Volkan Kahyalar / Kapak Fotoğrafı: DepoPhotos
Dördüncü kuvvet olarak anılan medyada yayınlanan diziler, toplumu da kadın-erkek rolleri konusunda şekillendiriyor. Medya uzmanlarına göre dizilerdeki eril figürler, izleyiciler, özellikle de gençler üzerinde kalıcı izler bırakabiliyor. Bu durum da toplumda belirli normların ve beklentilerin oluşmasına yol açabiliyor.
Medya Uzmanı Aylin Dağsalgüler 9. Köy’e yaptığı açıklamada, dizilerdeki eril dil kullanımının sadece senaristlere bağlanamayacağını, yapımcıların ve genel toplumun da bu duruma katkıda bulunduğunu söyledi. Sorunun köküne inilmesi gerektiğini vurgulayan Dağsalgüler, “Dünyada ‘eril dil’ ve ‘dişil dil’ diye bir şey yok. Tek bir dil var ve bu dilde, erkeklik ve evlilik gibi kavramlar üzerine inşa edilmiş durumda. Zaten gündelik hayatımız da bu varsayıma göre şekillenmiş ve bu şekilde yaşıyoruz. Bu nedenle, ekrandaki kurgunun da böyle olması kaçınılmaz bir sonuç gibi görünüyor” dedi.
Dizi yazan bir çok kadın senarist olduğunu da hatırlatan Dağsalgüler, “Ancak az sayıda kadın yönetmen ve yapımcı var. Yapımcılık dünyası genellikle erkekler tarafından kurulmuş durumda” dedi. Bu durumun, dizilerdeki eril dil kullanımına da yansıdığına dikkat çeken Dağsalgüler, şöyle konuştu; “Kadınların yazdığı ve çektiği yapımlarda bile güçlü bir eril dil duyabiliyoruz. Peki, o zaman kadınlar neden bu hikayeleri böyle yazıyor ve üretiyor? Çünkü dünyamız böyle kurulmuş. Bazen farkında olmadan bu dilsel kalıplara meyletme eğilimindeyiz“
Medya uzmanı Aylin Dağsalgüler, ekranlarda hala baskın olan eril dilin ve şiddet içerikli sahnelerin, toplumda şiddetin normalleşmesine yol açabileceği uyarısında da bulundu. Dağsalgüler, özellikle haberlerde ve dizilerde şiddet içeren detayların gereksiz yere verilmesinin, şiddeti yeniden üretme riskini artırdığını vurguladı.
“Hayatımızın her yerinde bir sürü ekran var”
Ekranların hayatın her yerine girdiğine de dikkat çeken Dağsalgüler, “Televizyon deyince aklımıza belki teyzeler geliyor ama o televizyonun içinde artık YouTube da var. İnsanlar farklı mecraları ve dijital platformları da o ekrandan izliyorlar. Dolayısıyla bir ekran var, hatta bir sürü ekran var. Hayatımızda her yerdeler” dedi.
Dağsalgüler, bazı popüler isimlerin YouTube kanallarında provokatif içerikler ürettiklerini de belirterek, “Maalesef YouTube’da bir mecra açmışlar ve orada dikkat çekmek veya provokatif bir durum yaratmak için mi yapıyorlar bilemiyorum. Aslında zekasıyla bizimle mi oynuyorlar? Bu kısmı bir tarafa atarsak, dinlediğimiz röportajda bir kadına bir erkek gözüyle bakışla yaklaşan, şiddeti ve zorbalığı yeniden üreten sorular soruluyor” diye konuştu.
Türk televizyon dizilerinin erkeklik ve kadınlık rollerini geleneksel kalıplara göre yansıttığını belirten Dağsalgüler, dizelerde norm dışı karakterlerin nadir ve ilgi çekici olduğunu, kadın temsilinin yetersiz kaldığını gerçekçi görünmediğini söyledi. Dizilerde kadınlar açısından “evli ve anne olmanın” ön planda tutulduklarını, bekar ve çocuksuz kadınların ise olumsuz tasvir edildiklerini söyleyen Dağsalgüler, bu durumun toplumdaki algıları pekiştirdiğini ve değişimi zorlaştırdığını savundu.
Televizyon dizileri toplumun sekillenmesine katkıda bulunuyor
TGS Yönetim Asistanı ve LGBT+ ve Kadın Hakları Komisyonu Yetkilisi Gülfem Karataş ise televizyon dizilerinin toplumun şekillenmesine de katkıda bulunduğunu vurguladı. Karataş, “Televizyon dizileriyle ilgili olarak hep şu savunma yapılıyor; ‘Biz gerçekliği yansıtıyoruz. Gerçek hayatta toplumda ne kadar gündemde ise ya da nasıl varsa biz dizilerde onu gösteriyoruz’. Genel olarak yapımcıların sunduğu senaryolarla ilgili olarak bu doğru bir bakış açısı olabilir. Ancak burada şu var: Biz medyayı 4. kuvvet olarak sayıyorsak, yargı, yasama ve yürütmenin ardından medya da toplumun şekillenmesine, dönüştürülmesine ve değiştirilmesine katkıda bulunan tüm unsurları etkiliyor. Haliyle televizyonlarda, dizilerde, filmlerde ya da gazetelerde çıkan haberlerde nasıl bir evlilik, erkek tasviri sunuyorsa bu toplumun şekillenmesinde bir noktada rol oynuyor” dedi.
Medyanın toplum üzerindeki gücü ve sorumluluğuna da vurgu yapan Karataş, medya içeriklerinin toplumsal normları ve algıları şekillendirdiğini, özellikle de televizyon dizilerinde sunulan karakterler ve ilişkilerin, izleyicilerin bu konulardaki düşüncelerini ve davranışlarını etkileyebildiğini söyledi. Bu nedenle, medyanın daha sorumlu ve bilinçli içerikler üretmesi gerektiğini belirten Karataş, “Toplumun geleceği için medyanın taşıdığı bu sorumluluğun farkında olmamız gerekiyor” dedi.
“LGBT+ içerikleri toplumun bir parçası olarak kabul edilmeli”
Gülfem Karataş, medyada LGBT+ içeriklerin yer alması konusundaki eleştirilere karşılık, “Şu anda Netflix, LGBT+ içeriğini pompalıyor. Hatta sanki LGBT+ tarihi yazacakmış gibi bir hava var. Oysa toplumda böyle bir gerçeklik yok” dedi. Karataş, şöyle konuştu; “Eğer dizilerdeki karakterlerin gerçek hayatta olan karakterler olduğunu savunuyorsanız o zaman LGBT+ bireylerin de kabul edilmesi gerekiyor. Onlar da toplumun bir parçası ve toplumda var olan insanlar. Hetero erkeği gösteriyorsan gey erkeği de göstermek zorundasın. Toplumumuzda böyle bu da var yani. Birinin kanıtlayıp diğerini yok sayma gibi bir gerçeklik biz kabul etmiyoruz.”
Medyada LGBT+ bireylerin genellikle yan karakterler olarak tasvir edildiğine de dikkat çeken Karataş, “LGBT+ bireyler kimliklerini gizlemek, cinsel yönelimlerini saklamak zorunda kalıyorlar ve toplumda kendilerine yer bulamıyorlar. Bizim komisyonumuzun adı Kadın ve LGBT+ Komisyonu. Fakat medyada, üyelerimiz arasından bile kendisini gizlemek çok yaygın. Bu, medya sektöründe iş bulamama kaygısından, toplumdan dışlanma ve işyerinde ayrımcılığa uğrama korkusundan kaynaklı. Bu bir ‘pompalanma’ değil, yok sayılmadan kaynaklı bir kapalılık” dedi.
“Güçlü olmak için yalnız ve acımasız algısı yaratılıyor”
Gazeteci ve yazar Sinem Nazlı Demir de erkek ve kadın liderlerde öne çıkan bazı modellere atıf yaparak, popüler kültürde ve bazı medya içeriklerinde erkek liderler için “kimseye güvenmeme, zirvenin tek kişilik olması, her zaman düşman sahibi olma” gibi sert ve yalnız bir imajın ön plana çıkarıldığına dikkat çekti. Demir, bu “alfa erkek” modelinin sosyal medyada da “her yaptığını söyleme, derdini anlatma, sırrını paylaşma” gibi önerilerle pekiştirildiğini belirtti.
Dizilerdeki başarılı erkek karakterlerin ihanetler ve zorluklarla tek başlarına mücadele ederek “küllerinden doğdukları” temasının sıkça işlendiğini de söyleyen Demir, bu durumun izleyicilerde “güçlü olmak için, böyle yalnız ve acımasız olmak gerektiğini” algısı yarattığına dikkat çekti.
Demir, kadın liderlerin de bu sert kalıplara sığdırılmaya çalışıldığını belirterek, dizilerde maskülen giyimli, feminen özelliklerden arındırılmış kadın figürlerinin “lider” olarak kabul görmeye başladığını belirtti. Demir, toplumsal algıların ve medya temsillerinin liderlik rolleri üzerindeki etkisine oe dikkat çekerek, farklı cinsiyetlere dayatılan kalıpların kırılması ve çeşitli liderlik
modellerinin kabul görmesi için daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir bakış açısına ihtiyaç olduğu ifade etti.
“Medyada gerçek hayatın konularına yer verilmiyor”
Medyada gerçek hayatın önemli konularına yeterince yer verilmediğini savunan Demir, “Televizyonlarda aslında hayatın tam da içinde olan, hepimizin konuştuğu konuların hiçbirine rastlamıyoruz. Nedir Türkiye’nin son 15 yıldır gündemi? Ekonomi. Şimdi ekonomik krizle ilgili birkaç dizinin dışında hiçbir şeye rastlamıyoruz” dedi.
Demir, dizilerin genellikle insanların gerçek sorunlarından uzak, hayal ürünü ve zenginlik temalı içeriklere odaklandığını belirterek, “
Eğer bu içerikler gerçekten Türkiye’nin gerçeklerini göz önüne serecekse, ilk başta 100 yıldır çözemediğimiz politik sorunlara da değinebilirler. Halkın gitgide çocuğunun beslenme çantasına koyamadığı tostu bize gösterebilirler ya da Türkiye’de artan kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını gösterebilirler. Veya adalete duyulan güvenin gitgide azaldığını gösterebilirler” diye konuştu.