Ülkemizde gündemin en yoğun yaşandığı yerlerin başında adliyeler geliyor. Her gün farklı haberlere konu oluyor adliyeler ve görülen davalar. Öyle ki bu alan basın literatürüne “adliye muhabirliği” gibi bir tanımı da kazandırdı. Adliyelerde duruşma izleyen, dosya takip eden gazeteciler; avukat, savcı kadar hukuk bilgisine sahip olmak durumunda kaldı. Peki burada görev yapan muhabirler neler yaşıyor ne gibi zorluklarla karşılaşıyorlar? Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır Adliyelerinde çalışan gazeteciler 24 Saat’e konuştu.
“BANA “SEN İDAMLIKSIN” DİYEN SAVCI VEKİLLERİ İHRAÇ EDİLDİ”
Ankara Adliyesi’nde yaklaşık 10 yıldır görev yapan Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Alican Uludağ burada yaşadıklarını şöyle anlattı: “2010 yılından bu yana Ankara Adliyesi’nde muhabirlik yapıyorum. Adliyeye başladığım ilk gündem, bugüne kadar baskılar, soruşturmalar eksik olmadı. Zamanında yazdığım bir haberden dolayı, selamlaşırken kulağıma ‘sen idamlıksın’ diyen, ‘Bu haber 10 yıl sonra karşına çıkar’ diyen başsavcı vekilleri oldu. Bugün onlar meslekten ihraç edildi. Fakat, baskılar dinmedi. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yürütülen soruşturmalar sırasında sorgulayıcı bazı haberlerimden dolayı bir kurumun ‘talimatı’ üzerine gözaltına dahi alınmak istendim. Son anda bu işlem yapılmadı. Gizliliği ihlal iddiasıyla aldığım ertelemeli 10 ay hapis cezası ile devam eden iki ceza davası ile iki tazminat davası var. Adliyede soruşturma tehditleriyle karşı karşıya kalmanın yanında, hakim ve savcının ‘ayrımcı’ tutumu ile de sık sık yüz yüze kaldığım durumlar oldu. Çünkü Cumhuriyet gazetesi, iktidar yandaşı olmadığı, haberlerinde eleştirel yaklaştığı için hakim ve savcılar, benimle çok görüşmek veya haber paylaşmak istemez. Çünkü bilirler ki haberi yazarken asla kullanılacak bir muhabir değilim. Bu 10 yıllık süreçte ne gördüğüm baskılar ne de açılan soruşturmalar beni gazetecilik mesleğimden ve halkın haber alma hakkını savunmaktan geri adım attırmadı.” Adliyelerde haber toplamanın birçok zorluğu olduğunu ifade eden Uludağ, ” Soruşturma aşamasındaki bir olayı yazarken, gazetecinin de işi zordur. Çünkü hakkında soruşturma yürütülen kişinin suçsuz olma ihtimali vardır. Masumiyet karinesi gereği, gazeteci haberinde dengeyi korumak, iddialar kadar kişinin savunmasına da yer vermek, kişiyi açık şekilde suçlu ilan edecek ifadelerden kaçınmak zorundadır” diyor.
“GAZETECİ OBJEKTİF OLMALI”
Adliye muhabirinin olaylara hakim, savcı gözünden bakmaması gerektiğine dikkat çeken Uludağ bunu da şu sözlerle açıklıyor: “Gazeteci tüm bunların üzerinde, objektif olmak, olaylara sorgulayıcı yaklaşmak zorundadır. Bazen bir dosyanın ayrıntısındaki bir belge veya bir belgenin satır aralarındaki bir bilgi, saklanmak istenen bir gerçeği bulmanıza, okuyucuyu bilgilendirmenize yardımcı olur. Bu nedenle gazeteci, dava veya soruşturma dosyalarını satır satır okuması, tümüne hakim olması mesleğinin ve sorumluluğunun gereği olmalı.”
“YARGI HABERLERİ SİYASETİ BELİRLİYOR”
Ankara Adliyesi’nin bir diğer deneyimli ismi Hürriyet Gazetesi muhabiri Mesut Hasan Benli ise 24 Saat’e şunları söyledi: “Daha eskiden yargı haberleri ağırlıklı olarak üçüncü sayfa olarak nitelendirilen haberlerden oluşurken, günümüzde bu durumun değiştiğini gözlemliyoruz. Artık yargı haberleri güncel siyaseti, gündemi belirleme noktasında etkili durumdadır. Bu nedenle gazeteler ve TV’ler sadece bu alanlarda uzmanlaşmış muhabir bulundurma yoluna gitmektedirler.” Adliye ve yargı haberciliğinin, en büyük zorluğunun haber kaynaklarının niteliğinden geldiğini söyleyen Benli, resmi haber kaynağı olarak tanımlanan, hakim ve savcıların gazetecilere bilgi aktarma konusunda sıkıntılar yaşadıklarını dile getiriyor. Benli yaşadıkları diğer zorluklara dair de şunları belirtiyor: “Soruşturmaların, gizli olarak yürütülmesi kuralı, yargı muhabirlerinin, soruşturma dosyalarına ulaşmasını engellemektedir. Sürdürülen soruşturmalara ilişkin alınan haberler, ulaşılması en güç haberler olduğunu görmek gerekir. Bu alanda görev yapan gazetecilerin kendi bireysel çabaları sonucu geliştirdikleri güven ilişkisi sayesinde, bu tür haberlere ulaşmak mümkün olabilmektedir. Ancak bu bireysel ilişkinin geliştirilmesi için ciddi bir emek ve zamana ihtiyaç bulunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Adliye muhabirlerinin bir diğer önemli haber kaynağı ise avukatlar oluşturmaktadır. Adliye ve yargı haberlerinin önemli güçlüklerinden biri de, metinlerde kullanılan hukuki dilden kaynaklanmaktadır. Yasa maddelerine atıfla yazılan metinlerin, “sıradan insanın” anlayacağı hale dönüştürmek, bu alanda karşılaşılan güçlüklerinden biridir.”
“SARI BASIN KARTIN YOKSA GAZETECİ DEĞİLSİN”
İstanbul’da adliyelerde gazetecilik yapan Duvar Gazetesi Muhabiri Hacı Bişkin de gazetecilerin duruşma salonlarına alınmadıklarını ifade ediyor. “Sarı Basın Kartı” olmadan adliyede kılımızı bile kıpırdatamıyoruz” diyen Bişkin, sarı basın kartı olmayanlara adliyelerde gazeteci gözüyle bakılmadığını bu nedenle dosyalara erişmekte sıkıntı yaşadıklarını dile getiriyor. Muhabirlerin alanda en çok baskı gördüğü bir dönemden geçildiğini söyleyen Bişkin “Her hafta Cumartesi Anneleri’nin basın açıklaması polis kalkanları altında gerçekleşiyor. Daracık bir sokağa onlarca kişi sığmaya çalışıyoruz. İşimizi yapamayacak duruma geliyoruz” diyor.
“HABER VERME HAKKIMIZ ENGELLENİYOR”
İstanbul adliyelerinde koşturan bir kadın gazeteci olan Cansu Uzun adliyeleri dışarıdaki baskı ortamının en çok hissedildiği yer olarak tanımlıyor. Uzun bu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Anayasa’nın 141. maddesine yargılamanın açıklığı öngörülüyor. Yani duruşmanın aleniliği ilkesi gereği kamuoyunu yakından ilgilendiren davalarda duruşmalar halka açık yapılıyor. Mahkemeler istisnai olarak kamu güvenliğinin gerektirmesi halinde duruşmanın gizli yapılmasına karar verebiliyor. Ancak mahkeme heyetleri çoğu zaman keyfi olarak salona izleyici ya da basın alınmayacağı yönünde talimat veriyor. Bu talimatlar genellikle güvenlik görevlilerine sözlü olarak bildiriliyor. Bazı heyetler ise karar sırasında basın mensuplarını salona almamayı tercih ediyor. Sağlıklı bir şekilde haber takibi yapmamızın koşulları sağlanamıyor. Haber verme hakkımız engelleniyor.”
“ADLİYEDE HERKESE GÜVEN VERMENİZ GEREKİYOR”
25 yıldır İzmir’de Adliye Muhabirliği yapan Bahri Karataş ise alanın zorluklarını şu sözlerle değerlendiriyor: “Adliyede haber toplamak oldukça zor. Ben yaklaşık 25 yıl adliye muhabirliği yaptım. Adliyede öncelikle, herkese güven vermeniz gerekiyor. O güveni karşı taraf ( haber kaynağına) tam olarak vermek gerekiyor. Adliye muhabirliği, diğer alanlara göre bilgi almak konusunda oldukça güç bilgi alınan bir alan. Ben adliyede haber alma konusunda fazla güçlüklerle karşılaşmıyordum. Doğru bildiğim ve belgelere dayalı yaptığım haberlerde, haberi beğenmeyen tarafları tarafından hakkımda davalar açıldı. Ceza almaya göze alıp hiçbir zaman haber kaynağımı açıklamadım. Adliyede, taraflar, avukatlar, savcı ve hakimler bile bana güvendikleri için haber verirdi.15 Temmuz’ da FETÖ darbe teşebbüsünün sonrasında, adliyede haber almak bazı gruplar dışında bilgi almak oldukça güçleşti. Hükümetin ve ilgili Bakanlığınca verdiği talimatla adliyede sadece devletin ajansı (FETÖ) soruşturmaları ve açılan davalarda çok rahat bilgi aldı.”
Karataş, 2005 yılına kadar adliye koridorlarında ve duruşma salonlarında rahatlıkla fotoğraf çekebildiklerini ancak son yıllarda bunun yasaklandığını da dile getiriyor.
Diyarbakır’da bu alanda uzun yıllardır muhabirlik yapmış olan gazeteci Mahmut Oral adliyelerde haber almanın her geçen gün zorlaştığına dikkat çekerken bunu şu şekilde açıklıyor: “Adliyelerden birkaç kanaldan haber almanız mümkündür. Bunlardan birincisi açık kaynaklardır yani kamuya açık olan mahkemelerdeki duruşmalar. Belki adliyelerde görülen duruşmaları izlemek konusunda çok sıkıntı yaşanmıyor ama herkes çok iyi bilir ki, adliye muhabirliği salt duruşmalardan ibaret değildir. Bir dava ifadeleriyle, olay yeri tutanakları, bilirkişi raporlarıyla, video ve fotoğraf kayıtlarıyla bir bütün olarak ele alınır ve bu belgeler elde edildikçe haber yapılır. Yani bunların her biri birer adli aşamadır ve birer haberdir. Dolayısıyla bu belgelere de gazetecilerin kamu adına rahatlıkla ulaşabilmesi gerekmektedir. Burada ikincil kaynaklar devreye girer. Yani bu belgelere erişim izni olanlar. Avukatlar, savcılar, zabıt katipleri, yazı işleri müdürleri, heyet üyeleri. Gelin görün ki bu konumda olanların her biri sizin hangi basın yayın kuruluşunda çalıştığınızla yakından ilgilidirler ve bir belgeyi buna göre size verip vermemeye karar verirler. Bunu söylerken avukatlar dışında geri kalan kamu görevlilerine muhalif basının çok rahat ulaşabildiğini söylemiyorum, zaten o konumda olan yetkililere ulaşabilmek başlı başına bir derttir. Kimi zaman, hatta çoğu zaman o kişilere ulaşabilmek, belgeye ulaşabilmekten daha zordur. Dolayısıyla birçok noktada avucunuzu yalarsınız. Belge almayı beklerken hüsrana uğrarsınız. Uzun yıllardır adliye ile haşır neşir olmuş bir gazeteci olarak, bu ulaşamama sorununun giderek arttığını çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bu adli makamlardaki kişilerin giderek siyasi kadrolar tarafından atanmasıyla doğrudan ilgili. Devleti temsil eden makamlarda oturanlar, giderek ketum oluyor. Tabii burada yine genel Türkiye gerçekliğine uygun biçimde ‘makbul gazeteciler’ illa ki vardır ve onların böylesi bir temas kurma sorunu yoktur. Hatta onların adliyelere gitmesine, koridorları gezmesine, belge için didinmesine gerek yoktur. Devlet-i Ali’nin yazılmasını istediği bir haber, ona mutlak suretle uçurulur. Kaldı ki makbul gazetecinin devletin yazılmasını istemediği bir haberle işi gücü de yoktur. Başına bir bela açmaya hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Geriye kalıyor mübaşirler, zabıt katipleri, yazı işleri müdürleri. Onlar da pek kimse bilmez ama çok ciddi bir teknik takip altındadır. Zira birçok adliyede, bilgisayarlar izlenmektedir ve hangi belgeye hangi bilgisayardan ulaşıldığı çok kolay biçimde belirlenmektedir ve bu korku onları belge sızdırmaktan men eder.”
“DİYARBAKIR’DA CEZAEVİNE GİRMEK ADLİYEYE GİRMEKTEN DAHA KOLAY”
Diyarbakır adliyesinde görev yapan gazeteci Aydın Atay ise adliyeye girerken en az 3 kez GBT’den (Genel Bilgi Taraması) geçtiğini belirterek, yaşadıklarını şöyle aktarıyor: “Güvenlik gerekçesiyle alınan tedbirler adliye önünde kimi günler uzayan kuyrukla saatleri bulan bir bekleyiş oluyor. Erken saatlerde başlayan davalar için en geç saat 8.30’da adliyenin önünde sıra beklemek zorundayız tabi duruşmaları erken saate olan yurttaşların yaptığı gibi. Sarı olamayan basın kartımızla avukat-hakim-savcı girişini kullanamadığımız için ‘Vatandaş Girişinden geçerek yurttaşlarla aynı çileyi çekmek zorundayız. Yurttaşların anlayışı çoğu zaman bizi sıra ve uzun bekleyişten kurtarsa da adliye koridorlarına ulaşmak hayli zor. Uzayan kuyrukta kimi zaman gerginlikler olsa da en çok işittiğimiz esprilerden bir tanesi de ‘Diyarbakır da cezaevine girmek adliyeye girmekten daha kolay’ esprisi oluyor. Çıkartılan kemer, bozuk para, ilk X-Raydan geçiş, GBT sonra tekrar X-Ray ve nihayet adliyenin içine girebiliyoruz.” Diyarbakır’da sarı basın kartı sahibi olmadıkları için takip etmek istedikleri duruşmalara alınmadıklarını ifade eden Atay bu durumu kurdukları ilişkilerle aşabildiklerini belirtiyor. “En temel hak ve özgürlüklerin dahi yasaklandığı bölgede çalışmak, her gazeteci için zordur. Bizi en çok zorlayan haber takibi ise gazeteci arkadaşlarımızın gazetecilik faaliyetlerinden, olmayan ya da hayatın olağan akışına ters olan tanık ifadeleri gerekçesiyle gözaltına alınması tutuklanması veya tutuksuz yargılanması oluyor” diyen Atay yargılanan meslektaşlarının haber kaynakları ile yaptıkları telefon kayıtlarının suç unsuru sayılmasının oldukça ilginç olduğunu dile getiriyor.
HABER : ESRA KOÇAK MAYDA / ANKARA
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.