Ahmet Çağatay Bayraktar – İSTANBUL
Manşetlerden veya televizyon haberlerinden aşina olunan kimi gazetecilerin isimleri, meslekte karşılaştıkları olay ve durumları içeren roman veya öykülerle kitap raflarında da yer alıyor. Farklı mesleki süreç ve pratiklere sahip olsa da kurgusal metinlere imza atmış üç gazeteciye; Gökçer Tahincioğlu, Erdinç Akkoyunlu ve Seda Öğretir’e kaleme aldıkları kurgusal metinleri yazma gerekçelerini, karşılaştıkları haberlerden ne ölçüde etkilendiklerini, beslenme kaynaklarını ve gazetecilik gözüyle yazarlık yönlerini sorduk. Üç gazetecinin kitaplarını değerlendiren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Gökhan Bulut’la ise haberciliğin öykü ve romanlarla olan ilişkisine uzandık ve “haber yazan gazeteciler neden kurgu yazma ihtiyacı hisseder?” sorusunun cevabını aradık.
Tahincioğlu: Hikaye biriktirmeyi önemsiyorum
Gazetecilik yazıyla en fazla iç içe olunan mesleklerin başında yer alıyor. Güncel olayların kısa sürede kitlelere ulaştırılmasının hedeflendiği meslek içinde haber yazım süreci içinde gazeteciler, haberin temel unsurları olan “ne, nerede, nasıl, neden, ne zaman ve kim” sorularını içeren 5N-1K formülünü öncelese de bazı gazeteciler tanık oldukları olayları ve içinde bulundukları çağı kurgusal metinlerle okuyuculara aktarmakta hem istekli hem de başarılı. Bu gazetecilerden biri olan Gökçer Tahincioğlu 1997’de Milliyet gazetesinde başladığı meslek yaşamında ağırlıklı olarak polis-adliye haberlerine imza attı. İlk kitabı 2013’te ‘Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar’ başlığıyla yayımlanması sonrası 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetleri ele aldığı ‘Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri’; çocukların uğradığı hak ihlallerini kaleme aldığı ‘Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri’ kitapları izledi. 2021 yılında Yaralı Hafıza: Kayıpları ve Kıyımları Hatırlamak, Kayıp Adalet: Cezasızlık ve Korunan Failler, 2022’de Çünkü Umurumuzda, 2023’te İfade Özgürlüğünün On Yılı adlı kitapları derleyen Tahincioğlu’nun ilk romanı Mühür 2018’de yayımlandı. İkinci romanı Kiraz Ağacı ile 2021 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Tahincioğlu, kaleme aldığı romanların temelinde “hikâye biriktirmek” olduğunu söyledi: “Gazetecilikte özellikle benim çalıştığım alan hikâye biriktirmek. Çünkü gazetecilik ilk başta tanıklık. Ve bir yandan hikâye konusunda biraz ‘çöpçülüğüm’ vardır. Yani sadece tanık olduğum olayın haberini yazmakla yetinmeyip oradaki bir karakter veya olay örgüsünü de belleğime alırım.”
“Meslekte birçok hikâye ile karşılaştım”
“Roman ve edebiyat gazeteciliğe başlama nedenim” diyen Tahincioğlu bu düşüncenin çocukluğuna kadar uzandığını anlattı: “Küçük bir çocukken okuduğum romanlarla özellikle ‘romancı’ olmayı, edebiyata roman alanından girmeyi düşünüyordum. Ve nasıl gireceğim sorusunun cevabını da okuduğum romanların yazarlarının hayatlarında gördüm. Çoğu gazeteciydi. Demek ki önce gazeteci olmam gerekir diye düşündüm. Ve gazetecilik yaparken de yazdığım yüzlerce taslağa konu olan hikâyelerle karşılaştım.”
“Edebiyatta farklı türleri denemek istiyorum”
Tarikatlar ve karanlık yapılanmalarla mücadele eden iki genç avukat olan Saim ve Leyla ile bu ortam içinde hayatta kalmaya çalışan Elife isimli küçük bir kızı merkeze koyan Mühür hakkında Tahincioğlu, “İlk romanda da gazetecilikten edebiyata geçiş sürecinde toplumsal gerçekçi bir çizgide ilerledim. Ve ilerleyen zamanda da diğer yazacağım kitapları bu hat üzerinden oluşturmayı hedefliyordum. Mühür de gerçekle temas eden birçok olayın yan yana gelmesiyle kurgulanan bir edebi metin. Kiraz Ağacı da son çıkan Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm kitabından da bu hat üzerinden ilerledim. Farklı konuları ele alsa da toplumcu gerçekçi çizgi anlamında bir üçleme yaparak o defterin de sonuna geldiğimi düşünüyorum” dedi.
Romanlarında izlediği toplumcu gerçekçi çizgiden sonra hangi türlere ilgili olduğunu ise Tahincioğlu şu sözlerle açıkladı: “Tarihi romana da ütopyalara da yakın hissediyorum. Nitekim gazetecilikte de böyleyim. Haberi verirken sürekli aynı hatta durmayı sevmiyorum. Bu anlamda edebiyatta da farklı türleri denemek istiyorum.”
“Haberde betimlemeyi önemsiyorum”
Kurgusal metinlerdeki farklı dil kullanma isteğini yazdığı haberlerde de gösterdiğini söyleyen Tahincioğlu şunları vurguladı: “Meslek hayatım boyunca dile takıntılı oldum. Meslek hayatımın yarısı muhabirlik yarısı da haber yöneticiliği ile geçti. Dile verdiğim emekle de ilgili bir durum bu sadece haber merkezini yönetmek ile ilgili değil. Türkiye’de haber merkezleri genellikle alışılagelen haber yazım diline sadık kalmak ister. Elbette her haber için değil ama bazı haberlerde genç arkadaşlarımın haberi hikâye anlatır bir üslupta olayın geçtiği atmosferi ve karakterleri betimleyerek aktarmalarını önemsiyorum. Ben de Milliyet gazetesinde çalıştığım yıllarda sayfada bana sunulan alanda haberleri öyküleştirerek yazmayı tercih ettim. Bu yüzden de gazetecilikle edebiyatın dilinin örtüşebileceği alanlar olduğunu düşünüyorum.”
Kurgusal metin yazmak için tanıklıklar tek başına yeterli mi? Tahincioğlu şu sözlerle yanıtladı: “Edebiyatın ana fikri şudur: Okumayan yazamaz. Okuyarak farklı kaynaklardan beslenme olanağı mevcut. Bu sayede farklı kitaplar arasındaki dili, kurguyu ve tekniği karşılaştırmak da mümkün olur. Bahsettiğim durum haber için de geçerli. Haber okumayan kişi de haber yazamaz.”
“Okuma alışkanlıklarım uzmanlık alanımla ilgili değil”
Muhabirlik yıllarından itibaren polis-adliye haberciliği alanında uzmanlaşan Tahincioğlu, polisiye edebiyata nasıl yaklaştığı sorusunu yanıtlarken meslekte uzmanlaşmanın önemine de vurgu yaptı: “Haber yazarken elbette güncel olaylardan ekonomiye geniş bir yelpazeden besleniyoruz. Fakat meslekte uzmanlık alanını önemseyen bir gazeteci olarak polis-adliye ağırlıklı çalışıyorum. Köşe yazarlığı garabetinden kurtulmamız için de uzmanlaşma gerekli. Çünkü haberde fikir aktarımından çok bilgi aktarımına ihtiyacımız var. Fakat okuma alışkanlıklarımda uzmanlık alanımın etkisi olduğu söylenemez. Özellikle kuzey ülkelerinin polisiyesini sevsem de benim mizacıma aykırı. Çünkü sabırsız biriyim, karmaşık örgülerden okurken de yazarken de pek hazzetmiyorum.”
Okuma alışkanlıklarını paylaşan Tahincioğlu, “Gerçek üstü metinleri takip ediyorum. Güney Amerika, Japon ve İngiliz edebiyatından güncel kitapları seviyorum. Türkiye’de de bir kesimin edebiyatımıza burun kıvırmasına rağmen zengin bir içeriğe ve değerli yazarlara sahip olduğunu düşünüyorum” dedi.
Roman dışında farklı türlerle olan ilgisini anlatan Tahincioğlu, şiire uzak olduğunu öyküye ise “elini sıcak tutan” bir tür olarak daha yakın olduğu ifade etti: “Şiir ayrıca hazırlanılması gereken bir alan. Bir nevi kelime büyücülüğü. İnsanın hem duygu dünyası hem de entelektüel birikim açısından farklı bir hazırlık gerekir. Öyküyü ise az bir alanda yoğun bir anlatım sunma pratiği açısından önemsiyorum. Çok önemli öykücüler var ve bu türde kendimi hazır hissetmediği sürece bir yayın yapmayı planlamıyorum.
“Sadece haber benim için yeterli olmayacaktı”
Son yayınlanan ‘Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm’ kitabıyla 76 yıl önce Sabahattin Ali’nin öldürülmesine giden süreci yeni belgelerle kurgusal bir içerikle kaleme alan Tahincioğlu, bu kitabın bir gazetecilik kitabı da olabileceğini fakat kurguyu özellikle tercih ettiğini şu gerekçeyle anlattı: “Yaptığım haberler dışında bu kitaptaki belgelere erişmek için 10 yıla yaklaşan bir çaba ortaya koydum. Bu sürecin içinde Sabahattin Ali külliyatı ve yazarı ele alan kitapları okumak da dahil. Bu belgeleri, ‘Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili yeni belgeler ortaya çıktı’ şeklinde de vermek mümkündü. Fakat bu benim için yeterli olmayacaktı. Çünkü Türkiye’de cezasızlık kültürü, acı çeken insanların üstüne kapıların kapatılması, bireysel ve toplumsal acılarla yüzleşememe hastalığını da aktarmam gerektiğini düşünüyordum. Kitapta kurgusal bir karakter cinayetle ilgili gerçek belgelere ulaşıyor. Dünyada birçok örneği olan bu türü de Türkiye’de uygulamak isteğiyle bu tekniği kullandım.”
Akkoyunlu: Romancı olmak için gazeteci oldum
2004’den beri ulusal medyanın farklı kurumlarında çalışan ve 2020’den itibaren bağımsız gazeteci olarak çalışmalarını sürdüren Erdinç Akkoyunlu, 1990’lı yılların Türkiye’sini Cumhuriyet gazetesinde polis muhabirliği yapan Baretta Gölgesiz Kemal Metin’in gözünden aktardığı Babamın Cinayet Defteri kitabıyla okuyucularına sunuyor. Kurgusal bir metin olmasının yanında Yaşar Kemal, Hasan Cemal, Ertuğrul Özkök ile Orhan Pamuk’un yer aldığı kitap gerçek kişi ve olaylara gönderme yapmasıyla farklı bir polisiye kitap olma iddiasını taşıyor. Kitabının çıkış noktasını “Romancı olmak için gazeteci oldum” diye açıklayan Akkoyunlu 1990’lı yıllarda yazmaya başladığı öykü türünden romana geçme sürecini, “Ağırlıklı olarak edebiyatla ilgilendiğim 90’lı yıllarda öykü yazıyordum ve romana geçerken ‘hangi mesleği yaparsam bu geçişim yadırganmaz’ diye sorduğumda cevabının gazetecilik olduğunu düşündüm. Ben de gazeteciliği insanları tanımak için yapmak istedim. Elbette tek başına bu neden Türkiye’de gazetecilik mesleğinin şartlarını düşünürsek oldukça romantik gelebilir. Fakat zaman içinde sadece kitaplara ve kurguya dayanmadan insan tanımanın kurgusal bir metin yazmakta ne kadar önemli olduğunu da gördüm” sözleriyle anlattı.
“Gazeteci tarihi olayları kayda alan ilk kişidir”
Türk edebiyatında öykü ve romanlarıyla öne çıkan yazarların da gazetecilik yaptığını belirten Akkoyunlu “Örneğin Sait Faik alışılagelen haber metinleri yazmasa da bir gazeteci. Keza Yaşar Kemal de. Bu yüzden kurgusal metinlerin yazımında birinci öncelliğin insanı yakından tanımak olduğunu düşünüyorum” dedi. Babamın Cinayet Defteri’nin temellerinin 2002 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde eğitime başladığı döneme denk geldiğini söyleyen Akkoyunlu, kitabın içinde yer alan Uğur Mumcu cinayetinin de kendisini etkilediğini vurguladı: “Uğur Mumcu öldürüldüğü zaman 10 yaşındaydım. O dönemde ailemin içinde bulunduğu durumdan dolayı unutulmaz bir yere sahip oldu bu olay. Bunun yanında üniversitenin gazete arşivinde 1930’dan 2005’e kadar olan yayınları tarayarak polis-adliye haberlerini inceledim. 3 yılda gerçekleştirdiğim bu tarama aynı zamanda kitabımın da hazırlık süreci oldu.” Yaptığı taramaların başka eserleri için de temel oluşturduğunu söyleyen Akkoyunlu, “Gazeteciler aslında tarihi olayların metnini ilk yazan kişidir. Bunun yanında haber konusu olan olaya toplumun ve basının bakışını da öğrendim. Aklımdaki kurguda yer alan boşlukları gazete haberleri ile doldurdum. Bu da gazetelerin tarihin ilk sayfaları olma özelliğini taşımasından ileri geliyor” dedi.
“Gazeteciler, haberleştirdikleri olaylardan fazlasını yaşar”
Romanın içinde halen gerçek kişilerin yer almasının nedenini açıklayan Akkoyunlu, şunları söyledi: “Amerikan modern romanlarında gerçek kişileri kullanılır. Gerçek kişilerle ilgili şakalar yapılır, o kişilerin hayatını ele alan hicivler yapılır. Türkiye’de ise alışılagelmeyen bu durumu uygulamak istedim. Uğur Mumcu cinayeti 1993 yılı ve sonrasında Türkiye’de yaşanan olayların da hemen öncesinde gerçekleşti. Hatırlamak gerekirse Cumhurbaşkanı Turgut Özal bugün bile şüpheyle yaklaşılan bir şekilde kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. PKK terörünün zirve olduğu o dönemde 33 silahsız er şehit edildi. Sonrasında Erzincan Başbağlar olayı ve ardından Madımak’ta 35 aydın yakıldı. Aynı zamanda Almanya’daki Türkler Neo-naziler tarafından saldırıya uğruyordu. Romanın ana mekânı İstanbul ise o dönemde hem tarihi özelliklerini koruyor hem de oldukça köhnemiş, eskimiş bir durumdaydı. Tüm bu etkenler ise bir romanı ortaya çıkarabilecek malzemeyi sunuyordu. Bana düşen doğru kurguyu doğru şekilde yapmak oldu.”
“Gazeteciler, haberleştirdikleri olaylardan fazlasını yaşar” diyen Akkoyunlu ana karakterinin neden gazeteci olduğunu şu sözlerle açıkladı: “Türkiye’nin bu çalkantılı yıllarını ancak bir gazeteci bu ölçüde geniş görür diye düşündüm.”
Başlangıç noktası haber oldu
2001 yılından bu yana çeşitli televizyon kanallarının program ve haber merkezi bölümlerinde çalışan Seda Öğretir edebiyata baş karakterinin Van Gölü’ne özgü bir balık türü olan Kefi isimli bir inci kefalinin olduğu Kefi’nin Maceraları serisiyle başladı. Kefinin Maceraları isimli üç kitabın yanında Gizemli Duvar, Sünger Şehir, Kovuk ile çocuk edebiyatına yönelik kitaplar kaleme alan Öğretir son olarak her yazarın İstanbul’un farklı tarihsel dönemlerini ele aldığı Zamansız Şehrin Çocukları kitabını Almıla Aydın ve Nilay Yılmaz ile yazdı. Edebiyata her zaman ilgisinin olduğunu söyleyen Öğretir, bir çocuk kitabı yazma kararını ilk olarak 2018’de sunduğu bir haber üzerine verdiğini anlattı: “Daha önce çocuk kitabı yazmayı düşünmemiştim. 2018’de Van Gölü’ndeki inci kefallerinin göçü konulu bir haberi sunmam üzerine bu düşünce yavaş yavaş ortaya çıktı. Aslında daha önce de inci kefallerinin göçü üzerine haberler sunmuştur çünkü bu göç süreci televizyoncular için oldukça hoş bir görsel oluşturur. Kitabı yazmaya karar verdiğim haberde ise bu olaydan çok etkilendim. Sonrasında balık ile ilgili araştırmalar yaptığımda ilham verici bir hikayesi olduğu gördüm. Var olmak ve çoğalmak için verdiği mücadelenin özellikle çocuklar için örnek olabileceğini düşündüm.”
Kaleme aldığı ilk kitap olan Kefi’nin Maceraları sonrasında çocuklarla girdiği etkileşimin kendisini başka kitaplar da yazmaya sevk ettiğini söyleyen Öğretir, “Çocuklarla bir arada olmanın eşsiz bir tadı var. Çocuklardan çok şey öğrendim. Bu da başka kitaplar yazmam konusunda beni teşvik etti” dedi.
Gerçeklik hayal gücü ile birleşiyor
Öğretir, habercilik yönünün ve çocuk kitapları yazarlığına etkisini şu cümlelerle anlattı: “Bir yandan beslese de öteki taraftan haberci yanım beni sınırlandırıyor olabilir mi diye düşündüğüm oluyor. Hayal gücümü yeterince ortaya koyamıyor olabilir miyim? Çünkü yazdığım hikayelerde mutlaka bir gerçeklik arıyor ve bu gerçekliğin peşine düşüyorum. Kefi’nin Maceraları serisinde de bunun izleri mevcut. Orada Van Gölü’ne dair bir hikâye yazarken gölün altında yer alan bir Urartu kalesinden bahsediyorum. Gölde 1950’li yıllarda batmış bir Rus şilebinin hikayesini araştırıyorum. Ve tüm bunlar kitapların içerisinde bir gerçeklik payı oluşturuyor. Yaşanmış o gerçeklik de hayal gücümle birlikte harmanlanarak başka bir kurgu oluşturmamı sağlıyor.”
Habercilik refleksi öyküleri geliştirdi
Haberciliğinin aynı zamanda hayal gücüne sunduğu katkıyı da anlatan Öğretir, “Örneğin hikayelerin birinde çift gökkuşağı hayal ettim. Ve gerçek hayatta da çifte gökkuşağının olup olmayacağını merak ettim. Bunun için bir meteoroloji uzmanına ulaştım, nasıl bir hava olayı sonucu gerçekleşebileceğini öğrendim. İnternete bakmak yerine doğrudan konunun uzmanına ulaşma da habercilik refleksi ile ilgili” diye konuştu.
Öğretir, habercilik refleksinin kendisine yeni öyküler yazma konusunda da fikir verdiğini şu sözlerle özetledi: “Örneğin haber toplantılarında konuşulan başlıklar arasında ilgimi çekenleri not alıyorum. Türkiye gündeminde siyasi ve adli vakalar haricindeki haberler kendisine pek sık yer bulamıyor. Örneğin yurt haberlerinden çok güzel haberler var. Ben de onları bir kenara atıp biriktiriyorum. Dolayısıyla evet haberlerle kitaplar birbirini besliyor” dedi.
“Belki yetişkinlere de anlatmak istediğim bir serüven olur”
“Tüm çocuk kitaplarının yetişkinlere de hitap ettiğini düşünüyorum” diyen Öğretir, yetişkinlere yönelik bir kitap yazma planının henüz olmadığını belirtti: “7-8 yaşındaki çocuklara hitap eden hikayelerle yazı hayatıma başladım. Sonrasında diğer kitaplarda hitap ettiğim yaş aralığı arttı. Belki gençlik edebiyatına yönelebilirim ama şimdilik yetişkinlere yönelik yazmayı düşünmüyorum. Ama büyük konuşmamak lazım. Bir gün öyle bir hikâye gelir ki, öyle bir şeyin peşinden koşarım ki sadece çocuklara değil yetişkinlere de anlatmak istediğim bir serüven olur.”
Gazeteciler neden kurgusal metin yazmak ister?
Gazetecilerin “haber yazmak” dışında roman ve öykü gibi kurgusal metin yazma motivasyonlarının arka planını sorduğumuz Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Gökhan Bulut, “haberin yetmediği anlarda kurgusal metinlerin enstrümanları devreye giriyor” yanıtını verdi: “Bahsi geçen tüm kitaplarda habere veya haber türevi metinlere sığdırılamayacak pek çok şey var. Bir olayın bütünlüğü, gelişmelerin yaşandığı atmosfer, duygu durumları ve yazarın öznel değerlendirmeleri bir arada verilmek istendiğinde, buna yapılandırılmış herhangi bir metnin olanaklarından çok daha fazlası gerekiyor. Gazeteciler, nesnel olgulara dayanan gerçek olay ve kişileri tüm ayrıntılarıyla ve bağlamıyla aktarmak istediklerinde; gerçek kişi ve olayları ancak takma isimlerle anlatabildiklerinde; kendilerini gerçek veya takma isimle akışın içinde yerleştirdiklerinde; anlatımın gücünü artırmayı hedeflediklerinde, kurgusal unsurlara baş vurabiliyorlar.”
Mesleki birikim farklı türlere yönlendiriyor
Gökçer Tahincioğlu, Erdinç Akkoyunlu ve Seda Öğretir’in yazdığı kitapların belli bir mesleki birikimden sonra kaleme alındığını vurgulayan Bulut, gazetecilik mesleğinin getirdiği farklı kaynaklardan beslenme olanağının kurgusal metin oluşturmada sunduğu katkıya değindi. Bulut, kurgusal metinlerin gazetecilerin içinde bulundukları durumu daha iyi anlatabilmek için bir çıkış sunduğunu şu sözlerle irdeledi: “Kurgusal metinler ‘ha deyince’ yazılabilecek şeyler değil. Bunu belki de en çok ‘ha deyince’ haber yazması istenen gazeteciler bilir. Gazetecilik kişiye, karşılaşılan olayların çokluğu, ilgi alanının genişliği, farklı açılardan bakma alışkanlığı ve sahip olduğu refleksler sayesinde başka mesleklerden çok daha fazla birikim sağlıyor. Öte yandan hızlı düşünme ve yazıya kolayca dökebilme de gazetecilikle elde edilen becerilerden. Dolayısıyla etaflıca düşünebilme, ilgisizmiş gibi görünen birimler arasında ilgi kurabilme ve anlatabilme kabiliyeti gelişkin bir meslekten söz ediyoruz. Bir zaman sonra bu tür donanımları yüksek kişilere gazetecilik yetmemeye başlıyor. Gazetecilikten olmasa bile gazetecilik içinde kaldıklarında bazı şeyleri layıkıyla ‘anlatamamaktan’ sıkılan gazetecilerin olduğunu da biliyorum. İşte böylesi bir arayış sırasında da karşılarına, doğal olarak, kurgusal metinler çıkıyor.”
Gazeteciliğin şahikası röportajlar neden artık revaçta değil?
Edebi gazeteciliğin önemli örnekleri arasında gösterilen Fikret Otyam, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal, roman ve öyküleri dışında büyükşehirlerden köylere farklı insan profillerini ele aldıklarını röportajlarla da hatırlanıyor. Fikret Otyam’ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanana Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkı ile yaptığı röportajları ‘Topraksızlar’, ‘Gide Gide’, ‘Ha Bu Diyar’, ‘Harran ve Irıp’, ‘Ey Samandağ Samandağ’ başlıklarıyla kitaplaştı. Senarist, roman ve öykü yazarı Orhan Kemal’in çeşitli gazetelerde basılan röportajları oğlu Işık Öğütçü tarafından kitap halinde okuyucularıyla buluştu. Röportajı, “yaşamın en geniş gölgesi” şeklinde tarif eden Yaşar Kemal 1950 ve 1960’lı yıllarda Çukurova’da tarım işçileriyle, Doğu’da kaçakçılarla, depremzedelerle, mağarada yaşayan insanlarla yaptığı röportajlarla dönemin İstanbul gazetelerine Anadolu gerçekliğini gösterdi. 28 Nisan 1942 ile 31 Mayıs 1942 tarihleri arasında Haber-Akşam Postası isimli gazete adına muhabirlik yapan Sait Faik Abasıyanık Mahkemelerde köşesiyle bir ay boyunca gerçekleştirdiği 28 röportajla adliyelerde yaşanan olayları insan hikayeleriyle birlikte sundu. Bahse konu olan gazetecilerin yazdıkları öykü ve romanlar dışında Fikret Otyam, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi edebiyat yönleri güçlü gazetecilerin, haber metinlerini anımsatan Bulut, bu isimlerin röportaj konusundaki yetkinliklerini yaşadıkları dönemle ilişkili olduğunu söyledi: “Edebi gazeteciliğin en güçlü türlerinden röportajın Türkiye’deki röportajın en güçlü hatta türü tanımlayan kalemleri Fikret Otyam, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal. Röportajlarının yayımlandığı 1950, 60, 70’ler, Türkiye’de toplumsal muhalefetin, gençlik hareketlerinin ve devrimci bir sürecin yükseldiği yıllar. Röportaj da bütün bu toplumsal koşulların gazeteciliğe yansıması bir bakıma. O nedenle demokratik taleplerin kabardığı, işçi sınıfı muhalefetinin yükseldiği dönemlere paralel şekilde görünür olup kayboluyor biraz da röportaj.”
Haber merkezleri gazeteciyi edebi gazeteciliğe yönlendirmiyor
Günümüzde edebi gazeteciliğin sayıca az ve çoğunlukla da niteliğinin düşük olmasını nedeninin bu metinlere gazetelerde yer verilmemesi olarak açıklayan Bulut, gazete yönetimlerinin de gazetecileri bu metinleri üretmeye yönlendirmemesini günümüzde Türkiye’de edebi gazeteciliğin zayıf kalmasının nedenlerinden biri olarak ortaya koydu. Bulut, günümüzde edebi gazeteciliği zayıf kalmasının esasında güncel medya koşullarının bir sonucu olduğun şu cümlelerle açıkladı: “Röportajlar kolay ve hızlı yazılabilir metinler değil, çok emek ve zaman istiyor. Günümüzün hızlı ve niteliksiz tüketime odaklı medyası bunu kabul edebilir gibi görünmüyor.
“Ele alınan gerçeklik sadece kitap okurunca öğreniliyor”
Dolayısıyla, toplumsal sorunları dert eden ve çalıştığı kurum tarafından bunları yazmak üzere desteklenen gazetecilerin bulunması gerek bu metinleri süreli yayınlarda okuyabilmemiz için. Diğer türlü kitaplara hapsolmuş bir edebi gazetecilik söz konusu oluyor. Bu durum bir yandan eserin yeteri kadar yaygınlaşamamasına diğer yandan okurun eksik kalmasına neden oluyor. Ele alınan gerçeklik ise “kitap okuru” olan bir kitle tarafından bilinmiş oluyor yalnızca. Özetle, soruda bahsettiğiniz zayıflık edebi gazeteciliğin değil onu dışarı atmış ve içine sindiremeyecek duruma gelmiş medyanın ve yayın dünyasının zayıflığı.”
“Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Ahmet Çağatay Bayraktar’ın sorumluluğu altındadır. Avrupa Birliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir. Gazeteciler Cemiyeti içeriğin üretilmesinde ve düzenlenmesinde rol almamıştır.”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.