Haber: Didem Çam – İstanbul
Gazeteci Nazan Özcan, kadın gazetecilerin meslekte çoğu zaman erkek egemen bakış açısı yüzünden ikinci plana atıldığını söyledi. ‘İftira’ ve ‘hakaret’ suçlamasıyla yargılandığı davadan nisan ayında beraat eden Özcan, meslekte başından geçenler ve yargılandığı süreçle ilgili çarpıcı ifadelerde bulundu.
Gazeteci Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın çıkardığı “Cendere” adlı kitapta, birtakım rüşvet iddiaları bulunuyordu. İddiaların başrolünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eski avukatı Mustafa Doğan İnal yer alıyordu. İleri Haber çalışanları Doğan Ergün ve İzel Sezer, kitapta yer alan iddiaları haberleştirmiş, avukat bu iki gazeteciye dava açmıştı.
O sırada Bianet genel yayın yönetmeni olan Nazan Özcan, bu gelişmeyi “Erdoğan’ın avukatının rüşvet iddialarını haberleştiren gazetecilere dava” başlığıyla haber yapmıştı, bu haber sonrasında Nazan Özcan hakkında da “gazetecilere açılan davayı haberleştirdiği” gerekçesiyle dava açılmış, 4 duruşma süren dava sürecinin sonunda Özcan beraat etmişti.
Doğru gazetecilik yaptığını ve haklı olduğu belirten Nazan Özcan, sürecin gereksiz yere uzadığına da dikkat çekti. Yargı süreci için “Zaman kaybıydı” ifadelerini kullanan Özcan, “Haklı olduğumu, doğru gazetecilik yaptığımı, yaptığım şeyin yüzde 100 doğru olduğunu o kadar iyi biliyordum ki… İçimde gram pişmanlık yok. Soruşturmanın davaya dönüşmemesi gerekiyordu. Gereksiz bir süreçti ve gereksiz yere uzadı. Benim için yalnızca bir zaman kaybıydı. Daha da acıklısı, yargı sistemi zaten bu kadar doluyken onların da zamanını aldık. Daha doğru, düzgün ve anlamlı işlere baksalardı keşke. Ama ne yapalım, bu ülke böyle bir yer” diye konuştu.
Yargı sürecinde yaşadığı stresten de bahseden Nazan Özcan, yargılanan gazetecilere o süreçleri kolay atlatmaları temennisini dile getirdi:
“Kendimden emin olduğum için davaya ilk gittiğimde arkadaşlarımla şakalaşıyor, eğleniyorduk. Ancak dava görülüp eve döndükten sonra, 2 gün inanılmaz bir baş ağrısı çektim. Süreci umursamıyordum, haklı olduğumu ve doğru yaptığımı biliyordum. Bu konuda gram şüphem yoktu ama bu durum, bir insan olarak strese girmemi ve endişe duymamı da engellemedi doğrusu. Böyle bir ülkede yaşarken nasıl strese girmezsiniz? Sağ olsunlar, arkadaşlarım ve pek çok gazeteci örgütü yanımdaydı ve bana destek verdi. Umarım benim gibi diğer arkadaşlarım da o süreçleri kolaylıkla atlatır. Çünkü atlatamayanlar, içeri alınanlar, başına çok daha korkunç şeyler gelenler var. Benden çok daha ağır koşullar yaşayan arkadaşlarımın yanında, –vah vah benim başıma gelenler- diye ağlamaktan utanç duyarım.”
Farklı ülkelerde hukuk sisteminin ‘ciddi’ biçimde işlediğini belirten Özcan, “Almanya’da da gazetecilere davalar açılıyor. Gazeteciler ne davaya gidiyor, ne soruşturmaya gidiyor. Zaten,
‘Soruşturmaya gerek yoktur’ yazıları çat çat diye geliyor. Başka ülkelerde niye bizimki gibi bir durum olsun ki? İfade özgürlüğü diye bir şey var. Onların ülkelerinde anayasalar, kanunlar, kurallar ciddiye alınır. O ciddiyetle de hareket edilir. Dolayısıyla onların mahkemeye gitmesine bile gerek kalmaz. Bırak strese girmeyi, bırak adliyelerde saçma sapan vakit kaybetmeyi, onlar adliyeye haber araştırmaya gider, bizler yargılanmak için gidiyoruz” şeklinde konuştu.
‘Medyada kadın olmak’ deyince aklına daha çok ‘dezavantaj’ konusunun geldiğini ifade Özcan, kadın gazetecilerin yaşadıkları sorunları şu şekilde sıraladı:
“Aynı konumda olduğunuz erkek meslektaşlarınızdan daha iyi bir iş çıkarıyor olsanız bile, kesinlikle daha az maaş alıyorsunuz. İşe girerken onlardan sonra geliyorsunuz. İşe gönderdiklerinde ise -Aa orası çok tehlikeli, kadınlara göre olmaz– deyip sizi her zaman ikinci plana atıyorlar. Bu durumun korumakla alakası yok. Bu, sizin o işi beceremeyeceğinize dair genel bir kanı. –Kadınlar zayıftır, kötü şartlarla başa çıkamaz- algısı var. Dünyadaki her şeyle başa çıkıyoruz da orada niye çıkmayalım? Kadınların bilgisi, o konuda uzman olsanız dahi azımsanıyor. Sen sadece moda, yemek, diziler, yaşam, kültür sanat konusunu bilebilirsin ama Irak’taki savaşı bilemezsin. Oysaki ben biliyorum, ondan daha iyi biliyorum. Kadın cinayetlerini, kadınların dezavantajını onlardan daha iyi biliyorum. Bunları dile getirdiğinde ‘pis feminist’ ve ‘hadsiz’ sayılıp, üzerine yürünen bir insan oluyorsun.”
Medyada kadınların uğradığı haksızlığı bir örnekle açıklayan Nazan Özcan, şu şekilde devam etti:
“Bir gün, yazı işleri toplantısında dış haberler konusunda çok iyi bir kadın arkadaşımız ile yayın yönetmeni arasında bir tartışma yaşanmıştı. Mesele Irak Savaşı’ydı. Arkadaşımız, bu konuda çok donanımlı ve yetenekliydi. Yayın yönetmeni, kadın arkadaşımıza, –Sen evine git, yemeğini yap, örgünü ör- diye bağırmıştı. Yani ne yaparsan yap, ağzınla kuş bile tutsan, sen ancak modadan, örgüden, yemek yapmaktan anlarsın. O kadar iğrenç bir akıl ki… Ayrıca kültür sanat çok önemli bir konu. Sizi bu berbat hayattan alıp farklı bir bakış açısı oluşturabilir. Yaşama, insana dair haberler, sizi çok ileri götürebilir. Hafif görülen yemek, birçok insanın terapisi, hayatına dokunan mutlu olunan yer olabilir. Bunlar dışındaki konuları, kadınların beceremeyeceği algısı var. O yüzden bu konuları, kadınlara o bakış açısıyla vermelerinin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Yoksa kadın gazeteciler, bunu gerçekten severek ve isteyerek yapıyorsa birilerine gazeteci olarak da ilham veriyordur eminim. Güzel yapabildiğimiz, insanların hayatlarına dokunduğumuz ve onların da mutlu olmasını bir anlığına da olsa sağladığımız alanlar bizim için kazanımdır.”
Medyada ‘erkek çeteleri’ olduğunu savunan Nazan Özcan, “Eskiden gruplar halinde işten çıkarılırdık. Editörsünüz diyelim. Arkadaşınızla aynı pozisyonda çalışıyorsunuz ve birinizin işten çıkarılması lazım diyelim. -Aaa erkeğin çoluğu çocuğu var. Bakması gereken bir evi var. O zaman biz kadını çıkaralım- diye seni çat diye gözden çıkarıyorlar. Peki ben? Benim de inanmayacaksınız ama bakmam gereken bir ‘ben’ yok mu?. Bunu söylediğinde, –onun çocuğu var– diyorlar. Vay be… Çocuğun olmadığı için adeta cezalandırılıyorsun. Şu anda işsizim. Daha önce de işsiz kaldığım zamanlar olmuştu. Medyada ‘erkek çeteleri’ var. Bunlar, -Abicim, abicim, abicim – diyerek birbirine destek çıkıp iş buluyorlar. Sen, kimsenin umursamadığı bir insan olarak kalıyorsun. Oysa,ben –Abicim- denen ve bilmem hangi konuma getirilen birçok gazeteciden de iyi bir gazeteciyim” ifadelerini kullandı.
“Kadınlar, erkek egemen bakış açısı yüzünden ikinci plana atılıyor” diyen Özcan, şunları da söyledi:
“Kadınlar, hangi meslekte geri atılmıyorlar ki burada da atılmasınlar… –Erkekler dünyasında, kendine yer bulmaya çalışıyorsan, başına gelecekleri de hak edersin– gibi bir algı var. Bekar kadın olmak daha da feci bir şey. Mesela, herkes cumartesi pazar izin yapmak ister. Sen de istersin tabii. Sosyalleşeceksin, ailenle arkadaşlarınla görüşeceksin. Ama –Sen hafta sonu ne yapacaksın ki zaten?. X kişisinin karısının o gün izin günüymüş. Çocuğunu da bir tek o gün görüyormuş, sen hafta içi yap.– denir. Neden? Çünkü sen bekar bir kadınsın. Kadına mobbing (yıldırma) daha kolay yapılabiliyor. Kadın daha çabuk yalnızlaştırılabiliyor. Sesini yükselttiğinde ise hemen ‘deli kadın’ damgası yiyorsun. Hayır deli değilim! Haklıyım ve bu haklılığımı bağırarak almak zorunda kalmak benim suçum değil. Bir şey anlatmaya çalışıyorsunuz dinlemiyorlar. Kadın olmak o kadar zor bir şey ki bizim sektörde.”
Medyada kadınların hem sözle hem de fiziksel olarak tacize uğradıklarına da değinen Nazan Özcan, “Ben de sözlü tacize uğradım ama artık bir noktadan sonra ‘olmamış gibi, duymamış gibi’ yapıyorsun. Çünkü duysan yine ‘deli kadın’ olacaksın. Duymasan, o andaki ilişkiyi sadece iş ilişkisine döndürmeye çalışıyorsun ama çok zorlanıyorsun. Benim başıma hiç gelmedi, hiç kimsenin başına gelmesini de istemem ama cinsel tacizler de oluyor. Cinsel tacize uğrayan kadın arkadaşlarım, daha sonrasında işlerinden sevdikleri yerlerden de oldular. Yapabilecekleri şeyleri yapamıyorlar. Kadın olmak her yerde olduğu gibi gazetecilikte de çok zor” diye konuştu.
Tacize uğrayan kadınların artık susmadığını da vurgulayan Özcan, “Eskiden bunları çok konuşamazdık. Örneğin, sözel ya da cinsel tacize uğradığında gidip bir arkadaşına kolay kolay anlatamazdın. Şimdi artık, kadın hareketinin ilerlemesiyle de anlatabilmeye ve beraber birtakım çözümler bulmak için harekete geçmeye başladık. Feminist hareket güçlendikçe, erkekler de biraz daha ayaklarını denk almaya başladı. Aslında hiçbir şeyden korkmuyorlar da sosyal medyada isimlerinin geçmesinden ifşa olmaktan korkuyorlar. –Geri adım attılar- diyemeyeceğim ama en azından ileriye bir adım atamıyorlar artık” şeklinde konuştu.
Cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadelenin ‘kadın dayanışması’ ile mümkün olacağını belirten Nazan Özcan, “Ya, çok acıklı bir şey ama nasıl mücadele edersen et adın ‘deliye’ çıkıyor. Ayrımcılıkla mücadelenin kadın dayanışmasıyla mümkün olacağını düşünüyorum. ‘Yalnız değilim, yalnız değilsin. Kadınlar olarak hep beraberiz. Ne olursa olsun seninle birlikte mücadele edeceğim’ mesajı var içinde. Her şey gibi örgütlenme de kopuk aslında ama bakarsak yine de en iyi örgütlenenler kadınlar arasında oluyor diyebiliriz. Ülkedeki baskı ve ayrıştırma her yere sirayet ettiği için bunlar içinde en sağlam durabilen aslında kadınlar oldu. Eski halimiz yok ama kadınlar bırakmış da değil, önemli olan da o. Vazgeçmiş değiliz. Devam edeceğiz. Şartlar ne kadar zorlayacak bilmiyorum ama devam edeceğiz. Vazgeçilmediği sürece kazanma umudu vardır bence” açıklamasında bulundu.
Medyada, ‘ekran önünde yer alan kadınların güzel olması’ tarzındaki anlayışa da karşı çıkan Nazan Özcan, şunları kaydetti:
“Güzel kadın olmak zorundasın. Çirkin kadın, ekran başında olamaz. Neye göre acaba? Sen neye göre benim güzel ya da çirkin olduğuma karar veriyorsun? Dünyanın bütün anchormanleri çok mu yakışıklı? Aynı işi yapan kadınlar niye çok güzel olmak zorunda? Çünkü kadını bir meta olarak görüyorlar. Kadın güzel, bari ona baksınlar. Yiğit Bulut, yıllar evvel Habertürk’ün başına geçtiğinde genç spikerlere, ‘Göğüs çatalınızı gösterin’ diye talimat vermiş, ortalıkta kıyamet kopmuştu. Eğer sen o çatalını açmazsan biliyorsun ki işten kovulacaksın. Buna zorluyor. Hem bunu yapıyorlar hem de sana -Ahlaksız, boş kafalı- diyebiliyorlar. Yani, o kadar korkunç bir döngünün içine giriyorsun. Bir sonraki kuşak, spikerlerin kendilerini geliştirip iyi bir spiker olmak yerine, göğüs çatallarını açınca bu işin olabileceğini sanıyor. Ama öyle bir dünya yok işte.”
“Dünyaya bir bakın” diyen Özcan, “Afganistan’da Taliban, kadın spikerlerin yüzünü örttü ama ülkede hala türbanlı kadın spikerleri var. Mesele güzellik, o, bu, şu, değil ki… Yapmayın artık bunu. Yıl 2023’te bu aptalca erkek kafasını sürdürmenin hiçbir anlamı yok. Kadınların başarısına değil, güzelliğine bakmak son derece aptalca bir erkek tutumu. Yoksa ben de ekranda yakışıklı bir adam görmek isterdim. Niye istemeyeyim, benim neyim eksik? Sanki zannedersin ki, TV’ye çıkan bütün erkekler dünya güzeli… Ama umursamıyorum bu durumu. Eğer bana bir bilgi aktaracaksan, eğer bana doğru bir şey söyleyeceksen ben seni dinlerim. Hepsi bu” dedi.
Kadın gazeteci olmanın artılarından da bahseden Özcan, “Kadınlar detaycı, en küçük şeyi önemseyen insanlar oldukları için hikaye çıkarmakta ve yazmakta iyiler diye düşünüyorum. Haberini yaparken karşıdaki kişinin insan olduğunu bilip ona göre davranıp en küçük detayı alıp ondan müthiş bir başlık çıkarabiliyorlar. Bu insan severlik ya da insana insanca bakmak, kadınların avantajı oluyor bence. Aramızda erkek diliyle konuşan erkek dilini benimsemiş kadınlar da var. Ancak o barış dilini, adalet dilini, hak ve hukuk dilini kullanan kadınlar, en azından toplumun daha iyiye gitmesine katkı sağlıyor bence” diye görüş belirtti.
Gazetecilik yapmak isteyen kadınlara tavsiyelerde de bulunan Özcan, “İşini iyi yapmak, sürekli kendini geliştirmek, okumak, yazmak, film seyretmek, tiyatroya gitmek, felsefe okumak, arkadaşlarınla hayatı ve gündemi takip etmek, yurt dışını takip etmek, çok çalışmak, asla vazgeçmemek, pes etmemek, düştüğün yerden kalkmak ve ilerlemek… Galiba gazetecilik böyle bir şey… İyi gazeteci olmak, hep çok çalışmaktı benim bildiğim. Ama 2023 Türkiyesinde bunları söylediğimde maalesef bir anlam ifade etmiyor. Ama yine de çok çalışın ve asla bırakmayın. Sizi yıldıracak çok şey olacaktır ama asla yılmayın. Dayanışma da önemli. Mutlaka meslek örgütlerine üye olun” diye konuştu.
Gazeteciliğin çok zor bir ‘hikaye’ olduğunu ve mutlaka aşkla yapılması gerektiğinin de altını çizen Nazan Özcan, sözlerini şöyle noktaladı:
“Eğer işinizi aşkla yapmak istiyorsanız, o işe tutkuyla bağlıysanız yapın. –Aman canım yapayım, bir işim olsun- işi değil gazetecilik. Gerçekten çok zor bir hikaye. İnsan şimdi işsiz olunca, –Ben ne yaptım, ne ettim- diye meslekteki 25 yılını değerlendiriyor. Hem duygusal hem de fiziksel anlamda o kadar yıpranmışım ki… Çok ağır geçmiş. Şimdi, kendimi toparlamaya çalışıyorum. Kendime, -Ben niye bu kadar ağır şeyler yaşadıktan sonra bu işe devam etmek istiyorum?- diye de sordum. Çünkü işimi çok seviyorum. İşime tutkuyla bağlıyım. Yaşama bağlandığım yer orası. Eğer öyle bir bağınız yoksa boş verin gitsin. Başka bir iş sizi mutlu ediyorsa onu yapın. Çünkü burası cidden çok zorlu bir yer.”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.