farklılıklarla sosyoekonomik farklılıklarını göz önünde bulundurmak gerektiğini söyleyen Meriç, na-trans bir gazetecinin deneyimleri ile trans bir gazetecinin profesyonel kariyerinde yaşadığı zorlukların farklı olabileceğine değinse de kişisel, sosyal ve profesyonel hayatlarında yaşadıkları şeylerde ortaklaştıklarını belirtti. LGBTİ+ gazetecilerin medyada belirli alanlara sıkıştırılmak istendiğini kaydetti. Meriç, “Özellikle ana akım medyada çalışıyorsanız, politika, dış haberler ve ekonomi haberleri yerine daha çok sağlık, kültür-sanat, ya da sadece kadın ve LGBTİ+ haberleri üzerine çalışmanız beklenebiliyor” dedi.Ahmet Buğra Tokmakoğlu
LGBTİ+ haberciliği alanında çalışan ve eğitim veren gazeteci Ahmet Buğra Tokmakoğlu, LGBTİ+ gazetecilerin ulusal ve yerel medyadaki durumunu ‘görünmeme’ şeklinde niteledi. Tokmakoğlu, LGBTİ+ gazetecilerin bazı alternatif mecralarda görünürlük bakımından var olduğunu ancak mevcut durumlarının “içler acısı” olduğunu söyledi.
Medyada açık ya da gizli kimlikle çalışan LGBTİ+ gazeteciler, sektörde kalmak için uğraşırken bir yandan da meslek yaşamlarındaki ayrımcı ve nefret söylemi içeren dil ve tutumla mücadele ediyor. Birçok durumda bunda zorlandıklarını ifade eden gazeteci Tar, işverenlerin LGBTİ+ kimlikli gazetecilere “Sana zaten başkası iş vermez” diyerek kimliklerini koz olarak kullandıklarını söyledi. LGBTİ+ gazetecilerin bir süredir örgütlenmeye başladıklarını duyuran Tar, “Umuyoruz ki yakın zamanda açık bir çağrı da yapıp, LGBTİ+ gazetecilere bize istedikleri taktirde kimliklerine dair açık olmak gibi bir şart da olmadan katılabileceklerini söyleyeceğiz” dedi. Söz konusu örgütlenmeden dolayı heyecanını dile getiren Tar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“LGBTİ+’lar birbirinin yurdudur. Birbirimizi dinleyerek, örgütlenerek, haklarımızı talep edip haksızlıklara karşı sessiz kalmayarak eşitliği kazanabiliriz. Tabii gazeteciler olarak genelde kendi sorunlarımız dışındaki her soruna tepki gösterme alışkanlığımız da var. Bunu da örgütlenerek aşabileceğimizi düşünüyorum.”
Hak ihlallerine uğrayan, fiziksel, cinsel, psikolojik, mesleki, politik ve dijital şiddete maruz kalan, gazetecilik faaliyetleri engellenen LGBTİ+ gazetecilerin örgütlenmesinin önemli olduğunu belirten Yükler ise şu ifadeleri kullandı:
“Halkın haber alma hakkı kadar gazetecinin de haber yapma hakkının gözetilmesi gerekirken hâlâ ekran önüne çıkarılmayan, adliyede, sahada, toplantıda çalıştığı yerleri temsil etmesinden imtina edilen, görünmesi, sivrilmesi istenmeyen; yani çalışması engellenen LGBTİ+ gazetecilerin örgütlenmesi çok önemli. Bu noktada örgütlenme talepleri çoğaltılabilir. Şayet sendika anlaşması olan yerlerde çalışılıyorsa sendikalardan talep edilebilir”
Tar, LGBTİ+ haberciliği yapan gazetecilere ise LGBTİ+’ları haber nesnesi olarak görmek yerine öznesi olarak görmeye başlamalarını önerdi. LGBTİ+ haberciliği yaparken yaklaşımı değiştirmek, LGBTİ+’ların ve örgütlerinin seslerini duyurmak gerektiğine dikkat çekti. Tar, bazı meslektaşlarının “LGBTİ+ alanı çok karışık” dediklerini aktardı ve bu alanın zorluk bakımından diğer alanlardan farklı olmadığını vurguladı. “Gazeteci olarak bizim işimiz o karmaşadan en anlaşılır, en doğru bilgi ve hikayeleri çıkartabilmek. Sadece Onur Ayı’nda LGBTİ+’lar aklınıza gelirse elbette karışık gelir” dedi.
LGBTİ+ gazeteci Meriç ise, meslektaşlarına ve gazetecilik yapmak isteyen LGBTİ+’lara “hayatın her alanında var olduğumuz gibi, gazetecilik alanında da var olmaktan geri durmayalım” önerisinde bulundu.
LGBTİ+ gazetecilerin çalışma yaşamlarındaki sorunlara ve mücadelelerine dair en önemli görevin sendika ve sivil toplum kuruluşlarına düştüğünü dile getiren Tokmakoğlu, “Ayrımcı ve nefret söylemi içeren dil ve tutumla mücadele noktasında henüz emekleme aşamasındayız. Bu noktada gazetecilerin en büyük desteği ise kamuoyu baskısı. Her şeye rağmen ortak bir gelecek ve ayrımcılığın olmadığı bir dünya için mücadele eden kesimlerin olması memnuniyet verici” dedi.
Sendika ve meslek örgütlerinin LGBTİ+ gazetecilere yönelik politikalarının olmadığını düşünen Tar, kurumların net bir tutum almalarının AKP hükümetinin LGBTİ+ düşmanlığı konusunda devletin tüm kurumlarını harekete geçirdiği bir dönemde daha fazla önem kazandığına işaret etti. Tar, net tutuma dair “Sendikalar, mevcut ayrımcılık politikalarının içinde ve özerk LGBTİ+ politikası oluşturmalı. Sadece LGBTİ+’lara yönelik cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını yasaklamakla yetinmeyip aynı zamanda eşitliği sağlamaya yönelik politik adımlar atmalı” dedi.
Hem LGBTİ+ bir gazeteci hem de LGBTİ+ haberciliği yapan Tar, bugüne kadar yaşadığı zorluklar ve bu zorluklarla başa çıkma yöntemlerine ilişkin “şanslı azınlıkta” yer aldığını ifade etti. Gazetecilik yaptığı ilk kurumlarda herhangi bir ayrımcılığa uğramadığını, açık kimliğiyle çalıştığını ve LGBTİ+ gazetecilerin eşit konumda olması için çabalarının teşvik edildiğini aktardı. Tar, çalışma arkadaşları ve meslektaşlarıyla dayanışmanın kendisini güçlendirdiğini belirtti. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) bünyesinde Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu’nu kurduklarını, Komisyon’un LGBTİ+ hakları için fazla yol kat edemediğini ancak kadınların eşitliği konusunda önemli çalışmaları hayata geçirdiklerini kaydetti. Komisyonun önemini vurgulayan Tar, “Bu komisyon çalışmalarında yer alabilmek, yalnız olmadığımı gösterdi. Geçtiğimiz günlerde trans kadınlara pogromun davasında Eryaman- Esat dava çıkışında polis, biz gazetecilere saldırdı. Sendika’nın hemen araması, ilgilenmesi, gereken desteği sunacağını söylemesi, bu konuda açıklama yapması çok kıymetliydi” diye konuştu.
Meriç, gazetecilik meslek örgütlerinin LGBTİ+ gazetecilerin yaşadıkları sorunları ele almadıklarını, ele aldıklarında ise sorunları çözdüklerine şahit olmadığını belirtti.
Gazeteci Yükler ise, LGBTİ+ gazetecilerin medyada “mizojinik, transfobik, homofobik tutum ve ayrımcılığa karşı büyük bir mücadele verdiğini” söyledi. “Var olmaya çalışmak bile başlı başına bir mücadele” diyen Yükler, kimliğini gizlemek zorunda kalan LGBTİ+ gazetecilerin “ayrımcılığa direnmek, habere müdahale etmek” gibi yollarla mücadele ettiklerini de aktardı. Yükler, “Ben de yıllar önce açılarak hem kendi şahsımda hem de LGBTİ+’lar, LGBTİ+ haberciliği için bütün bu ayrımcılığın önüne geçmeye çalışmak istemiştim” dedi.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi LGBTİ+’ları olduğu gibi LGBTİ+ gazetecileri de olumsuz etkiledi. KAOS GL Koordinatörü Tar, Türkiye’nin Sözleşme’den çekilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı’nın “Sözleşme’nin eşcinselliği normalleştirdiği” yönündeki söylemlerinin LGBTİ+lara yönelik bir “saldırı dalgası”nın başlattığını söyledi. Tar, yaşananlara “Eşcinsellik bir varoluş ve bu topraklarda hep vardı, İstanbul Sözleşmesi’yle gelmedi. Şimdi İstanbul Sözleşmesi’nin 4. Maddesi’nde yer alan ‘Cinsel yönelimi nedeniyle şiddet görenlerin korumasına’ dair maddeyi nasıl uygularız, daha da geliştirip yayarız bunu tartışmamız gerekirken, aksine bunun da çok daha geri bir noktasına düştük. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmayan maddesi bile LGBTİ+’lar için önemliydi. ‘Cinsel yönelimi nedeniyle kimseye şiddet uygulayamazsınız’ diyordu. Şimdi böyle bir can güvenliği kalmadı” diye tepki gösterdi.
Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’ni yeteri kadar kapsamlı bulmayan Tar, Sözleşme’nin LGBTİ+’larla ilgili bölümünün şiddet mağduru olunan durumlarda kişinin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine bakılmadan koruma sağladığını hatırlattı. Tar, Türkiye’nin imzaladığı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği geçen tek uluslararası metin olması nedeniyle Sözleşme’nin önemine işaret ederek, şöyle konuştu:
“Birçok kişinin zihninde şöyle bir algı var: ‘İstanbul Sözleşmesi, LGBTİ+’lar bahane gösterilerek kaldırıldı.’ Aslında tam tersi, İstanbul Sözleşmesi LGBTİ+’lara saldırmanın bahanelerinden biri oldu. Hande Kader, İstanbul’da, en büyük şehrin orta yerinde bir kadın yakılarak öldürüldü. Transfobik bir kadın cinayeti vardı ortada. Ardından bırakın soruşturma yürütmeyi sivil toplum örgütlerinin katılması bile mümkün olmadı. Çünkü yasalarımız bunu böyle bireysel adli bir mesele olarak görüyor, nefret cinayeti olarak tariflemiyor. Hâliyle de tek söz sahibinin aile olduğu bir durumdayız. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun, Aile Bakanlığı’nın buraya katılmasını zorunlu kılıyor zaten. Çünkü hem nefret hem kadın cinayeti var, çünkü bunlar salt adli meseleler değil. Ortada kocaman bir toplumsal eşitsizlik var, nefret iklimi var, kadın düşmanlığı var, transfobi var. Cezasızlık sadece ceza almaması değil; alması gereken cezadan çok az bir ceza alması da bir ödül gibi, cezasızlığı sürdürüyor”
Kaos GL, her yıl kamuda ve özel sektörde LGBTİ+ çalışanların durumuna ilişin bir araştırma yapıyor. Araştırma, LGBTİ+ işçi ve emekçilerin durumuna dair veriler sunuyor. Pandemi döneminde özel sektörde çalışan LGBTİ+’ların gelecek ve işsizlik kaygısı KAOS GL’nin 2021 yılı araştırmasına göre arttı. Araştırmaya katılanların %59,4’ü pandeminin çalışma yaşamlarına etkilerinin olumsuz olduğunu ifade etti.
Derneğin Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi iş birliğiyle yürüttüğü, Türkiye’de kamu ve özel sektörde LGBTİ+’ların durumunu ortaya koyan araştırma sonuçları 11 Kasım 2021 tarihinde açıklandı. “Türkiye’de Kamu Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu” ve “Türkiye’de Özel Sektör Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu” başlıklı raporlarda katılımcılara COVID-19’un çalışma yaşamlarına etkileri de soruldu.
Araştırmaya katılan 633 özel sektör çalışanının %59,4’ü pandeminin LGBTİ+’ları olumsuz etkilediğini beyan etti. Pandeminin çalışma yaşamında oluşturduğu koşulların LGBTİ+ çalışanları cinsiyet kimlikleri, cinsel yönelimleri veya cinsiyet özellikleri nedeniyle daha farklı etkilediğini düşünüp düşünmedikleri sorulan katılımcıların %90’ı “hayır” ya da “fikrim yok” diye cevap verirken, 64 katılımcı ise bu soruyu “evet” şeklinde yanıtladı. Bu katılımcıların %40,6’sı pandeminin çalışma koşullarındaki olumlu etkilerinden söz etse de %59,4’ü pandeminin etkilerinin olumsuz olduğunu ifade etti. Pandeminin olumsuz sonuçları olduğunu söyleyen katılımcıların büyük bir bölümü, kimliklerini açık yaşayabildikleri sınırlı sosyal ilişkileriyle sağladıkları destek ve dayanışmadan yoksun kalmalarının yalnızlaştırıcı etkisi ile bunun çalışma hayatlarındaki verimliliklerine yansımalarından söz etti.
Araştırma kapsamında “Çalıştığınız kurumda LGBTİ+’lara yönelik herhangi bir nefret söylemiyle karşılaştınız mı?” sorusu sorulan katılımcılardan %69,5’i (440 kişi) herhangi bir nefret söylemiyle karşılaşmadığını, katılımcıların %30,5’i (193 kişi) ise nefret söylemiyle karşılaştığını ifade etti. İşyerinde cinsiyet kimliği / cinsel yönelim / cinsiyet özellikler temelli ayrımcılıkla karşılaşmadığını dile getiren katılımcıların %22,1’i işyerinde nefret söylemiyle karşılaştığını bildirdi. Söz konusu 633 kişinin % 6,2’si’nin medya sektöründe (reklamcılık dahil) çalıştığını belirtmekte fayda var.
Derneğin 2020 araştırmasına göre, LGBTİ+’ların ekonomik ve sosyal hakları sendikaların öncelikleri arasında yer almıyor. Ayrıca araştırma, özel sektörde çalışan LGBTİ+’lar arasında sendika ya da meslek örgütü üyesi olma oranının düşük olduğunu, sendika ve meslek örgütlerine üye olanların ise çalışma yaşamlarında ayrımcılığa karşı başlıca mücadele alanlarından biri olarak söz konusu kurumları görmediğini ortaya koyuyor. Araştırma örneklemini oluşturan katılımcıların sadece %11,3’ü meslek örgütü üyesi, %6,8’i ise sendika üyesi olduğunu bildiriyor. Bu oran, Türkiye genelinde işçiler arasındaki sendikalaşma oranının oldukça altında. Ankette yer alan LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı alınması gereken başlıca üç önlemin ne olduğuna ilişkin soruya, “örgütlü mücadele ve dayanışma ağları” cevabını verenlerin oranı; %23,6. Araştırma, kamuda veya özel sektörde çalışan LGBTİ+’lar arasında sendika ya da meslek örgütü üyesi olma oranlarının düşük olduğunu da gösteriyor.
DİSK Araştırma Merkezi’nin (DİSKAR) Nisan 2020 tarihli Türkiye’de Sendikalaşmanın Durumu Araştırması Raporu’na göre, Türkiye’de sendika üyesi işçi oranı %12,14. Rapor verilerine göre, çalıştığı işyerinde ayrımcılığa uğradığını ifade eden 61 katılımcıdan 12’si bir sendikaya ve/veya meslek örgütüne üye. Ancak rapora göre hiç kimse üyesi olduğu sendika veya meslek örgütüne yaşadıklarını bildirmiyor.
HABER : Haber: Ebru Apalak
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.