RTÜK’ün, yayın durdurma cezası verdiği “Kızıl Goncalar” dizisinin yerine FOX TV’de yayımlattığı “Türkiye’nin doğal güzellikleri”, kısa zamanda az emekle alelacele çekilmiş bir belgeseldi. Drone teknolojisi sağolsun, havada gezdir görüntü üstüne birşeyler yaz gitsin!
“Kızıl Goncalar”ın yerine yayımlatılan öbür belgesel “Medya okuryazarlığı” da uzun soluklu bir araştırmaya dayanmıyordu. Görülerine başvurulan Prof. Dr. Nurdan Taşkıran dışındaki isimler, gazeteci Cengiz Semercioğlu, editör Bünyamin Yılmaz, yönetmen ve senarist Mesut Uçakan, “medya okuryazarlığı” konusunda çalışmaları olmayan kişilerdi.
Zaten Cengiz Semercioğlu, 35 yıllık gazeteci olduğunu ve “dijitalleşmenin medyada baş döndürücü değişime yol açtığını” anlatıyor; Bünyamin Yılmaz, “medyanın kabuk değiştirdiği”nden, “artık herkesin medya kuruluşu olduğu”ndan söz ediyordu. Son bölümde “Medya okuryazarlığı”nın eleştirel düşünebilmek, doğru sorular sorabilmek olduğu vurgulanıyor; belgesel “Milli Eğitim Bakanlığı’nın RTÜK ile işbirliği halinde müfredata eklediği medya okuryazarlığı dersinin yaygınlaşması gerekiyor” cümlesiyle noktalanıyordu.
Teknik açıdan da yetersizdi belgesel. Kayan altyazı, “uzman” unvanlarının üzerini örtüyordu. Üstelik belgeselin sonunda hazırlayan şirketin ve ekibin adının olduğu künye ekrana gelmedi. O nedenle RTÜK’ün ödeme yaptığı kişilerin kimliğini bilemiyoruz. Şirketini bilsek böyle sıradan, özensiz işlerle kimlere para kazandırıldığını da öğrenebilecektik…
Gencecik askerlerin ölüm haberlerinin ardından devletin zirvesinden gelen açıklamalar hiç değişmiyor; her seferinde şehitliğin onurundan bahsediliyor uzun uzun, kanlarının yerde kalmayacağı söyleniyor; sonra da “Kalbimize gömdük” diye noktalanıyor törenler. Birkaç gün içinde bu sözlerin tümü unutulup gidiyor, ta ki bir sonraki şehit haberleri gelene değin…
Yaygın medya da öyle, yaklaşım hep aynı. Öyle ki, 25 Aralık’ta 12 askerin şehit olmasıyla ilgili başlıklar ile 14 Ocak’ta dokuz askerin şehit olması haberlerindeki başlıklar neredeyse birbirinin aynı. Dört gazeteden seçtiğim bu iki farklı tarihteki manşetler, yaygın medyadaki basmakalıp yaklaşımı çok iyi gösteriyor:
Sabah: Terör inleri başlarına yıkıldı (25 Aralık) Terör inleri yerle bir (14 Ocak)
Hürriyet: Durmadan vuracağız (25 Aralık) Tepelerine bindik (14 Ocak)
Milliyet: Kalbimize gömdük (25 Aralık) Teröre karşı tek yürek (14 Ocak)
Yeni Şafak: ABD ve PKK’nın petrol terörü (25 Aralık) ABD PKK’yı Suriye’de eğitip saldırtıyor (14 Ocak)
Eminim biraz daha geçmişe gidip daha eski başlıkları da karşılaştırsam farklı bir sonuç çıkmayacak. Yaygın medyamız, ülkenin bu kadar yakıcı sorununu sıradanlaştırmış durumda.
Medyada siyasi iktidardan, güvenlik birimlerinin açıklamaları ve demeçlerinden farklı bir yaklaşım sergilenmiyor. Nasıl olup da PKK’nın aynı tepelere 20 gün arayla iki kez saldırıp 21 askeri öldürebildiği üzerinde hiç durulmuyor. Cumhuriyet’in “Stratejik hata hedef yapıyor” manşeti gibi askeri hataların dile getirildiği haberlere rastlanmıyor yaygın medyada.
Eleştirmek bir yana, Hürriyet yazarı Fuat Bol gibi eleştiri yeteneğini kaybetmiş iktidar yanlısı bazı yazarlar, bu saldırılardaki askeri zafiyeti sorgulayanları, eleştirel yaklaşım sergileyenleri, “Asıl teröristler içerde” diyerek suçladılar, “terörist” diye damgaladılar.
Dokuz askerin ölümünün ardından “Kahramanlık edebiyatı” da yeniden tezgâha çıkarıldı. Türkiye gazetesi askerlerin ölümünü “Türk bayrağını indiremediler” başlığıyla haber yaptı. TV programcısı Hakan Ural, Haber Global’de “Topraklarımızdan bunları söküp attık kardeşim. Ağlasalar da bağırsalar da çağırsalar da söküp atıldılar” diyerek katıldı koroya. Oysa kendisi askere gitmemek için “sahte çürük raporu” aldığı için hapis cezasına çarptırılmış biriydi.
Böyle bir ortamda CNN Türk’ten Fulya Öztürk’ün sınır bölgesine giderek askerlerin koşullarını aktarmaya çalışması doğru gazetecilikti. Ama Fulya Öztürk orada koşullardan çok kendisini, yaşadıklarını anlatmayı yeğledi. Yayındaki “Bir tim araziye çıktı” sözlerine gelen “Askeri ifşa etti” suçlamalarına da mesleki kodlarla değil kişiselleştirerek yanıt verdi. “Ben askerimi kendimden daha çok düşünürüm. Bana gelsin onlara gelmesin” dedi. Sosyal medyada da “…şu zamana kadar askerlerden komutanlardan memnuniyet dışında hiçbir şey duymadım” diye yazdı. İşlevini “Komutanları memnun etmek” ile sınırlıyor, bir de bundan gurur duyuyordu.
Askerlerin ölümündeki askeri ve siyasi hataları sorgulayan dikkat çekici yazılardan biri, İsmail Saymaz’ın “Üç ayda 22 şehidi neden verdik”, öbürü de Haldun Solmaztürk’ün Gazete Pencere’deki “Bilmiyorlar! Öğrenmiyorlar! Yönetemiyorlar!” başlıklı yazılarıydı. Saymaz, PKK’nın, “Pençe Kilit Harekâtı” bölgesindeki saldırılarını sıralıyor; sorular yöneltiyordu. Solmaztürk de güvenlik yönetimini ve izlenen siyasi tutumu örnekler vererek eleştiriyor, “Bunların hiçbiri normal değil, kader de değil, kaçınılmaz da” diyordu.
Sorunun terör boyutunu çoktan aştığını ve salt askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini hâlâ anlamak istemeyen yaygın medya gencecik insanların üçer beşer ölüp gitmesinden en az hamasi nutuklar atan siyasiler kadar sorumlu. “Kanları yerde kalmadı” diyen siyasilerin ağıtları da sahte, “Kalplerimize gömdük” diye manşetler atan medyanın da… Gözleri kör, vicdanları sağır…
Sanırım medyada övülmek MİT’in günlük gereksinimi oldu. Hemen her gün iktidar medyasında MİT’in gayriresmi “bilgilendirmesi” ile açıklanan operasyonlarına methiyeler dizilip duruyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da MİT’ten geri kalmamaya özen gösterip, polisin irili ufaklı operasyonlarını, hatta kimi trafik kazalarını bile bakan olarak bizzat kendisi açıklıyor.
MİT ve Emniyet, 3 Ocak’ta birlikte manşetlere çıktılar; “MOSSAD hücresine operasyon” (Akşam), “MOSSAD köstebeğine sürek avı” (Milliyet), “MOSSAD’a suikast cevabı” (Yeni Şafak)”, “MOSSAD ajanları yakalandı” (Hürriyet), “MİT, 34 İsrail casusunu yakaladı” (Sabah), “İsrail casusları paketlendi” (Türkiye).
Günlerce sürdü operasyon haberleri. Fakat “İsrail casusları”nın ifadeleri ve fotoğrafları ortaya çıkmaya başladıkça yakalananların alışılmış “Ajan” tiplemelerinden hayli farklı olduğu anlaşıldı. Başörtülü kadınlar, uzun sakallı adamlar da vardı aralarında.
Önce Yeni Şafak’ın, “MOSSAD ajanı vaaz vermiş” haberi, ardından da Hürriyet’in “100 dolarlık casuslar” haberi, dev operasyonun fiyakasını bozdu. Alayla valayla “ajan”, “casus” diye duyurulanlar, 100-200 dolara İsrail istihbaratına bilgi veren sığınmacılardı.
Nitekim gözaltına alınan 34 kişiden sadece 15’i tutuklandı. Günler sonra da Yeni Şafak, “İlk temas iş ilanlarıyla” haberiyle operasyonun havasını tümüyle söndürdü. 14 Ocak’taki bu haberde yakalananlar “haber elemanı” olarak nitelendiriliyordu.
Halbuki ajan ile haber elemanı çok farklı. Ajan, istihbarat örgütü personeli, “haber elemanı” ise sadece bilgi alınan kişiler olduğu için o güne kadar yazılan “ajan” ya da “casus” haberlerinin tümü çöpe gitmiş oldu. Yanlışı açıkça düzeltme gereği bile duymadı iktidar medyası.
Kaynağı bile gizleyerek verilen operasyon haberleri editoryal süzgeçten geçirilmez, kontrol edilmeden şişirilerek yayımlanırsa olacağı bu. Gazetecilik değil dezenformasyon neferliği bu.
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.