Faruk Bildirici
Özel, söylentilerini yalanlamak için ayağının röntgen filmini yayınlayarak, açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Röntgen filmi açıklanınca dedikoduların üzeri örtülmüş; yazar Abdurrahman Dilipak ve sosyal medya trolleri de “Ayağından vurulduğu” iddiasını daha fazla sürdürmemişti.
Meğer dedikodular bitmemiş, alttan alta daha da dallanıp budaklanmış. Antalya’da yerel bir haber sitesinin yazarı Ebru Küçükaydın, “Özgür Özel düğümü Şehzadeler’de mi çözüldü” başlıklı yazısında söylentileri birkaç adım daha öteye taşıdı; Özgür Özel’in, Manisa’nın Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay ile ilişkisi olduğunu öne sürdü.
Küçükaydın, ayrıntılı bir senaryo kaleme almıştı ama “kulağıma gelen iddialar” diyerek başladığı yazıya “iddiaya göre”, “iddia dahi olsa kulislerde konuşulması” ve “dedikodular” diye devam ediyordu. En ilginci de yazısını “İddiaların gerçek olduğuna inanmak istemiyorum” ve “Özel’in dedikoduları ortadan kaldırmak adına iddialara yanıt vererek, … kamuoyunu doğru bilgiyle bilgilendirmesini temenni ediyorum” cümleleriyle noktalıyordu.
Kulis dedikoduları ve iddialara dayanan ağır suçlamaları, -bekleneceği gibi- bir tek Yeni Akit ciddiye aldı; “Parayla getirdiler, uçkurla götürecekler” diye manşet yaptı. Ondan sonra haber siteleri ile sosyal medyaya da yayıldı söylentiler. Bazı “Youtuber gazeteciler” de atladı üstüne.
Yükselen dedikodu dalgasını durduran, Gülşah Durbay’ın görüntülü açıklaması oldu. Durbay’ın hastalığını anlatması ve iftiralara karşı suç duyurusunda bulunduğunu belirten son derece net sözleri etkili oldu. Her yanda Durbay’ın açıklaması haberleştirildi.
Önce iktidar medyası da Özel ve Durbay hakkındaki dedikoduya özenli bir dille yaklaştı. Ama bir gün sonra Y. Akit ve Y. Şafak başta olmak üzere hepsi “CHP’de kavga bel altına indi”, “Özgür Özel’e de Baykal operasyonu” ve “Özel operasyonuna İmamoğlu gölgesi” gibi başlıklarla girdi devreye…
“Gazetecilik görevi”nden dem vuran Ebru Küçükaydın’ın, doğrulanmış bilgilere dayanmadığını kabul etmesine rağmen dedikodu ve iddiaları kaleme alması çelişki.
Gazetecilik dedikoduculuk değil, gerçekleri aktarma mesleğidir. Gazeteci yazdığını kanıtlamakla yükümlüdür. Doğruluğuna emin olmadığınız duyumları “kulis bilgileri” ve “iddiaya göre” diye yazmak gazetecilik olamaz; “kulis” ve “bilgi” sözcükleri yan yana getirilemez. Gazeteci, kulisten duyduğu söylentiyi, iddiayı veri kabul eder. Araştırır, ilgililere sorar ve doğrulatabilirse o söylenti bilgiye dönüşür; o zaman gazetecilik ürününe yansıtılabilir.
Maalesef medyada “kulis bilgisi” ve “iddiaya göre” diye doğrulanmamış dedikoduları yazmak ve TV’lerde anlatmak moda oldu. Anlaşılan Ebru Küçükaydın da bu yaygın yanlışa dayanarak, ‘Ben dedikoduyu yazarım ilgililer yalanlasın’ rahatlığı içine girmiş ama böyle gazetecilik olmaz.
Ayrıca Ebru Küçükaydın, daha önce milletvekilliğine ve Parti Meclisi’ne aday olmuş bir CHP’li. Şimdi de CHP’den ihracı isteniyor yazısı nedeniyle.
Gazetecilik ile partililik birlikte yürütülünce parti içi hesaplar ve dedikodular ile gerçeklerin birbirine karışması kaçınılmaz. Hem gazeteci hem partili de olunmaz.
Basın tarihinin efsane isimlerinden Abdi İpekçi, 1979 yılında öldürüldüğünde Milliyet’in genel yayın müdürüydü. Onun ismine karşı yapılacak olumsuz bir girişime medya kuruluşlarının tümünün itiraz etmesi beklenir. Elbette bu görev öncelikle de Milliyet’indir.
Fakat Milliyet’in, “Abdi İpekçi Spor Salonu”nun yıkılarak yerine yapılan Basketbol Gelişim Merkezi’nin açılış töreniyle ilgili “İstanbul’un en güçlü adımı” başlıklı haberinde bırakın Abdi İpekçi’nin adının silinmesine tepki gösterilmesini, bu konuda en ufak bir bilgi bile yoktu.
Cumhuriyet ve Halktv.com.tr’de yayımlanan, salondan Abdi İpekçi’nin adının kaldırıldığı haberlerinin ardından Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de açıklama yaparak tepki gösterdi. Ne yazık ki, Cemiyet’in, bu yanlıştan vazgeçilmesi istenen açıklaması da Milliyet’te haber olamadı.
Öldürüldüğü yıl temeli atılan salona onun adının verilmesi Abdi İpekçi’nin adının yaşatılması bakımından çok değerliydi. Adını o tesisten silerek, -Halktv.com.tr’nin başlığında olduğu gibi- “Abdi İpekçi’yi bir kez daha öldürdüler.” Ve Milliyet de bunu sessizce kabullendi, yazık…
BBC sunucusu Laura Kuenssberg, başbakanlık anılarını bir kitapta toplayan Boris Johnson ile söyleşi yapacaktı. Fakat söyleşiye hazırlanırken yanlışlıkla notlarını Johnson’a da gönderdi.
Yanlışını sonradan fark eden Kuenssberg, “Dürüstlük en iyi politikadır” diyerek, söyleşiden bir gün önce X’ten paylaşımda bulunup durumu açıkladı; BBC yönetimiyle de görüşerek söyleşiyi iptal etti. Çünkü notları, söyleşi sırasında Johnson’a yönelteceği soruları da içeriyordu!
BBC’nin bu tavrı bizim televizyonlar için epeyce lüks. İktidar yanlısı televizyonlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bakanlarla yapılan söyleşilerde bırakın soruları önceden göndermeyi ne sorulup ne sorulmayacağını bile çoğunlukla onlar belirliyor. Maalesef çoğu meslektaşımız da soruların önceden verilmesini içselleştirmiş vaziyette.
BBC’deki talihsizlik sonrası alınan tavır, soruların konuk siyasetçiye önceden verilmesinin söyleşiyi gerçeklikten kopardığını ve gazetecilik faaliyeti olmaktan çıkardığını anımsatması bakımından değerli. Umarım bizim TV programcılarının vicdanına da seslenir bu olay.
Latif Sansür, yaygın medyada da tanınan, kentine sığmayan bir yerel muhabir. Aydın’da ikamet etse de bölgenin her yanından haberler çıkaran, ödüller alan bir gazeteci.
Geçen yılbaşına iki gün kala 11 meslektaşımızla birlikte Sözcü’deki işinden çıkarıldı. “Tasarruf” (!) giyotininin denk geldiği isimler arasındaydı Latif Sansür de. Malum, bu ülkede her gazetecinin başına gelebilen işler bunlar.
Atılmaktan çok Sözcü’nün arşivinden isminin ayıklanması üzdü onu. Ödüller aldığı, başka gazete ve sitelerin alıntıladığı haberleri Sözcü’nün arşivinde duruyor ama Latif Sansür imzası yok! Örneğin, “Depremde 1’i bebek 14 hasta yoğun bakımda ölüme terk edildi” haberinde imzası yok. Uğur Dündar’ın övgülere boğduğu “Zehir gemisi” haberinden de imzası çıkarılmış.
İmzasını arşivden çıkarmak bir gazeteciye yapılacak en büyük kötülük. Latif Sansür imzasının o haberlerde durmasında kim nasıl bir sakınca görmüş olabilir anlamak gerçekten zor. Umarım bir açıklaması vardır ya da bir yanlışlık olmuştur…
Bir izleyici, televizyonlardaki ekonomi haberlerinde sürekli para sayma görüntüsü verilmesine takılmış, “Neden her ekonomi haberinde para sayma görüntüsü verilir” diye sordu. Sonra da kendisi ekledi, “Her fırsatta para görüntüsü yayını toplumsal psikolojimize çok zararlı.”
Bana e-posta gönderen bu izleyicinin haksız olduğunu kim söyleyebilir? Cumhurbaşkanı’nın ekonomi yönetimine atama kararında ya da tarım politikalarıyla ilgili bir gelişmede, enflasyon oranı açıklamalarında ve borsa haberlerinde bile sürekli para sayma makinesi ekrana geliyor. Görüntü ile haber uyuşmuyor çoğu zaman. Sanırım amaç, görüntü olsun ekran dolsun. O kadar.
Muzaffer Dinçer adlı izleyici de TV söyleşilerinde sunucu ve konuşmacıların isminin ekranın altına yazılmamasından muzdarip. İyi bir gözlemci olduğu anlaşılan Dinçer, tekrarlara da tepkili:
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.