Suat Gezici
TÜİK’in 2003 yılına ait doğum istatistikleri, çocuk yaşta doğum yapma sayısının ürkütücü boyutlara ulaştığını gösterdi. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, ülkede 2023 yılında 15 yaşından küçük 130 çocuk, 15-17 yaş grubunda ise 6 bin 505 çocuk doğum yaptı. Üstelik geçen yıl anne olan 15 yaş altındaki 130 çocuktan 4’ü ikinci çocuğunu doğurdu. 15-17 yaş grubunda ise 535’i ikinci, 31’i üçüncü kez doğum yaptı.
“Bu kadar çocuğun hakkı, çocukluk hakkı elinden alınmış”
Sağlıkçı ve EŞİK Platformu gönüllüsü Derya Böğrü 9. Köy’e yaptığı açıklamada, kız çocuklarının anne olmasının başlı başına bir çocuk hakları ihlali olduğunu belirterek, “Burada gebelik başladıktan itibaren, evlilik sınırı ile o gebeliğin nasıl başladığını konuşmak gerekir. Aile içi ensest olabilir, istenmeyen bir evlilik olabilir, küçük yaşta zorla evlendirme olabilir ya da istismar olabilir. Bu tür şeyler bizim kültürümüzde maalesef var. Ve çocuk bütün bu sistematik olayların sonucunda gebe kalıyor” dedi.
Çocuk yaşta doğum yapanların “çocukluklarının ellerinden alındığını” söyleyen Böğrü, şöyle konuştu:
“15 yaş altı 130 çocuk-anne çok fazla. 15-17 yaş grup çocuklarda 6 bin 505 gibi bir rakam düşünülemez. Bu kadar çocuğun hakkı, çocukluk hakkı elinden alınmış. Çocukluk çağı birden bire yok edilmiş. İkincisi şu; gebe kaldıktan sonra bir kere bir insanın, bir kadının gebeliği algılayabilmesi için bile belli bir aile yeterliliğine sahip olması gerekiyor. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün ya da diğer kurumlarım çalışmalarının ortaya çıkardığı sonuç şu; çocuğun varlığı ve doğduktan sonraki topluma uyum sağlama haliyle ilgili fikirleri de anne karnında başlayan bir sürece işaret ediyor. Yani sağlıklı sürece maruz kalmış bir çocuk doğduktan sonra, sağlıklı çocuk olarak değerlendiriliyor. Anne karnında, anne-bebek bağlanması süreci var. Küçük yaş anneler ile bebekler bu bağlanmayı sağlayamıyorlar. Çünkü annenin kendisi çocuk zaten. Sonrasında bebeğe nasıl bakacağını, karnındaki çocuğu nasıl değerlendirdiğini bile bilmiyor. Doğurduktan sonraki bakım sırasında çok zayıf bakımlar geçerli oluyor. Gelişme sürecinde böyle bir sıkıntı var. Erken yaş gebeliklerin gebelik sürecinden sonra da sorunları oluyor.“
“Evcilik oynar gibi”
Meselenin bir de “çocuk hakları” bölümü olduğunu ifade eden Böğrü, “Aslında ilk hak ihlali gebe çocukta başlıyor. Ardından doğurduğu çocukta devam ediyor. Çünkü sağlıklı bir aileye doğmamış oluyor. Sağlıklı bir anne babanın çocuğu olmamış oluyor. Dolayısıyla bebekle ilgili de ortaya toplumsal bir sorun doğurmuş oluyoruz aynı zamanda. Aslına bakarsanız erken yaşta gebeliklerde doğan çocuklarla, toplumsal bir sorun doğurmuş oluyoruz” diye konuştu.
Çocuk yaştakilerin doğum esnasında da çok ciddi sorunlar yaşadıklarına dikkat çeken Böğrü, “Çünkü doğum başlı başına anne için sezaryen olsun, normal doğum olsun zor yönetilen bir süreç. Bir çocuğun bedeninin zaten bunu kaldırabilir bir durumda olduğunu sanmıyorum. Yani o yaş grubunun mental olarak böyle bir süreci yönetmek gibi bir yeterliliği yok. Yetkinliği de yok” dedi.
Akademik araştırmaların doğum travmalarına da dikkat çektiğini anlatan Böğrü, şöyle konuştu:
“Akademik araştırmalar doğum travmalarından bahsediyor. Doğumda yaşanan sorunların, doğan çocuk üzerindeki etkilerinden bahsediyor. Ayrıca annede de lohusalık depresyonu gibi, çocuğa düşman olma gibi, yani yaşadığı acının sorumluluğunu çocuğa yükleme gibi sorunlar oluyor. Küçük yaşta çocuklarda annelik yetkileri yeterli olmadığı için maalesef bu günah keçisi yeni doğan bebek oluyor.“
Anne sevgisinden maruz kalan çocuğun da toplumda şiddete meyilli olduğuna dikkat çeken Böğrü, bağlanma duygusundan yoksun bireylerde, şiddete meyil, topluma uyum sağlayamama ya da narsist kişilik bozuklukları oluşabildiğini söyledi. Böğrü, “Doğduktan sonra duygusal bağlanma artı fiziksel bakım, küçük yaş gebeliklerde çok zayıf oluyor. Fiziksel bakım da veremiyor. Anne sütü artık geçerliliği tartışma konusu olmayan bir beslenme yolu. Bu çocukların, çocuklarını emzirme oranları çok düşük. Yetersiz vücut süt üretemiyor. Yaş grubu gereğiyle bu beden anne olup ne bir çocuğu karnında büyütmeye ne de doğurduktan sonra onu beslemeye hazır değil. Çocuklar anne sütünden mahrum kalıyorlar. Sonra mamalarla beslenmeye başlıyorlar ve mamaların anne sütünü karşılamak gibi bir durumu yok. Ortaya beslenme bozukluğu çıkıyor” diye konuştu.
Anne sütünün bağışıklık, zeka ve fiziksel yeterlilik üzerindeki etkisinin önemini de vurgulayan Böğrü, “Evcilik oynar gibi düşünün. Gerçeklikten uzak bir annelik inşa edilmiş oluyor buradan. Farkında olmayan bir annelik inşa edilmiş oluyor” dedi.
Devletin “nitelikli toplumlar” yaratmak yükümlülüğü olduğunu da belirten Böğrü, şöyle konuştu: “Nüfusun niteliğinden bahsediyoruz. Nüfusun niteliğinden sorumludur devlet. Devletin yaptığı bütün uygulamalara bakın; doğum öncesi bakım, doğum öncesi takip, koruyucu sağlık hizmetleri, doğum sonrası bakım, doğum sonrası takip bunların hepsinin altında yatan mesele şudur: nüfusun niteliğini artırmak. Ve çocuk gebelikler burada bir olumsuzluk gösteriyor. Nüfusun niteliğine de balta vurmuş olunuyor.“
“Lanzarotes Sözleşmesi etkin uygulanmalı”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu – Kadın Meclisleri Ankara Temsilcisi Tuana Gençer ise kısa adı “Lanzarotes Sözleşmesi” olan, Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması için Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin etkin olarak uygulaması gerektiğine dikkat çekerek şöyle konuştu:
“Çocuk annelik konusunu ele alacak olursak ciddi bir istismar ve ihmal ile karşı karşıya kalıyoruz. Son dönemde zaten çocuk istismarı konusunun ülke gündeminde ne kadar konuşulduğunu görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde HKG davasıyla alakalı çıkan kararları gördük. Ve İstanbul’da olan çocuk istismarı olayını gördük. Bunların böyle birbirinden bağımsız ele alınmaması gerekir. Ne çocuk annelik, ne gündeme düşen konu çocuk istismarı davalarının ne de politik söylemleri birbirinden ayrı düşünmemek gerekir.”
Türkiye’de Lanzarotes Sözleşmesi’nin uygulanmadığını gözlemlediklerini de kaydeden Gençer, “Eskiden şöyle söyleniyordu ‘Çocuk susar sen susma’. Aslında şu an hiç öyle olmadığını görüyoruz. Çocuklar susmuyor ve istismara uğradığını bir şiddete uğradığını cinsel şiddetle karşı karşıya kaldıklarını söylüyorlar. Bunun sonucunda yani böyle bir ifade bize geliyorsa bir karakola geliyorsa bir savcılığa böyle bir başvuru varsa derhal tüm mekanizmaların o çocuğun yararına işletilmesi gerekir elbette. Hem soruşturma hem de kovuşturma sürecinde bunun işletilmesi gerekir. O delil yetersizliğinden beraat kararlarını mahkemeler bu kadar rahat vermemelidir. Yani siyaset kurumu eğer bütünlüklü olarak çocuk istismarını önleyecek çeşitli tedbirler getirirse, bunu sadece söylemesi bile o mahkemelerin bu kadar rahat bu kararları vermesini engeller diye düşünüyoruz” dedi.
Hem çocuk istismarının hem de kadına yönelik şiddetin ancak iktidarın önleyici politikalarıyla, uluslararası sözleşmelere uyularak önlenebileceğini kaydeden Gençer, çocuk istismarına yönelik verilerin, sebep ve sonuçlarının detaylı incelenmesi gerektiğini söyledi. Gençer, “Çocuk istismarı konusunu detaylı araştırmalı ki bununla alakalı bütünlüklü çözümü hep birlikte bütün topluma göstersin ve onunla alakalı adımlar atılsın. Biz çözümü elbette ki biliyoruz; Lanzarotes Sözleşmesi etkin uygulanmalı. Mevcut yasalarımızın çocuklarla alakalı hükümleri, ‘beyan esastır’ örneği gibi. Bunlar etkin uygulanmalı diye düşünüyoruz“