Cumhuriyetin ilk yıllarında “milletin efendisi” gözüyle bakılan köylü ve desteklenen tarım sektörü, bugün gerek mevcut tarım politikalarından, gerekse de salgın sürecinden kaynaklı olarak adeta can çekişiyor. Son zamanlarda sıkça gündeme gelen mazot, gübre, ilaç, elektrik başta olmak üzere yüksek girdi maliyetleri, ithalattaki artış, gümrük vergisi indirimleri, sözleşmeli üretim gibi politikalar küçük üreticilerin artık üretim yapamaz hale gelmesine; büyük üreticilerin de giderek daha fazla borçlanmasına sebep oluyor. Mevcut tarım politikalarının, şirket egemenliğini hızlandırmasının yanında toplumu yoksullaştıran, güvencesizleştiren etkileri olduğu yönündeki görüşler de azımsanmayacak kadar fazla.
Bu durum, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) istatistiklerine de yansımış durumda. Verilere göre, kayıtlı çiftçi sayısı son 14 yılda neredeyse yarı yarıya azaldı. Tarım alanındaki istihdamın bu denli düşmesi, sorunları daha görünür kılıyor. Ürettiklerinin karşılığını alamayan çiftçiler her geçen gün çeşitli protestolarla haberlere konu olmaya devam ediyor. İstatistiklere göre, Türkiye’deki tarım alanları da son on yılda yüzde 13 civarında azalmış durumda.
Bunun yanı sıra özellikle salgın sürecinde devlet desteğinin en az olduğu sektörün tarım sektörü olduğunu belirten üreticiler, bütün bu sorunların, üretim odaklı politikalarla çözülebileceğinin altını çiziyor.
Çinin Vuhan kentinde ortaya çıkan ve küresel bir krize dönüşen Koronavirüsün neden olduğu salgın, birçok karantina önlemi ve kısıtlamayı beraberinde getirdi. Bütün bu süreçte tutarlı tarım politikaları olan ülkeler, kendi kendine yetmeyi başarırken, bunu yapamayan ülkeler tam anlamıyla felaketi yaşadı. Peki, ülkemizin tarım politikaları yeterince tutarlı mı? Geçmişten bu yana önemli tarımsal gelişmeleri derledik.
77,9 milyon hektarlık Türkiye’nin yüzde 30’unu aşkın kısmının tarım arazisi olduğu biliniyor. Ülkemiz oldukça çeşitli türlere ev sahipliği yaparken tarımsal istihdamda düşüş yaşanıyor. Türkiye’de toplam istihdam içinde tarım sektörünün payında kesintisiz düşüş sürüyor. 1980 yılında tarımsal istihdam, yüzde 50.6 iken, 2003’te yüzde 34.3, 2011’de yüzde 25.5 oranlarına düştü. Tarım istihdamının payı, 2019 sonunda yüzde 17’ye geriledi.
Biraz daha geçmişe gidersek, 1914 yılında; “ulusal geliri” 22.393.000 kuruş olan Osmanlı Devleti’nde tarımın payı 13.060.000 kuruştu. Oran olarak yüzde 58’i bulan tarım, nüfusun yüzde 82’sini, millî gelirin de yüzde 75’ten fazlasını oluşturuyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım sektörü, Gayrisafi Milli Hâsıla (GSMH) içerisinde yüzde 42,8 paya sahipken, 1970’te yüzde 36, 1980’de yüzde 25, 1990’da yüzde 16, 2000’de yüzde 13.5, 2003’te yüzde 12.6, 2011’de yüzde 8.1’e, 2020’de ise 6.6’ya düştü.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında tarım politikaları
1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne, “çiftçi, ticaret, sanayi ve amele” gruplarından toplam 1135 kişi katıldı. Bu kongrede, Aşar Vergisi’nin kaldırılması, tütün tekelinin kaldırılarak üretiminin halka serbest hale gelmesi, tarımda makineleşmeye gidilmesi ve Ziraat Bankası’nın yeniden düzenlenmesi gibi önemli maddeler kabul edildi. 1923 ve 1929 yılları arasında, gerek ithalat, gerekse ihracat bakımından tarım sektörü önemli bir yere sahipti. Örneğin, yalnızca tütün ve kuru üzümün bu yıllar arasındaki dış satış değeri, Türkiye’nin toplam ihracat payının yüzde 40’ını oluşturdu.
1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan Aşar Vergisi’ni kaldırma çabaları, 17 Şubat 1925 tarihinde 552 sayılı yasayla Cumhuriyet yönetimi zamanında kaldırıldı. Aşar Vergisi’nin kaldırılması çiftçi için olumlu bir adım oldu. Verginin kaldırıldığı yıl, devlet bütçesinin 1/4’ünü teşkil ettiği için toplam vergi geliri içinde tarımın payı yüzde 33’ten yüzde 10 oranına düşürülerek köylünün gelir düzeyinin yükseltilmesi ve tarımsal üretimin arttırılması amaçlandı. Aynı yıl çıkarılan bir dizi kanunla, kuruluşu 1800’lü yılların ortalarına dayanan Ziraat Bankası’nın çiftçiye kredi verme olanakları da genişletildi.
1930’lu yıllarda kombinalar kuruldu
21 Nisan 1924’te kabul edilen 498 sayılı yasa ile “Ziraî Birlikler” kuruldu, 1 Haziran 1929’da ise “İtibarî Ziraî Birliği” adını taşıyan 1470 sayılı yasa ile tarım kooperatiflerinin kurulması kabul edildi. “Ziraî Kredi Kooperatifleri” kuruluşundan iki yıl sonra, 572 Kredi Kooperatifi teşkil edilerek kısa zamanda geliştirildi.
1930’lu yıllarda Türkiye’nin 14 bölgesinde kombinalar kuruldu. Daha sonra Atatürk’ün kendi çiftliklerini de devretmesiyle devlet üretme çiftlikleri kuruldu. 38 farklı bölgede kurulan bu çiftliklerde tohum, fide, fidan, damızlık üretimleri yapıldı. Yaklaşık olarak 389 bin hektar araziye sahip olan bu çiftliklere dönük bazı eleştiriler olsa da tüm eksiğiyle girdi sağlıyordu. Günümüzde bu çiftlikler Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) ismini almış durumda.
“1929 Dünya Ekonomik Buhranı” dolayısıyla 1929-1933 yıllarında özellikle tarım ürünlerinin değer kaybetmesi nedeniyle çiftçi mali zorluklar yaşadı. Buna karşılık 1929 yılında “Gümrük Resmi Kanunu” kabul edilerek gümrükler üzerinde tam bir denetim sağlandı. Ziraat Bankası aracılığıyla dışarıdan getirilecek tohumlukların gümrükten muafiyeti hakkındaki kanunun çıkarılması 1930 yılını buldu.
1930 yılı ve sonrası tarım
Nüfusun büyük bir kısmının kırsal alanlarda yaşadığı bu dönemde, ekonomik politikaların temel noktası tarımdı. 1930 – 1940 yılları arasında tarım, Türkiye’de Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) önemli faaliyet alanı arasında yer aldı. Hükümet, 1932–1933 yılları arasında 90 bin dönüm toprak dağıttı, 1934 yılında bu miktar 6 milyon dönüme çıkarıldı. Büyük bir köy ekonomisi olan Türkiye tarım alanında yavaş yavaş parlak bir geleceğe doğru ilerliyordu.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ülkedeki toprak mülkiyeti dağılımını değiştirecek olan ve 1935 yılında atılan ekonomik – sosyal yapıda reform sayılabilecek adımlar, 2. Dünya Savaşı’nın araya girmesi gibi bazı nedenlerle atılamadı. Bu dönemde tarımda makineleşme ve teknik bilgilerin kullanılması için, 28 Ocak 1943’de “Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun Teşkiline Dair Kararname” ile yeni bir kurum kuruldu. Bu kurum, hızlanacak tarımın makineleşmesi hareketinin, esas mekanizmalarından birini oluşturdu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Meclis’te kabul edilen “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”, büyük beklentilerle çıkarılsa da sonrasında birtakım değişiklikler yapıldığı gibi uygulamada da titiz davranılmadı. Bu nedenle, Türkiye’de ilk çıkarılan toprak reformu olan bu kanun, reform niteliğini kaybetti ve sonuçta toprak dağılımındaki adaletsizlik daha da arttı.
1950’li yıllara gelindiğinde ihracatta teşvik uygulamaları geliştirildi. Ayrıca haşhaş ve tütün gibi kendine has özelliği olan ürünlerin üretiminin sınırlandırılması ve planlanması yönünde politikalar da görüldü.
1963 yılında planlı döneme geçildi
1963-1967 yıllarını kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na göre, fiyatlara müdahale yerine üretim girdilerinin desteklenmesi ön plana çıktı. Bu planda tarımsal destekleme için tarım satış kooperatiflerinin geliştirileceği, destekleme kapsamına sadece kooperatif üyelerinin alınacağı ifade edildi.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1968-1972) ise, tarımın desteklenmesine ve tarımsal fiyat politikalarına daha az önem verildi.
1980’lerden sonra özelleştirme rüzgârı
1950-70 dönemleri arasında, dünyada gelişen ve ekonomide yaygınlaşan sermaye – birikim akımına bağlı olarak 24 Ocak 1980 kararları ile bu sürece uyum sağlandı. Bu kararlar ile serbest piyasa fikri benimsendi ve Türkiye’de özelleştirmeye ilişkin ilk hazırlıklar 1983 sonrasında, ANAP iktidarlarıyla birlikte başlatıldı. Kamu İktisadi Teşebbüsü’ne (KİT) ilişkin 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) çıkarılmasıyla özelleştirme yolu da açılmış oldu. Bu özelleştirmenin yöntemine ilişkin yabancı danışmanlık şirketlerine çağrı yapıldı. 1985 sonunda hükümete verilen ABD’li Morgan Guaranty Bank’ın özelleştirme ana planına göre satış önceliği verilen KİT’ler sırasıyla şu şekilde belirlendi:
Yem Sanayii Türk A.Ş. (YEMSAN), TİGEM, Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et Balık Kurumu (EBK), Orman Ürünleri Sanayii (ORÜS), Çay İşletmeleri Kurumu (ÇAYKUR), Türkiye Gübre Sanayi A.Ş (TÜGSAŞ), TMO, Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK).
Özelleştirmelerden payını alan ilk ürün, tütün oldu. 1984’te Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş. (TEKEL) Genel Müdürlüğü’ne sigara ithalatı için izin verildi. 1986 ve 1988 yıllarında bazı yasaklar kaldırıldı. 1991’de bu konudaki son kısıtlamalar da yürürlükten kaldırılarak yerli ve yabancı kuruluşlara üretim hakkı verildi. Tarım alanında faaliyet gösteren devlet kuruluşlarının özelleştirilmesine ise 1992 yılında başlandı. 1985’te piyasaya sunulan sigaraların yalnızca yüzde 10’unu ithal sigaralar oluşturdu. Aradan 20 yıl geçtikten sonra yabancı sigaraların payı yüzde 60’a yükseldi. TEKEL’in özelleşme süreci 2000’li yılların başlarında gerçekleşti.
200’ü aşkın kurum özelleşti
ÇAYKUR’a ait çay fabrikaları, 2001 yılından itibaren özelleştirileceği Uluslararası Para Fonu, (International Monetary Fund – IMF) ve Dünya Bankası’na taahhüt edilmesinin ardından tartışmalı bir şekilde 5 Şubat 2017 tarihli Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile Varlık Fonu’na aktarıldı. Bu sayede özelleşmesinin önü açıldı. Akabinde YEMSAN’a bağlı birçok yem fabrikası, ORÜS’ün işletmeleri özelleştirildi.
Son 19 yılda 278 devlet kurumundan 200’ü aşkını özelleştirildi. Özelleştirmelerden nasibini alan bazı tarımsal kurumlar şunlar oldu:
TÜGSAŞ, İstanbul Sigara Fabrikası, Kıbrıs Türk Tütün Ltd. Şti, Manisa Pamuklu Mensucat, birçok şeker fabrikası, SÜTAŞ hisseleri, SÜTAŞ Malatya İşletmesi, TÜMOSAN, Sakarya Traktör İşletmesi, HEKTAŞ A.Ş, Erciyes Yağ Sanayi (ERYAĞ) A.Ş., Bulgur Ticaret ve Sanayi (BUMAS) A.Ş.
HABER : FURKAN TUNÇDEMİR / VAN
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.