Mustafa Doğan Bulut
Hatay’da hızla artan taş ocağı ve beton santrali faaliyetleri yaşam alanlarını toz ve gürültüye boğarken, binlerce insanın sağlığını da tehdit ediyor.
6 Şubat 2023 depreminin ardından yaralarını henüz saramayan Hatay’da solunum yolu hastalıkları, kalp rahatsızlıkları ve psikolojik etkiler günden güne artarken, bölge halkı ve çevre bu görünmeyen tehdide karşı destek bekliyor. “Depremde yıkıldık, şimdi nefes alamıyoruz” diyen Hataylılar, yetkililerden acil müdahale ve denetim talep ediyor.
6 Şubat depremlerinin ardından enkazların gölgesinde ayağa kalkmaya çalışan Hatay, şimdi de yeniden inşa sürecinin ağır yükünü omuzluyor. Ancak bu süreçte kent adeta dev bir şantiye alanına dönüşmüş durumda. Bir yanda sularına, topraklarına, havasına sahip çıkmaya çalışan yurttaşlar; diğer yanda kentin dört bir yanına kurulan beton santralleri ve taşocakları. Hataylıların ortak talebi ise çok net: Temiz, sağlıklı solunabilir bir hava.
Depremin izleri silinmeden açılan çok sayıda taş ocağı ve beton santrali yaşam alanlarını kuşatmış durumda. Toz, gürültü ve ağır araç trafiği; zaten yorgun olan Hataylıların nefesini kesiyor. Son verilere göre sadece ruhsatlı taşocağı sayısı kent genelinde 116’ya ulaştı.
Hataylılar seslerini duyurmak için yetkililere bir kez daha çağrıda bulunuyor.
Antakya Çevre Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Nilgün Karasu, 6 Şubat depremlerinin ardından bölgede hızla yayılan ve çoğu yerleşim alanlarının yakınında faaliyet gösteren taşocaklarının yarattığı yıkımı şu sözleriyle gözler önüne seriyor:
“Valiliğin aldığı karar doğrultusunda ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) sürecinin kaldırılması sonrasında sayıları artan beton santrali ve taşocaklarının gelişigüzel her alana kurulması bizleri rahatsız ediyor. Mahallelere, sokaklara ve aklınıza gelebilecek tüm yerleşim alanlarına kadar girildi. Tüm tepkilere rağmen bu yapılar düzensiz ve plansız bir şekilde hayata geçiriliyor. Şehrin dokusu, şehirde yaşayan depremzedelerin sağlığı ciddi derecede tehlikeye atılıyor. Bölgede yaşayan depremzede halkın iradesi hiçe sayılmamalı. Yetkililer sesimizi duysun istiyoruz.”
“Taş ocaklarının birçoğu, tarım alanlarının, meraların, hatta yerleşim yerlerinin yanı başında” diyen Karasu, bu durumun sadece doğayı değil bölge halkının geçim kaynaklarını da yok ettiğini vurgulayarak şunları kaydediyor:
“Kent merkezinde hızlı bir betonlaşma yaşanırken kırsal kesim de taş ocaklarıyla yok oluyor. Biz bu kenti korumak için mücadele ediyoruz. Talebimiz net: Taş ocakları yönetmeliğe uygun şekilde denetlensin. İnşaat malzemesi gerekiyorsa da bu ocaklar yerleşim yerlerinden, tarım topraklarından ve su kaynaklarından uzak alanlara taşınsın. ÇED süreci kağıt üzerinde değil, sahada işletilsin. Çünkü bu toprak bizim hem geçmişimiz hem geleceğimiz, nefesimiz.”
Uzmanlar bölgede kurulan beton santralleri ve taş ocaklarının yaşam alanlarının içine kadar girmesinin depremzedelerin ve bölge halkının sağlığını ciddi derecede tehlikeye attığına dikkat çekiyor.
Peki nedir bu tehlikeler? Hatay halkını ne gibi sağlık problemleri bekliyor? Bu soruların cevabını çok sayıda depremzede gibi Hatay’da ikamet etmeye devam eden ve aynı zamanda Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesi olan Dr. Ali Kanatlı 9. Köy’e anlattı.
Kanatlı, tüm depremzedelerin depremin gerçekleştiği ilk andan itibaren molozların ortaya çıkardığı kanserojen asbest, kurşun, bakır ve cıva gibi ağır metallere maruz kaldığını ve halen yer yer enkaz kaldırma çalışmalarının da devam ettiğini belirterek şunları söylüyor:
“Tüm bu kanserojen maddelere maruz kaldığımız yetmiyormuş gibi ayrıca beton santralleri ve taş ocaklarının oluşturduğu yoğun hava kirliliğine karşı da dayanmaya çalışıyoruz. Hatay Valiliği’nin ‘ÇED gerekli değildir’ kararı ile birlikte her tarafa taş ocakları ve beton santralleri kuruldu. Biz bu santral ve taşocaklarının oluşturduğu toz bulutlarını 2 yılı aşkın bir süredir solumaktayız. TTB olarak Temiz Hava Platformu ile birlikte hava kirliliğinin ne derecede olduğunu görebilmek adına iki kez ölçüm yaptık. Bir beton santralinin yakınında gerçekleştirilen ölçümlerde Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlemiş olduğu kılavuz değerlerinin yaklaşık 4-5 katı partikül madde kirliliği tespit edildi. Düşünebiliyor musunuz; biz bu havayı sadece bir ay veya bir yıl değil, 2 yılı aşkın süredir ciğerlerimize toz olarak çekiyoruz.”
Maruz kalınan bu tozun insan üzerinde bıraktığı tahribatı günümüzde ve gelecekte yaşanacak ciddi sağlık problemleri şeklinde ikiye ayıran Kanatlı sözlerini şöyle sürdürüyor: “Günümüzde görülen alerjik konjonktivit, astım alevlenmeleri, solunum yolunda oluşan
enfeksiyonlar ve gribal enfeksiyonlara tozun içinde bulunan bakteri ve diğer partikül maddelerin sebep olduğu aşikar. Çok sayıda hastada oldukça güç bir şekilde iyileşebilen yaralar görmekteyiz. Bu yaraların iyileşmesi adına birçok antibiyotiği aynı anda kullanmak durumunda kaldık. Bunlar sadece günümüzde görebildiğimiz sağlık problemleri.”
Kanatlı, bunların yanı sıra gelecekteki risklere de işaret ederek, asıl tehlikenin çok daha büyük olduğunu vurguluyor ve şöyle konuşuyor: “Ortaya çıkan kanserojen asbestin, silika kimyasal bileşeninin ve toz içinde bulunan diğer zararlı partiküllerin çocuğundan yetişkinine kadar bu havayı soluyan depremzedeler arasında 10-15-20 yıl sonrasında çok sayıda kanser vakaları ile karşı karşıya kalacağımızı düşünmekteyiz. Sadece kanser mi? Hayır. Bilindiği üzere kalp krizi vakaları da oldukça artış göstermekte. Kardiyovasküler sistemin üzerine tozun ciddi etkileri mevcut. Yıllar içinde yapılan araştırmalar bu yorumumu desteklemekte.”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.