Marmara Denizi’nde görülen müsilaj sorunu gün geçtikçe daha can yakıcı hale gelmeye başlıyor. Denizlerin havadan çekilen görüntüsü durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Müsilajın Marmara’dan Ege’ye doğru alanını genişlettiğine dikkat çekiliyor, son olarak da Gökçeada’da müsilajın görülmesi durumun önünü alınamadığını gösteriyor. Müsilaj sorununu, nedenlerini hayatlarımıza etkilerini ekoloji aktivistleri ve Çevre Mühendisleri Odası(ÇMO) İstanbul Başkanı Meryem Kayan ile konuştuk.
Müsilajın en başat nedeninin denizlerin kirletilmesi olduğuna dikkat çeken Polen Ekoloji aktivisti Cemil Aksu, “Marmara’nın bu kadar kirlenmesinin belli başlı nedenleri var. Bunların başında da 1989’dan itibaren biyolojik vb. arıtma yapılmadan İstanbul’un bütün atık suyunun ‘Derin Deniz Deşarjı’ yöntemi ile Marmara’ya verilmesi. 1989’da başlayan uygulamanın hemen sonrası ekim ayında Sarayburnu-Tuzla-Adalar üçgeninde kitlesel balık ölümleri gerçekleşmişti. Kirlenme, güneş ışığının denizin derinlerine kadar gitmesini de engelliyor. Ayrıca aşırı ısınmaya yol açıyor. Bu da hassas bir dengeye dayanan canlı yaşamı olumsuz etkiliyor.
Tabi burada evsel atıklarla sanayi atıklarının rolünü eşitlememek gerekiyor. Marmara`ya evsel atık su dışında yine İstanbul başta, Kocaeli, Yalova, Bursa, Tekirdağ illerinden gelen endüstriyel atık sularla; yine Bursa, Yalova, Balıkesir, Trakya kaynaklı tarımsal faaliyetler sonucu kirletici karışımı önemlidir. Marmara’ya tek başına Ergene ırmağından akan zehirler bile ölüm için yeterli olabilir. Kaldı ki Marmara’nın etrafı 25 milyon insanı barındırıyor ve ülke sanayiinin neredeyse yarısı bu bölgede. Ve bu sanayii işletmeleri için çevresel zararlar hiçbir zaman önemli olmadı. Hükümetlerin de hiçbir zaman bunları denetleme, engelleme gibi derdi olmadı” dedi.
Denizdeki aşırı kirlenme, bazı canlıların ölümüne bazılarınınsa popülasyonlarının da aşırı büyümesine neden olduğunu belirten Aksu, “Çünkü denizdeki canlılar denizde maddeleri yiyerek yaşamlarını sürdürüyorlar, bizim gibi. Biz nasıl endüstriyel beslenme yüzünden obez oluyoruz ya da sağlıksız oluyorsak, onlar da benzer şeyler yaşıyor. Marmara’da da birçok canlı türü yok olurken müsilaj dediğimiz canlı türünün popülasyonu aşırı arttı. Ve bugün karşılaştığımız tablo ortaya çıktı” ifadelerini kullandı.
‘Kanal İstanbul müsilajı çok daha arttıracaktır’
Kanal İstanbul projesinin Marmara Denizi’ne dolayısıyla müsilaja etkisinin olacağını da kaydeden Aksu, şunları aktardı:
“Birincisi; müsilaj patlak vermeden önce de kanalın yapılması durumunda kanalın Marmara tarafından giriş yeri olan Küçükçekmece açıklarında deniz dibindeki ağır kimyasallardan oluşan atıkların yerinden edilmesinin yaratacağı kirlenme ile zaten bütün Orta ve Batı Avrupa’nın sanayi atıklarıyla kirlenmiş olan Karadeniz’den gelecek kirli suyla Marmara’nın daha da kirleneceğini uzmanlar bilimsel olarak göstermiştir. Bakanın Karadeniz suyuyla Marmara’yı temizleyeceğiz demesi tam bir aymazlık.
İkincisi; Marmara’daki bu boyuttaki kirlenmenin nedeni olan bu bölgedeki aşırı yapılaşma, nüfus yoğunluğu olduğu göz önünde bulundurulursa, Kanal etrafında yapılması öngörülen 3 milyon nüfuslu “Yenişehir Projesi” de yeni atıkların oluşması, atık baskısının artması demek. Yani ekstradan 3 milyon insanın ve bütün bu insanları besleyecek sanayiinin atıklarının da denize akıtılması demek. Ayrıca inşaat süreci de kirlenmeye neden olacak birçok dolgu projesi öngörüyor. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda kanal ve Yenişehir projesinin Marmara’nın tabutuna çakılacak son çivi olduğunu söyleyebiliriz.”
‘Marmara ölüyor’
Marmara Denizi’nin bir canlı olduğunu vurgulayan Aksu, müsilajın hayatımıza etkilerine ilişkin şu bilgileri verdi:
“Bu canlı varlık ölüyor, ya da Levent Artüz hocanın dediği gibi öldü ve cesedi çürüyor. Yani Marmara öldü ve onun etrafındaki 25 milyon insan bir ölünün etrafında yaşamaya devam edecek. Üstelik bu ölünün cesedinin parçalarıyla beslenmeye devam eden balıkları yemeye devam edecek. Bu ölünün kokusunu içine çekmeye devam edecek. Yani bir cesetle hayatımızın her şeyini paylaşmaya devam edeceğiz. Bu nedenle meselenin ciddiyetini daha iyi kavramak gerekiyor. Müsilaj sorunu herhangi bir kirlenme durumu değildir. Bülent Şık’ın dikkat çektiği gibi başta kolera olmak üzere birçok salgın hastalığın doğmasına neden olabilecek bir durumdur.”
‘Bu sistemde ekolojinin kurtulma imkanı yok’
Müsilaj sorununa ilişkin ÇMO’nun “acil eylem planı”nı açıkladığını söyleyen Aksu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hükümet ise ne kadar bürokrat varsa bir araya getirip, denizin yüzeyini temizlemeye girişti. Yani görünüşü kurtarma derdine düştü. Oysa uzmanlar sorunun yüzeydeki “çirkin görüntüler” olmadığını asıl tehlikenin derinliklerdeki müsilajda olduğunun altını çiziyor. Müsilajın geriletilmesi ve normalleşmesi için ‘acil’ eylem planı kirletici deşarjlarını kontrol altına almaktır. Dolayısıyla hızlı bir şekilde derin deşarjların biyolojik arıtmanın sağlanması, karbon (C), azot (N), fosfor (P) içeren organik kirleticilerin durdurulması açısından tek yoldur.
Uzun vadede ise Marmara bölgesindeki aşırı kentleşme, sanayileşme, endüstriyel tarım baskısının durdurulup tersine çevrilmesi gerekir. Bugün esas olarak aşırı kirlenmeden dolayı oluşan müsilaj sorunu yarın başka faktörlerden dolayı, örneğin iklim krizinin sonucu olarak denizlerde de aşırı ısınmadan dolayı gerçekleşebilir. Dolayısıyla iklim krizine neden olan ormansızlaşma, fosil yakıt kullanımı, endüstriyel tarım gibi faktörlerden kurtulmak gerekir. Toplumsal ihtiyaçlardan ve doğanın sınırlarından bağımsız olarak sadece kâr ve daha fazla kâr için üretim yapmaya odaklanmış, en kirli endüstriyel yöntemlerle en ucuz meta üretimiyle karını arttırmak zorunda olan bir sistemde bunların olmasının ise imkanı yok.”
‘İnsan sağlığına toksik etkileri var’
HDK Ekoloji aktivisti ve çevre mühendisi Akan Çelik ise, Kanal İstanbul’un yapılmasının Marmara’daki kirlenmeyi dolayısıyla müsilaj sorununu da arttıracağına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Kanal İstanbul ÇED raporunda kanalın yapılması durumunda Karadeniz’den Marmara Deniz’ine ilave yıllık 20 km3 su gelecektir. Bu da Karadeniz suyundaki kirliliğinin ek olarak Maramara Denizi’ne taşınması demektir. Dolayısıyla Kanal İstanbul projesi müsilajı artıracaktır. Bugün müsilaj olarak karşımıza çıkan sonuç önümüzdeki yıllarda farklı türlerde bakterilerin çoğalması anaerobik ortamın oluşması ile birlikte hidrojen sülfür açığa çıkabilecektir. Hidrojen sülfürün kokusu insanların yaşam alanlarında dayanabileceği bir koku değildir.
Müsilaj deniz canlılarını etkilediği gibi insan sağlığını da doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Aynı zamanda deniz ekosisteminde tahribata neden olmaktadır. Balık larvalarını hapseden müsilaj, balıkların üremesini ve gelişimini olumsuz etkilemektedir. Balıkları ve kabuklu deniz canlıların ölümüne sebep olmasıyla beraber bu canlıların tüketilmesi ile birlikte insan sağlığı üzerinde ciddi riskler oluşturmaktadır. Bununla birlikte müsilaj sudaki ağır metalleri bünyesine almakla birlikte diğer canlılara taşınmasına neden olmaktadır. İnsanların müsilaja doğrudan veya dolaylı teması sonucunda insan sağlığına toksik etkileri bulunmaktadır.”
‘Kesin çözüm için uzun yıllar gerekiyor’
Uzun yıllar süren kirlenmenin sonucu oluşan musilaj problemi kısa sürede çözülemeyeceğini belirten Çelik, “Müsilaj kendi başına bir sorun değil sonuçtur. Doğaya ve ekosisteme verilen zararı kısa sürede giderme iddiası hayalperestliktir. Öncelikle Marmara Denizi ve havzasında kirletici kaynakları önleme çalışmaları başlatılmalıdır. Deşarj standartları değiştirilerek endüstriyel suların geri kazanımı teşvik edilmelidir. Kentsel atıksu arıtma tesisleri günümüz teknolojisine uygun olarak ileri arıtma seviyesine getirilmelidir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının sürdürülebilir ve sağlıklı denetimler yaparak kirli bir damla suyun dahi Marmara Denizi’ne atılmasını engellemesi gerekir. Bunun için de bakanlığın organizasyon yapısında değişiklik şarttır. Konusunda uzman yeterli sayıda teknik personelle bu sorunların üstesinden gelebilir” dedi.
‘Bir süre sonra Marmaralılar sahile inemeyecek’
ÇMO İstanbul Başkanı Meryem Kayan, müsilajın insana ve doğaya etkisi konusuna dikkat çekerek şunları dile getirdi:
“Ekosistem bir bütündür. Karasal ve sucul ekosistemleri birbiri ile uyum içerisinde olmak zorunda. Birinden birinde yaşanan aksama diğerinin de çalışması, sürdürülmesini etkilemektedir. Bunlar bugünden yarına olan süreçler değil elbette. Ancak uzun vadede denizde, sucul ekosistemin bitmesi havayı, suyu, toprağı yani tüm yaşamı olumsuz etkilemektedir. Sadece insan eksenli olarak ele alacak olursak dahi bugün müsilaj dolayısıyla denizdeki birçok canlı türü zarar gördü. Ya Marmara’dan uzaklaştı ya da yok oldu. Marmara denizinden ekmek kazanan balıkçılar etkilendi, o balıkları tüketen bizler artık balık tüketemez olduk. Hem olmamasından kaynaklı hem de sağlık açısından ürktüğümüz için. Marmara denizinin hiçbir yerinde yüzemez serinleyemez olduk. Deniz yüzeyinde gördüğümüz müsilaj bizi estetik anlamda rahatsız ediyor. Zamanla çürüme ve sıcaklıkla birlikte özellikle sığ kısımlarda (koylarda ya da sahil kenarlarında) koku problemleri başlayacak ve kokusundan yanından geçemeyeceğimiz bir hal alacak. Artık nefes almak rahatlamak kentin stresinden uzaklaşmak isteyen bizler Marmara’ya koşamayacağız. Böyle devam ederse gelecek kuşaklara bir Marmara kalmayacak. Çok basit bir çerçeveden dahi ele aldığımızda ekosistemin çok küçük bir parçası olan biz insanların hayatlarını bu yönlü etkileyen bir çevre felaketinin ekosistemin tamamı için yarattığı tahribatın boyutlarını düşünebiliriz.”
‘Kesin çözüm neoliberal politikaların sonlandırılması’
Müsilaj sorunun çözümünün çok fonksiyonlu olduğuna dikkat çeken Kayan, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Sorunun çok fonksiyonlu bir yönü olması sebebi ile tek bir çözümden bahsetmek mümkün değil. Her bir sorunsal fonksiyona göre çözüm üretmek gerekmekte. Ancak şu gerçek ki; kirliliğin artık hangi yolla olur ise olsun kesinlikle Marmara Denizi’nden uzaklaştırılması ve Marmara’nın korunması gerekiyor. Günü kurtaran, geçici çözümler ile bunu yapmanın da mümkün olmayacağının altını çizmek isterim.
Çevre Mühendisleri açısından müsilajın oluşmasına katkısı en fazla olan atık suların ön arıtma sonrası derin deniz deşarjları ile Marmara’ya verilmesinin derhal kesilmesi gerekiyor. Atık su arıtma tesislerinin yeni teknolojiler ile tekrar gözden geçirilmesi, ileri biyolojik arıtma tesislerine geçilmesi ve arıtılan suyun Marmara’ya deşarj edilmemesi gerekiyor. Atık suyun geri kazanımı ile bunu çözmek çok mümkün. Özellikle sanayi tesislerinden kaynaklı kirliliklerin, mevcut endüstriyel atık su arıtma tesislerinin sürekli izlenmesi, denetlenmesi gerekiyor. Ve elbette nüfus ve sanayi baskısı. Bugün Marmara Bölgesi’nin yaşadığı tüm çevre felaketlerinin, kirliliklerinin sebebi bu nüfus ve sanayi yoğunluğudur. Özellikle 1950’lerle hızlanan Neoliberalizmin önderliğinde uygulamaya sokulan yanlış politikalar sonucu maalesef Marmara Bölgesi bu hale getirildi. Dolayısı ile en önemli çözüm de bu yanlış politikaların sürdürülmesindeki ısrardan vazgeçilmesi olacaktır.”
HABER : HAVVA CUSTAN / İSTANBUL