Kullanışlı gazetecilik işbaşında!
AKP döneminde, Türkiye dünyada en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülkelerden biri oldu. Hapisteki gazeteci sayısı 2010’lu yıllara kıyasla bugünlerde daha düşük. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne (RSF) göre halen 9 gazeteci tutuklu. Bu sayı Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) göre 18, Türkiye Gazeteciler Sendikası’na (TGS) göre ise 38.
Gazeteciler tutuklanırken genellikle asıl nedenin gazetecilik olduğu örtülüp “terör örgütü üyesi” olmak ya da “örgüte yardım etmek” gibi gerekçeler öne sürülüyor. Gazetecilik örgütlerinin raporlarındaki sayı farklılığının nedeni bu. Davalar incelenmeden hazırlanan raporlarda gazeteci oldukları tartışmalı ya da gazetecilik dışı nedenlerle hapse atılan isimler yer alabiliyor. Ama AKP’ye göre zaten Türkiye’de gazetecilik nedeniyle hapse atılan kimse hiç olmadı, hapistekilerin de hepsi terörist!
İşte bu nedenle İçişleri Bakanlığı’nın, Mersin’deki polisevine yönelik terör saldırısının faillerinden birinin, PKK’lı “Zozan Tolan” kod adlı Dilşah Ercan olduğunu açıklaması tam da aradıkları malzemeydi. Artık nasıl olduysa bu ismin CHP’nin 2013’teki “Tutuklu Gazeteciler Raporu”nda Azadiya Welat muhabiri olarak geçtiği anında keşfedildi. Hemen ardından AKP sözcüleri ve iktidar yanlısı medya bir örnek haber ve yazılarla saldırıya geçti.
Akşam, Aydınlık, Milat, Sabah, Türkgün, Türkiye, Yeni Akit ve Yeni Şafak gazeteleri ile AHaber ve benzer çizgideki internet sitelerinin, “CHP’nin gazetecisi polisi şehit etti” türü ortak haberleri iki gün boyunca sürdü. Fakat PKK’nın saldıranlar arasında Dilşah Ercan’ın olmadığı, onun “görevi başında” olduğu açıklaması bu haberleri açığa düşürdü. Nitekim emniyet de “Dilşah Ercan’a ait parmak izlerini, iki kadın teröristin parmak izleri ile karşılaştırmış ama izlerin örtüşmediğini” saptamıştı!
Böylece DNA araştırması yapıp, saldırganın kimliği netleştirilmeden açıklamalar yapıldığı anlaşılmış oldu. Ama Bakan Soylu, yanlışlığı kabullenmek yerine bu kez de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu “PKK’nın açıklamasına sığınmak” ile suçladı.
İktidar medyası da haberini düzeltmek yerine aynı minval üzere devam etti; Yeni Şafak ve Yeni Akit “CHP’de ‘Dilşah görevde’ sevinci” haberleri yayımladı. Hatta Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni öyle ileri gitti ki, “PKK’nın açıklaması CHP’yi sevince gark etti. CHP’de senlik başladı, İzmir Marşı okundu, 10. Yıl Marşı’yla coşku tavan yaptı” diye hayali bir şenlikten bahsetti! Sanırsınız haberi yanlış çıkan onlar değildi.
Tam teçhizatlı özel harekât polislerinin, gazetecilerle birlikte CHP’li Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin Basın Yayın Daire Başkanı Bedrettin Gündeş’in evini basması da gazeteciliğin propaganda amacıyla kullanılmasının başka bir örneğiydi.
Hayli kullanışlı bir gazetecilik faaliyeti yürürlükte bu ülkede… Gerçekler propagandaya kurban olmuş kime ne?
Valensiya’ya hanut gezi
Sabri Ülker Vakfı, Türkiye ile ilgili “Tüketici Ekmek İsraf Araştırması TİA-2022”nin sonuçları ile israfı önleme projesini, Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun 2019’da “Dünya Sürdürülebilir Gıda Kenti” ilan ettiği Valensiya’da açıklamaya karar vermiş.
Elbette vakıf istediği yerde açıklayabilir araştırmasını ama sırf oradaki basın toplantısını izlemeleri için Türkiye’den İspanya’ya gazeteci götürmeleri gazetecilik etiği açısından sorunlu. Zira Valensiya’da ağırlanan gazeteciler, davetin karşılığını haberleriyle veriyorlar:
“Gıdanın geleceği burnumuzda (Gürkan Akgüneş /Milliyet), Çöplerimiz yemek dolu (Aybike Eroğlu/ Yeni Şafak), Günde 4.9 milyon ekmek israf ediliyor (Özlem Yüzüak/ Cumhuriyet), 7 milyon öğrenciye israfı önleme eğitimi (Yasemin Salih /Dünya), 7 Milyon çocuk gıda kahramanı olacak (Ceyda Karaaslan/Sabah).”
Gazeteci, gezilere kurumunun olanaklarıyla gitmeli. Ancak başka türlü izlenemeyen ve haber değeri olan gezilere davetle gidebilir; o zaman da bu durum okura/izleyiciye açıklanır. Valensiya gezisine giden gazeteciler ise şirket kesesinden davet edildiklerini belirtmemişti; üstelik o araştırmayı oralara kadar gitmeden de yazmak mümkündü…
Nitekim AA, aynı haberi İstanbul’daki açıklamaya dayanarak yazdı; tabii o da pazarlamaya yönelik “Şirket Haberleri” sayfasında…
Yunan halkına nefret söylemi
“Yaygın kanaat Türk ve Yunan halklarının dost olduğu ancak siyasetçiler yüzünden kalıcı barışın tesis edilemediğidir” diyordu Prof. Dr. Serhat Güvenç. İki ülke arasında yaşanan krizleri incelediğinde ise bu kanaatin tersi sonuca vardığını belirtiyordu yazısında:
“Bireyler arası ilişkilere hakim olan sıcaklık ve olumlu havanın kollektif düzeye sirayet edemediğini, iki ülkede yapılan kamuoyu araştırmaları gösteriyor. Ege’nin her iki tarafında da siyasetçilerin gayret göstermesine gerek olmadan ‘gaza gelmeye’ teşne kamuoyları bulunuyor. İş, karar vericilerin kamuoylarını sahneye davet etmesine bakıyor.”
Dikkate değer bir saptama bu. Gerçekten de turist olarak gelen Yunanlara dostane davranan Türk insanı, ulusal düzeyde düşmanca tepkiler verebiliyor. Son günlerdeki Ege adalarının silahlandırılmasına ilişkin krizde de böyle oldu; düşmanca tepkiler zirveye çıktı.
Ne yazık ki, Yunan ulusuna karşı olumsuz duygular beslenmesinin nedenlerinden belki de en önemlisi medya. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Bir gece ansızın gelebiliriz” ve “Bu millet, o imanlı yürekleriyle imansızları İzmir’den denize döktü” gibi açıklamalarının ardından medyada yer alan haber, yazı ve yorumlar da bunun kanıtı. Birkaç başlıkla örneklendireyim:
“Korkak Yunan ‘Gemi şüpheliydi’ diyor (Sözcü), Akıllı ol Yunan (Diriliş Postası), Yine denize dökeriz’ (Aydınlık), Vicdansız Yunan yine ölüme itti (Akşam), Ege’de yine Yunan katliamı (Türkiye), Yunan: Kaşınan (M. Şeker/Yeni Şafak), Yunan zorbalığı (Yeni Şafak), Gavur Yunan’ın hedefi güdümlü müftülük (Yeni Akit).
Görüldüğü gibi mesele Yunan ulusuna karşı düşmanlık ve nefret söylemi olunca iktidar medyası ve eleştirel medya ayrımı da yok. Medyanın genelinde düşmanca ve çatışmacı yaklaşım egemen. Türk-Yunan gazetecileri dostluk buluşmaları ve ziyaretleri bile geçmişte kaldı; savaş çığlıkları atan, Yunan’a dersini vermekten dem vuran yazarlar var artık.
Oysa barışı savunmak, bu uğurda çaba harcamak gazeteciliğin temel görevlerindendir.
İnsanlar “tane” olmaz
İnsanı “tane” diye sınıflandıranlar kervanına Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı. CHP’yi eleştirirken “Birkaç tane başörtülüyü nereden buluyorsa buluyor, yakasına rozet takıyor” dedi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bu söze “Muhafazakar genç kadınlara sesleniyorum; siz ‘tane’ değilsiniz, hepiniz bireysiniz” tepkisini vermesi, Türkçe açısından değerliydi. Çünkü “tane” sözcüğü insanlar ve hatta canlılar için kullanılmaz; cansız varlıklar için sayı birimidir.
Yaygın dil yanlışlarından biri bu. Erdoğan gibi siyasetçilerin yanı sıra birçok gazeteci de insanlar için “tane” sözcüğünü kullanıyor. Bu hafta Millî Gazete’de Mahmut Toptaş da yazısına “Kaç tane insana yardım eli uzattınız” başlığını attı. Levent Gültekin de Halk TV’deki programda “iki tane belediye başkanı” dedi.
Bu dil yanlışından kurtulmak için sürekli uyarmak gerekiyor sanırım.
Tek cümleyle:
HABER : Faruk Bildirici
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.