Haber: Sevda Kalkan Yılmaz – İstanbul
Komşunun komşuya muhtaçlığının iyi bilindiği, kavgayla muhabbetin iç içe yaşandığı, sokak çocuklarını Haliç’te serinleten, ziyaretçilerini zaman yolculuğuna çıkaran kadim semtin ta kendisi…
Doğup yaşadıkları semte, Balat’a vefa duyan, onu bırakmak şurada dursun, yaşatmak isteyen Balat’ın kadınlarıyla tanışmak ister miydiniz? Özlem Soğancı, Kübra Bilge ve Özgün Akar ile?
Onlar, House 38’in mimarları, ikinci el eşya satan bu dükkânın da sahipleri…
Özlem, Kübra ve Özgün, önceleri bekârlıkta birlikte oturdukları, evlenince ayrıldıkları evlerinin el değiştirmesine gönülleri razı olmayınca; küçük küçük odalı, iki katlı, merdivenli eski Rum evini, sürdürülebilir bir Balat için seferber etmiş durumdalar.
‘Semte vefa borcumuz var.” deyip kendilerine ulaştırılan eşya ve giysileri piyasa değerinin altında satıyorlar. Bu alışverişi iş edinip, semte hem hareket hem bereket getirmişler.
Dünyayı dolaşsa da, sonunda hep Balat’a dönen Özlem’e “bu fikir nasıl doğdu?” Diye sorduk. Özlem, “Kiminin çöpü, kimine hazinedir” diyerek ekledi:
“Eşim Kübalı. Bu sebeple Küba’ya çok sık gidip geliyorum. Orada, bir evde yaşayan nüfus eğer altı ise o evde sadece altı çatal, kaşık ve tabak olur, işte orada gördüklerim beni çok etkiledi, hayata bakış açımı değiştirdi. Meğer her birimiz ne kadar tatminsiz, savurganmışız ve hep daha fazlasının peşinde koşmuşuz, üstelik ne kadar da mutsuzmuşuz. Buradan yola çıkarak; ihtiyacım olmadığı halde sürekli satın alma duygusundan kurtulduğum anda evimde fazla olan eşyalarım artık üzerime gelmeye başladı. –Neden bunca çok ve gereksiz eşyayla yaşıyoruz?– diye düşünürken mahalleden arkadaşlarım Kübra ve Özgün’e anlattım bu fikri. Aynı pencereden bakınca zor olmadı benimsemeleri.”
Kübra zor değil miydi bu kararı vermek? Balat’ta üç kadının bir araya gelmesi, üstelik hiçbir destek almadan böylesine zorlu bir ekonomik süreçten geçerek, sürdürülebilir bir dükkânı ortaya koyması?
“Hiç kolay olmadı. O kadar çok engelle karşılaştık ki, bizi yüreklendiren insanlar neredeyse yok denecek kadar azdı. Biliyoruz ki kadın kadının yurdudur. Toprak da yoktan var eden ana değil midir?. Bizler de Balat’ın anasıyız işte. Semtimiz çok değişti, dönüşmeye de devam ediyor. Tarihin surlarla buluştuğu bu masal semt bizim de evladımız. Hızlı tüketim, kültüre de yansıdı ne yazık ki… Oysa Balat kafelerden, yeme-içme mekânlarından çok daha öte. Mahallemizin çocuklarına, kadınlarına hatta patili dostlarına borcumuz var. O sebeple asıl amacımız kuşundan kedisine, bebeğinden annesine kadar semti var eden ne varsa insanları aracılığıyla hepsine dokunmak.”
Özgün senden de House 38’in nasıl bir sistem üzerine kurulduğunu, sürdürebilir dünyaya katkı sağlamak isteyenlerin size nasıl ulaşacaklarını paylaşmanı istesek?
“Daha birkaç günlük çiçeği burnunda bir dükkânız. Eski İstanbul’un merkezi olarak da bilinen Balat’taki Vodina Caddesi üzerindeyiz. Dertlerimizden biri, karbon ayak izini azaltmak, üstelik bunu Ayasofya ile yapıldığı rivayet edilen Bizans döneminden kalma Metroloji Kilisesi’nin hemen karşısında yapıyor olmak, hem çocukluğumuzla hem tarihimizle harmanlanmak yükümüzü azaltmıyor değil.
Önce üçümüzün fazlalıklarıyla çıktık yola, katkı sağlamak isteyenlerle devam ediyoruz. Örneğin evinizde giymediğiniz kıyafet, ayakkabı ya da kullanmadığınız tabak, bardak, sürahi ya da şamdan varsa –sadece birer örnek- bunları House 38’e getiriyorsunuz. Ardından kayda alıyoruz ve ürünün üzerine getiren kişinin adını ve ürünün piyasa değerinin yarıdan azını fiyat olarak yazıyoruz. Küçük bir komisyonla kiramızı çıkararak ayakta kalmaya çalışıyoruz. Doğrusu, kâr etme durumumuz yok. Eşya getiren bazı hayvanseverler ürünlerinin satış fiyatına mama almamızı istiyor böylece patili dostlarımıza da bakıyoruz. Haftanın her günü açığız. Sadeleşmek, yüklerinden arınmak isteyenleri, hikayesi olup atamadıkları eşyaları ile birlikte yaşamak zorunda kalanları, ürününü satmak ya da hayra dönüştürmek isteyenleri muhakkak bekliyoruz.”
Bu üç kadın aynı zamanda birer anne. Balat’ın çocuklarını korumak, zararlı ne varsa hepsinden uzak tutmak istiyorlar. Semtte Mavi Ay adıyla bir sivil toplum örgütü kurulmuş, aileleri sürekli bilgilendirip uyarıyor, zararlı maddelerin kullanımına engel olma çabası yürütüyor.
Bu çabanın gerektirdiği mali desteği sağlayabilmek için, danstan, sanattan, Küba ezgilerinden yola çıkan bir plan yapmışlar. Eşi Kübalı olan Özlem Soğancı kültürel anlamda Balat’a verecekleri hizmetleri anlatıyor:
“House 38’in üst katını çok yakında, kültür odalarına dönüştürmeyi düşünüyoruz. Özellikle de kadın ve çocuklar için. Salsa, flamenko gibi dansların yanı sıra zumba ve pilates gibi, sporla da iç içe olacakları bir alan yaratmayı planlıyoruz. Amacımız Balat’lı olup Balat’tan çıkamayanların sosyalleşmesini sağlamak. Düşünsenize paranız yok ama fazlalıklarınız var. Fazlalıklarınızı getirip istediğiniz kursa katılmanız mümkün. Ülkemizde böyle bir uygulamanın ilkini gerçekleştiriyor olmak ve bunu geçmişteki dayanışma ruhuyla tarihin içinde yaşayarak yapmak bizim için gurur verici.”
Vodina Caddesi’nden Balat’ın içlerine doğru ilerleyen ziyaretçileri Cumhuriyet ile yaşıt bir fırın karşılıyor. 1923’ten bugüne değin ayakta kalan tarihi fırının kırmızı tuğlalarına sırtını dayamış bir kadın oturuyor içeride, Safranbolulu Cemile Teyze yorgunluğunu bir yudum çayla atmaya çalışırken anlatıyor:
“Pastaneyi Rumlar’dan eşimin dayısı devraldı. O gün bugündür, yani tam bir asırdır burayı işletiyoruz, Tarihi dokusuna zarar vermeden üstelik… Burada gördüğünüz her şey ilk günkü gibi yerinde duruyor”
Sizin için yorucu olmuyor mu?
“66 yaşındayım. Sabah yediden akşam ona kadar bir sandalye üzerinde hala çalışıyorum. On iki aile geçimini sağladı buradan. Çocuklarımızı fırında çalışarak okuttuk. Şimdi onlar da destek oluyor ancak yorulsam da ekmek teknesi kadın eli değmeden olmuyor, çocukları yalnız bırakamıyorum.”
Balat’ın hangi dar sokağına girseniz, hangi tarihi dokunun önünden geçseniz her yerinde kadının eli, kadının emeği var. Her nokta kafe, restaurant, mantıcı ve gözlemecilerle dolu. Gözlemecinin başında bu kez Hatice abla var, henüz ellisini doldurmamış, Balat’ta oturuyor.
Kafeler açılmadan önce tülbent işlemesi yapıyormuş, çeyiz işleri artık durunca, değişen Balat’ta elinin hamurunu kendine iş edinmiş.
Bir başka nostaljik dükkan ise Balat turşucusu… Turşuları karı koca birlikte kuruyor. Mantardan tutun da fındık turşusuna kadar envai çeşit ne ararsanız var… Kavanozlar, sıra sıra dizilmiş mavi boyalı küçük dükkanın önüne… İçeridekiler ise eski usul tereklerde. Üstelik bir bardak turşu suyu beş lira. Kütür kütür yiyebileceğiniz bir adet salatalık turşusu da yanında, “Bu fiyata bu şifa nerede?” diyor Balatlı turşucu amca…
Ne yazık ki Balat’ın değişen demografik yapısı, kadın ve çocukları iç göçe zorluyor, bu yapının değişmesiyle kahvehane kültürü de azalmış. Pek çok kahvehane yüksek kira ısrarı karşısında bir bir kapanıp, yerini farklı mekânlara bırakmış. Değişen yapı önce kadın ve çocukları vurmuş. Ayakkabı boyayıcısı Kamil Usta, “Kahvehaneler kapandı benim işler durdu.” diyor, durumu şöyle özetliyor:
“Eşimi, çocuklarımı kirayı ödeyemediğim için Bursa’ya aile yanına gönderdim. Ben de eşin dostun yanında barınıyorum. Bayram üzeri iş yaparım diye bir hevesle bekliyordum ama umduğumu bulamadım. Günde beş ila on ayakkabı boyatan oluyorken şimdi çok zor. Bir çift ayakkabıyı on liraya boyuyorum. Yüz lira için tüm gün burada bekliyorum. Malzemeler de çok pahalılandı üstelik kahvehaneler de yok. Bu işi yapan bir ben kaldım, ben de ne yapacağımı bilmiyorum.”
Kamil Usta’nın anlattıklarını dinlerken az ilerdeki züccaciyeye çevirdim dikkatimi, içine girdiğimde hummalı bir alışverişe tanık oldum. Artan kur nedeniyle giderek ucuzlayan hatıra eşyayı torba torba satın alan turistleri görünce, kendi kendime sordum:
“Coğrafya kader midir?”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.