Sinem Nazlı Demir / Kapak Fotoğrafı: DepoPhotos – Mehmet Özdoğru
“Kapatmak” bekledikleri yardım elini oluşturuyor mu, iyileştirilmelerine, topluma kazandırılmalarına ne ölçüde katkı sağlıyor sorusuna, çocuğun suçlu değil, “suça sürüklenmiş” olduğu kavramsal gerçeğinden hareketle yanıt aradık.
Görüşüne başvurduğumuz uzmanlar da öncelikle bu gerçekliğin altını çizerek, değerlendirmeye başladı. Türkiye’de, herhangi bir suç unsuru taşıyan olaya karışmış veya faili olmuş çocuklar, hukuk ve sivil toplum alanında “suça sürüklenmiş çocuk” kabul ediliyor. Bunun temelinde, henüz neden-sonuç ilişkilerini anlama kapasitesi gelişmemiş olan çocukların, doğrudan “suçlu” sıfatıyla değerlendirilemeyeceği anlayışı yer alıyor.
Suça sürüklenmiş çocuklar, her ülkede farklı ceza ve yaptırım yöntemleriyle hukuk sisteminin içinde yer alıyor. Türkiye’de herhangi bir adli olaya doğrudan veya dolaylı bir şekilde dahil olduktan sonra hapis ile cezalandırılabilecek çocukların yaş aralığı; 12-18 yaş dönemi olarak uygulanıyor. Suça sürüklenmiş çocukların hapis cezası aldıkları veya tutuklu yargılandıkları süreç içerisinde kaldıkları yerler ise, Adalet Bakanlığı tarafından tespit ediliyor. Bu çerçevede suça sürüklenmiş çocuklar, bakanlığa bağlı çocuk eğitim evleri, çocuk ceza infaz kurumları ve ıslahevlerinde tutuluyor.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün internet sitesinde yer alan bilgiye göre, Türkiye’de, Ankara, Diyarbakır, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Mersin, Samsun ve Tekirdağ’da olmak üzere 9 Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu bulunuyor.
Cezaevlerindeki çocuklarla çalışma yürüten, adını açıklamak istemeyen bir sosyal hizmet uzmanı, çocukların içerideki deneyimlerine ilişkin özetle şu gözlemi paylaştı:
“Çocuklar cezaevlerinde kaldıkları süre boyunca bazı aktivitelere katılsalar da kapatılma deneyimi nedeniyle alışık olmadıkları bir çevre ve fiziki ortamla karşı karşıya kalıyorlar ve her çocuk, ilk günlerini zor geçiriyor, ciddi zorluk çekiyor.
Başka dava ve yargılamalardan hapis cezası almış diğer çocuklarla tanışıyor, deneyim sahibi olmadıkları hayatlarla ilgili tecrübe kazanmaya başlıyorlar ve ne yazık ki çoğu zaman hiç bilmedikleri suç işleme yöntemlerini de öğrenebiliyorlar.
Örgün eğitimlerine hapishanede sağlıklı bir şekilde devam edemedikleri için eğitim öğretim süreçleri kesintiye uğrayabiliyor. Bu nedenle hapishaneden çıkan çocuklar direkt eğitimlerine kaldıkları yerden devam edemeyebiliyor. Cezaları bittikten sonra topluma karışmak isteyen çocukların birçoğu, iş hayatlarına adapte olmakta zorlanıyor, çünkü işe alım dönemlerinde etiketleniyorlar.
Aile üyeleriyle sağlıklı iletişimi olmayan, eğitimine devam edemeyen ve herhangi bir işe giremeyen çocuklar, cezaevinden çıktıktan sonra bakanlıklar tarafından kontrol ve denetim mekanizmasından geçmedikleri için riskli ortamlarına geri dönebiliyorlar. Bu nedenle topluma yeniden dönüşleri sağlanmayan çocuklar, tekrar aynı veya farklı bir suça sürüklenerek cezaevine geri dönüyorlar.
Ne yazık ki bir döngü oluşuyor. Bu döngünün kırılması için rehberlik ve çocukların buradan çıktıktan sonraki süreçlerinin kontrolü, takibi ve desteği sağlanmalı.”
Döngüye ilişkin uzmanların, sivil toplum kuruluşlarının, hukukçuların gözlemi ve tespitleri var, ancak; cezaevinde tahliye olan çocukların yüzde kaçının yeniden hapis cezası alarak cezaevine döndüğüne ilişkin resmi bir veri yok.
Adalet Bakanlığı her yıl suça sürüklenen çocuklarla ilgili genel bir istatistik yayımlıyor. Bakanlığın verilerine göre, Türkiye’de 2019 yılında 130 bin 983, 2020 yılında 99 bin 919, 2021 yılında 110 bin 606, 2022 yılında 207 bin ve 2023 yılında 178 bin 834 çocuk suça sürüklendi.
Verilere göre, Türkiye’de suça sürüklenen çocukların büyük bir bölümü, 15-17 yaş aralığındaki oğlan çocuklarından oluşuyor. En çok sürüklendikleri suçların başında yaralama, hırsızlık ve uyuşturucu yer alıyor. Bu üç suç türü, toplam suçların yaklaşık üçte 2’sini oluşturuyor.
Dünyada çocuk suçluların cezaevine gönderilmesi uygulaması var. Ancak özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde çocuklar için öncelikli olarak rehabilitasyon ve sosyal hizmet tedbirleri, toplum temelli programlar ve denetimli serbestlik gibi alternatifler yaklaşımlar tercih ediliyor.
Suça sürüklenmiş çocuklarla çalışan Avukat Fırat Çiçek, çocukların hapishane deneyimleri sonrası yeniden suça itilme ihtimallerinin arttığına dikkati çekti.
Avukat Fırat Çiçek, kapatılan çocukların toplumda “damgalanma” risklerinin de arttığına işaret ederek, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Özgürlüğünden yoksun bırakılan çocuğun suç işleme potansiyelinin arttığına yönelik sosyolojik çalışmalar mevcut. Kriminoloji bilimi çocuk suçluluğunu incelerken çocuğun kapatılma halini suç işlemedeki motivasyonlarından biri olarak görüyor. Keza çocuk özgürlüğünden yoksun bırakıldığında toplum ve adli sistem tarafından damgalanmakta ve etkilenmektedir. Suç teorisine göre damgalanan birey bu statüye uygun davranarak suça sürüklenme potansiyelini arttırmış oluyor. Sonuç olarak doğrudan etki ettiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle çocuğun tutuklanması veya kapatılması Çocuk Hukuku’nda en son çare ilkesi olarak uygulanıyor. Türkiye’nin de taraf olduğu Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları gereği bir çocuğun hapsedilmesi başvurulacak en son tedbirdir.”
Cezaevlerinin yetişkinler için inşa edilmiş yapılar olduğuna dikkati çeken Çiçek, şöyle konuştu:
“Bir çocuğun kapatılması işe yaramamakla beraber çocuğun suç işleme potansiyeli arttırmaktadır. Türkiye’de çocukların tutuklanmasına karar veren merci Sulh Ceza Hakimliği’dir. Aynı mahkeme yetişkinler için de yargılama yapmaktadır. En son çare ilkesini uygulamayan bir yetişkin mahkemesi tarafından karar verilmektedir. Sulh Ceza Hakimliği çocuk cezaevlerini bir ıslah ve eğitim evi olarak görmektedir. İşbu sebepten çocukların kapatılmasına dair kararı daha kolay vermektedir. Fakat bilinmesi gerekir ki Türkiye’de çocuk cezaevleri yetişkin cezaevlerinden farklı değildir. Çocukların kapatılması adli sistemin amaçladığı faydayı yerine getirmemekle beraber çocuğun suç işleme potansiyelini arttırmaktadır.”
Türkiye’deki hukuk sistemini ve alınan kararları da değerlendiren Çiçek, diğer ülkelerle farklara ilişkin şunları söyledi:
“Çocuk Hakları Hukuku’nda en temel ilke çocuğun adli sistemden uzaklaştırılmasıdır. Maalesef Türkiye’de bu ilke uygulanmamakla beraber çocukları yetişkin cezaevlerinden farklı olmayan kurumlarda hapsediyoruz. Bu hususta modern hukuk sistemlerinde alternatif çözümler uygulanmaktadır. Ceza Adalet Sistemi’nin çocuklar için amacını yerine getirmediği hukuk sistemleri tarafından bilinmektedir. Özellikle çocuklar için Ceza Adalet Sistemi yerine Onarıcı Adalet Sistemi kullanılarak çocuklar adli sistemden uzaklaştırılabilir. Türkiye’de de bu konuda çalışmalar mevcut fakat mevzuata ve pratiğe yansımamıştır. Modern hukuk sistemlerinin uygulandığı bazı ülkelerde alternatif çözümler uygulanmaktadır. Özellikle Almanya, Finlandiya ve İsveç Çocuk Yargılamasında çocuk odaklı süreç yürütmektedir. Bu ülkelerde çocuk cezaevleri dahi mevcut değildir. Aynı şekilde çocuk, Ceza Adalet Sisteminin bir parçası olarak görülmüyor. Korunma ihtiyacı olan çocuk olarak görüldüğü için çocuğun korunmasına dair süreç yürütülmektedir. Maalesef Türkiye’nin de uyguladığı Ceza Adalet Sisteminin tek amacı çocuğun kapatılması ve cezalandırılmasıdır.”
Ergen birey, iç ve dış dünyasıyla ilgili yeterli farkındalık edindiğinde yetişkinlik dönemini de oluşturmaya başlar. Ancak, yeterli farkındalık olmadığında suça sürüklenen çocuk, yetişkinlik döneminde suçla yoğun temas kurabilme eğiliminde olur.”
Adalet Bakanlığı’nın projesi kapsamında İstanbul’daki bir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda hem gönüllü olarak hem de eğitmen olarak yer alan Klinik Psikolog ve Psikoterapist Sevgi Aleyna Yayla, çocukların suça sürüklenme nedenlerine bakılırken, çocukların hem iç hem dış dünyasını ele almak gerektiğini söyledi:
“Bebeklik ve çocukluk dönemi henüz otokontrolün bulunmadığı, dürtüsel davranışların, yıkıcılığın yüksek olduğu evrelerdir. Henüz suç kavramına ve ceza kavramlarına karşı kontrolsüz olunan bu dönemde, ebeveynlerin çocukların inmatür içsel kontrolünü birtakım pratiklerle geliştirmesi ve çocuğu tabiri caizse yetiştirmesi beklenir. Bu destek çocuk için aslında bir dış kontroldür. Bu dış kontrol ile çocuk sınırları, empatiyi, ilişki kurmayı öğrenir. Hem anne hem baba işlevinin yeterince iyi bir biçimde çocuğa aktarılması, çocuğun yaşla birlikte bu dış kontrolü içselleştirmesini ve bir kendiliğinin oluşmasını sağlar. Böylece dış kontrol artık iç kontrol haline gelir. Bu iç kontrol; çocuğun başkalarına zarar vermemesi gerektiğini, kendi sınırlarını tanımasını, toplumsal kuralları ihlal etmemesi gerektiği gibi benliğiyle ilgili tehditlere karşı başa çıkma becerilerini gelişebilmesini, dürtüsel ve haz verici eylemlere karşın hazzını erteleyebilmesini mümkün kılar.
Fakat ya bunlar yoksa? Erken dönem çocukluk deneyimlerinde yasa kavramı ya çok sert ya da çok esnek deneyimlendiyse karakter yapılanmasını olumsuz etkileyebilmektedir. Tüm bunların yanı sıra, cezai sistemde çocukların da yetişkinlikteki gibi bir hapis süreci deneyimlemeleri çocukların benlik algılarında olumsuzluklara yol açabiliyor.
Çocuklar iç kontrolden mahrumlarsa, suç kavramını içselleştirememişlerse benliği ezici duyguların yoğun olması mümkündür. Çocuğun ileriye dönük hedeflerinin sekteye uğraması, suç ve suçlulukla özdeşleşmesi ve suçluluğu benliğinin bir parçası değil, tümü olarak tanımlaması, empatiden uzaklaşması tekrarlayan suç riskini arttırabilir ve kişinin yetişkin yaşamın seyrine etki edebilir. Antisosyal eğilimleri yoğun olan çocuklardan daha yüksek iç kontrole sahip bazı çocuklarda ise melankoli, depresyon, suçluluk, hüzün gibi daha nahoş duygular göze çarpar. Ergen birey, iç ve dış dünyasıyla ilgili yeterli farkındalık edindiğinde yetişkinlik dönemini de oluşturmaya başlar. Ancak, yeterli farkındalık olmadığında suça sürüklenen çocuk, yetişkinlik döneminde suçla yoğun temas kurabilme eğiliminde olur.”
Kapatılma yöntemi yerine hayata geçirilebilecek daha farklı uygulamalara da değinen Yayla, çocukların gelişimlerine olumlu anlamda katkı sağlayabileceğini düşündüğü yöntemleri açıkladı:
“Bunun dışında pek çok koruyucu ve önleyici proje geliştirilebilir. Çocukların yenilik arama, hazza karşı koyamama ve erteleyememe, madde kullanımı gibi davranışlarına yönelik, çocukların bu hazzı suç dışında yönlendirebilecekleri merkezler faydalı olabilir. Bireylerin takdir edildikleri, başarılı olabilecekleri alanlarının olması, meşguliyetlerinin artması, genel psikiyatrik değerlendirmelerin kapsamlı halde yürütülmesi, çocukların kendilerini keşfedebilecekleri bireysel psikoterapi ve grup psikoterapisine ulaşabilmeleri suça sürüklenen çocuklar için önleyici olabilir.”
Cezaevi sürecini deneyimlemiş ve beraat ederek tahliye olduktan sonra eski hayatına adapte olma aşamasında birçok zorlukla karşılaşmış olan E.F., yaşadığı sürece ilişkin şunları söyledi:
“İlk iki gün tekli odadaydım, çok stresliydim. Ondan sonra beni koğuşa götürdüler. Koğuştaki diğer çocuklarla tanıştım. Hep canım sıkılıyordu. Annem çok etkilendi, cezaevine çok geldi. Cezaevinden çıktıktan sonra ben kendimi 1 ay boyunca odama kapattım. “Ben ne yaptım? Beni şikayet eden kişiye çok mu güvendim? Nerede hata yaptım?” diye kendimi çok sorguladım. Eski dostlarımla görüşmüyorum, bana “sen cezaevindeydin” dediler. Beni dışladılar. İçeride 2 ay kaldım. 3 yıl bir suça bulaşmamam şartıyla davadan beraat ettim. Suçsuz olduğum kanıtlandı ancak GBT yani Genel Bilgi Toplama Sistemi’nden davanın tamamen düşüp silinmesi için 3 yılım daha var”
Cezaevinde geçirdiği zaman hakkında da konuşan E.F. şahit olduğu olaylardan bahsederek kapatılma psikolojisinin çocuklarda yarattığı etkilere ışık tuttu:
“Sabah kalkıyordum, temizlik yapıyordum. Yemek yiyip spor yapıyordum. Sonra da resim kursuna gidiyordum. Cezaevinde birbirine hasım olanlar da var. Kamera altlarını biliyorlar, bir anda karşı koğuşa girenler oluyordu. Hastaneye giderken otobüsten inenlerden bir çocuk, benim yanımdaki bir çocukla birbirine girdiler. Bir yandan dışarıyı, bir yandan aileni düşünüyorsun. Yanımda çok kavga eden oldu.
Plastik bıçak yapanlar vardı mesela, birisinin bacağına saplayan olmuştu. Aramalar oluyordu. Sigara izmaritini toplayıp onları içmeye çalışanlar oluyordu.
Benim koşuğumda çok küçük bir çocuk vardı, 30 yaralama, 23 hırsızlık, kaçakçılık vardı. O çocuk mesela “Benim annem babam cezaevinde, bana bir şey olmaz. Cezaevi benim evim gibi oldu, ben gir çık yapıyordum” diyordu. Şimdiki nesil cezaevine çok özeniyor ama girip çıktıklarında ne yaşayacaklarını bilmiyorlar. “Ağırlığım olsun” diyorlar. Benim öyle bir amacım yoktu. Yargıda da çok yanlışlar var, suçsuzları yargılıyorlar. Ben mesela içerideyken bir çocuk 4 kere girip çıktı. Cezaevine girip çıkan çok oluyor. 3-4 dosyası olanın zaten daha da kurtuluşu yok. Çok dosyası olan çocuklar da var. Birinin mesela beş cinayet ve birkaç tane de yaralaması vardı.”
E.F. cezaevinde kaldığı süre boyunca maruz kaldığı deneyimin psikolojisinde olumsuz bir etkisi olduğunu ve tahliyesinin üzerinden birkaç ay geçmesine rağmen hala bu etkilerin devam ettiğini söyledi:
“Cezaevindeyken çok ağlıyordum, sızlıyordum. Şimdi de çok toparlanabilmiş değilim.
Her gece 3 buçuğa kadar ağlarım, sabahları annem beni kabuslarımdan dolayı uyandırmak zorunda kalıyor. Cezaevini görüyorum. Aklında kalıyor insanın. Tahliye günümde heyecanlı mıydım? Hayır. Mutlu muydum? Hayır. Ben suçsuzken ceza yattım. Peki şu an adalet gerçek adalet mi? Değil.”
Kapatılma yönteminden dolayı çocukların mevcut yeteneklerinin gelişmediği ve yetenekleri varsa da bu alanlarda özel olarak kendileriyle ilgilenilmediği için gelişemediklerini gözlemleyen E.F., çocukların destek beklediklerini dile getirdi:
“İçeride çok kaliteli çocuklar var. Ressamı var futbolcusu var. Çocukların hayatı kötü ama 10 numara resim yapanlar var mesela. Bu çocuklara dışarıda imkanlar verilebilir. Dışarıda imkan verilmiyor. Devlet yanında durmuyor çocukların, umursamıyorlar. Psikolojileri bozuluyor. Bir arkadaşım çok iyi futbol oynuyordu ama odasından çıkmıyordu hiç mesela.”
Son olarak, tahliye olduktan sonra kendisini hiçbir devlet görevlisinin aramadığının altını çizen E.F. bu konuda eksiklik olduğunu ve kontrol mekanizmalarının hayata geçirilmesi gerektiğini belirtiyor:
“Ben çıktıktan sonra kimse aramadı beni, kontrol eden olmadı. Dışarı çıktıktan sonra aramalılar, “Okumak istiyorsan okutalım, yeteneğin var mı destek olalım, lisansını çıkaralım” demeleri lazım. Psikolojisi bozuluyor ister istemez, yeteneğimiz varsa bize destek olsunlar.”
Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Sinem Nazlı Demir’in sorumluluğu altındadır ve hiçbir durumda Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.