Faruk Bildirici
Yeni Akit gazetesi, “CHP de medyası da milli güvenlik sorunu” manşetinde gazeteciler Nevşin Mengü ve Özlem Gürses’i hedef gösterdi; “sözde gazeteci” etiketi yapıştırdı. Türkiye gazetesi yazarı Cem Küçük, T24 editörü Gözde Yel için “sözde gazeteci” diye yazdı. Bengütürk ve MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir de Gerçek Gündem Genel Yayın Yönetmeni Seyhan Avşar’a yöneltti bu nitelemeyi.
Oysa bu arkadaşlarımız öyle “sözde” falan değil, düpedüz gazeteci. Onları etiketleyenler nezdindeki “suçları” da gazeteciliğin gereği olarak iktidara da eleştirel tavır içinde olmaları.
Nevşin Mengü’yü, PYD Eş Başkanı Salih Müslim ile söyleşi yapması nedeniyle gözaltına aldılar, dava da açtılar. Ama bir gazeteci, herkesle konuşur; kiminle konuşacağına devlet karar veremez. Beğenmiyor, yanlış buluyorsanız en fazla eleştirir, tartışırsınız. Gözaltına alıp yargılamaya kalkmak baskı, gözdağı verme çabası.
Özlem Gürses’in gözaltına alınmasının gerekçesi de YouTube yayınındaki bir cümlesiydi. Dil sürçmesi değil, inandığını söylüyor olsaydı bile bir cümle yüzünden gözaltına alınması, bileğine kelepçe takılması, ev hapsine mahkûm edilmesi de ifade ve düşünce özgürlüğüne müdahale.
Seyhan Avşar hakkında soruşturma açılmasının nedeni ise sosyal medyadaki paylaşımları.
Avşar, Suriye’de öldürülen Cihan Bilgin ve Nazım Daştan için “…iki gazeteci meslektaşımız üzerlerine atılan bomba nedeniyle yaşamını yitirdi. Siyasiler suskun, gazeteciler suskun, STK’lar suskun” yazmıştı. Beğenmiyor ya da katılmıyor olabilirsiniz ama Avşar, gazeteci olarak durum saptaması yapıyor, değerlendirmesini dile getiriyordu.
Cem Küçük, T24 editörü Gözde Yel’i “sözde gazeteci” olarak etiketlemekle kalmıyor, bir de “DEM Parti sempatizanı” diyor. T24’ün Cihan Bilgin ve Nazım Daştan haberine soruşturma açılmasından dolayı böyle söylüyorsa o haberde Gözde Yel’in imzası yok; üstelik o haber, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği ve DİSK Basın İş gibi meslek örgütlerinin açıklamalarını içeriyor.
Sanırım Cem Küçük’ün asıl kızgınlığı, Gözde Yel’in yazısında, Tolga Şardan’ın yargılandığı “MİT raporu” davasıyla ilgili olarak “Cem Küçük yapınca suç değil, Tolga Şardan yapınca suç oluyorsa adaletin dengesi şaşıyordur” ifadesinin yer almasından kaynaklanıyor. Nitekim Cem Küçük, hızını alamayıp Tolga Şardan’ın da “hapislerde çürümesi gerektiğini” yazabiliyor.
İşin ironik tarafı, “sözde gazeteci” etiketini diline dolayan Cem Küçük’ün, yazarlık ve ayakkabı tüccarlığını birlikte yürütmesi! Kendisi, bir ayakkabı firmasının ortağı ve gazeteci!
Yeni Akit’in gazetecilikten ne anladığı da hakaretler, ayrımcılık, nefret söylemi, kişileri ve kurumları hedef gösteren yayınlarından belli. Bengütürk ve MHP’ye gelince onların gazetecilere yönelik saldırılardaki tavırları ve tehditleri unutulmadı…
Televizyonlar, isteyenin istediği gibi konuştuğu, dilediği gibi saçmaladığı, suç işleyebildiği, suça teşvik edebileceği serbest kürsüler olamaz. Bizdeki haber kanallarında ise böyle bir eğilim var; ekrana çıkan aklına estiği gibi konuşuyor ve çoğu sunucu da onaylamakla yetiniyor.
Oytun Erbaş’ın katıldığı TV100’deki Buket Aydın’ın programı da böyleydi. Erbaş, “Bakın asgari ücret elli de olsa elli verin yine elli harcar insanlar. Fakir hayat en sağlıklı hayat” diye asgari ücretlilerle alay ederken Buket Aydın’dan itiraz gelmedi. Tersine Buket Aydın, “Yani asgari ücrete üzülmesinler, kendi hayatlarını asgari ücrete göre organize etsinler” diyerek Oytun Erbaş’ın sözlerini daha da açtı; onun sözlerini destekledi.
Gazeteci Abdi İpekçi’nin katili M. Ali Ağca’nın katıldığı Akit TV’deki “Kırmızı Masa” programı da ondan geri kalmaz. Programı sunan Muharrem Coşkun, Ağca’nın, Abdi İpekçi ve gazetecilere yönelik kullandığı ağır ifadelere, nefret söylemine karşı çıkmadı. Hatta “O teğmenlere ne yapılmalı” ve “Tedbir alınmalı yani” gibi sorularla yönlendirerek Ağca’nın Harp Okulu’ndaki teğmenler için “yetki verilirse asarım” demesini sağladı.
Bizdeki haber kanalları böyle ama geçen hafta BBC’nin Arapça kanalında farklı bir örnek yaşandı. Suriye Türkmenlerinden Bekir Atacan, Suriye’de SDG’nin silah bırakması meselesi konuşulurken “Eğer bu katil ve terörist silah taşımakta ısrarcıysa, çözüm sadece ölümdür” deyince sunucu, hemen onu ekrandan aldı. Sonra da “BBC ekranlarında öldürmeye teşvik etmek ahlaki açıdan kabul edilemez. Bu ifadeler tamamen kınanmalıdır” diyerek yayını sonlandırdı.
Olması gereken, BBC sunucusunun yaptığı. Yanlış, kabul edilmeyecek bir ifade olduğunda sunucu hemen itiraz etmeli, anında düzeltmeli. Yoksa gazeteci, herkesle konuşur, suçlu da olsa herkes ekrana çıkarılabilir. Mesele onun karşısında nasıl tavır sergileyebildiğiniz.
Ama tabii Oytun Erbaş’ın akla ziyan konuşmasını önleyemeyecekseniz ya da işlediği cinayete dair üzüntü duymayan, hatta savunan katil M. Ali Ağca’nın suç niteliğindeki sözlerini engelleyemeyecek, kendisini aklamasına aracı olacaksanız yayına almazsınız; alamazsınız.
Bir konuğu programa alırken temel ölçüt, toplumun bilgilendirilmesi ve kamu yararı olmalı…
Balıkesir’de 11 kişinin yaşamını yitirdiği fabrikanın öyküsü enteresan. Fabrikanın sahibi olan ZSR Patlayıcı şirketine 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında TMSF el koymuş. Sonra da şirketin hisseleri, Zirve Holding ve Senta Madencilik’e devredilmiş. Geçen nisan ayında da şirket hisselerinin yüzde 45’i Çekya Merkezli Topalipo AŞ adlı firmaya aktarılmış.
Halen fabrikanın ortaklarından biri olan Zirve Holding’in sahibi ise Ömer Faruk Kalyoncu. Kısacası, Sabah, A Haber gibi medya kuruluşlarının da dahil olduğu Turkuvaz Medya’nın sahibi aynı zamanda patlama olan bu şirketin de ortağı.
Bu bilgiyi Gazete Pencere, BirGün, T24, Sol Haber, Sözcü, Gazete Duvar, Sendika.org, Veryansın TV, 12Punto gibi haber sitelerinden öğrendik. Ama Ö. Faruk Kalyoncu’nun sahibi olduğu Sabah, ATV ve A Haber’in haberlerinde bu bilgiler yoktu.
Hatta Sabah, “hisse çoğunluğunun ve yönetiminin Çek Cumhuriyeti merkezli CSG’de olduğu ZSR Patlayıcı Sanayi A.Ş.’ye ait fabrika” diye yazarak okuruna eksik ve yanıltıcı bilgi veriyordu. Zira Rekabet Kurumu’nun web sayfasında hissedarların “şirket üzerinde ortak kontrolü”ne izin verildiği belirtiliyordu. Dahası öbür hisselerin kime ait olduğu bilgisi gizleniyor, patronun şirketi korunuyordu. Bununla da kalmıyor, Sabah’ın haberinde “Güvenlik önlemleri tam” denilerek, fabrikada güvenlik açısından bir eksik olmadığı savunuluyordu.
Hürriyet’te de “Çekya şirketinin fabrikasında patlama” deniyor, Ö. Faruk Kalyoncu ve Turkuvaz Medya’dan hiç bahsedilmiyordu. Akşam, Milliyet, Türkiye ve Yeni Şafak gibi gazeteler ve haber siteleri ise şirketin sahipliği konusuna hiç girmiyordu.
Bu olay, medyada editoryal bağımsızlığın ne denli önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Görüldüğü gibi, Sabah ve Turkuvaz Grubunun öbür kuruluşları, şirket sahibinin çıkarı söz konusu olunca kamunun bilgilenmesini, kamunun yararını bir kenara atıp patronlarını koruyup kolluyorlar. Sahiplik yapısı, holdingleşme haberciliği zehirliyor.
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.