Haber: Ahmet Çağatay Bayraktar / Kapak Fotoğrafı: Depophotos – Mustafa Kaya
Kahramanmaraş merkezli 11 şehri etkileyen depremlerin ardından Antakya’daki Habib-i Neccar Camisi, Azizler Petrus ve Pavlus Kilisesi, Adıyaman’da Karakuş Tümülüsü’nde bulunan tokalaşma sütunu, Gaziantep Kalesi gibi birçok tarihi ve arkeolojik yapı, depremler nedeniyle yıkıldı ya da ciddi zarar gördü. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Diyarbakır Surları’nda dökülmeler oldu ve Arslantepe Höyüğü’nün kerpiç duvarlarında yer yer çökmeler yaşandı. Deprem sonrası yeniden yapılanma faaliyetleri çerçevesinde kültürel dokunun yeniden inşa edilmesinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini uzmanlar 9. Köy’e anlattı.
“Eski Antakya’yı nasıl tekrar oluşturabiliriz? Önemli konu bu..”
Antakya Kültürel Mirasını Koruma Derneği Başkanı Kenan Yurttagül, Hatay’daki kültürel çeşitliliğinin simgesi olan yapıların tamamen yıkıldığına dikkat çekerek, şöyle konuştu;
“Antakya’nın kültürel miras anlamında toparlanması için en az iki yıl gerekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, TÜBİTAK’ın, üniversitelerin bölgenin toparlanması konusunda çalışmaları var ama bunlar bölük pörçük, henüz net bir yol haritası belirlenmiş değil. Tarihi binaları restore etmek bir nebze kolay. Fakat eski Antakya’yı nasıl tekrar oluşturabiliriz önemli olan konu bu. Depremden önce Antakya’yı göremeyenlere yazık diyorum. Çünkü Antakya, kültürel ve tarihi doku olarak Anadolu’ya benzemeyen bir şehir. Tarihi yapıların yanında farklı kültürden birçok insanın yan yana yaşayabildiği bir şehir. Bu anlamda yaşayan bir kültürel mirası barındırıyordu. Tarihi binaları, kilise ve camileri tekrar inşa etmek kolay fakat kültürel dokunun tekrar sağlanması için Antakyalıları buraya getirmek gerekiyor. Onlar geldikten sonra eski kültürel çeşitlilik tekrar sağlanabilir. Antakyalılar geri gelmezse şehrin kültürel dokusu geri gelmez. Çünkü kültürel dokuyu yaşayan oradaki insanlardır. Bunun için de siyaset üstü bir çaba içinde olup tüm paydaşların bir arada olduğu bir süreç yürütülmeli.”
“Antakya’nın kimliği zarar gördü”
19. Yüzyılda Bir Osmanlı Şehri: Antakya kitabıyla Antakya’nın kültürel mirasını kaleme alan Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tarih bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Adem Kara, 14 Mart tarihinde Latin Amerika Bilimsel Araştırma Kongresi kapsamında Antakya’da yaşanan kültürel yıkımı akademik çevrelere anlattı. Antakya’nın geçmişinin M.Ö. 300 yılına uzandığını söyleyen Kara, şehrin kurulduğunda Roma İmparatorluğu’nun üçüncü, dünyanın ise dördüncü büyük kenti olarak kayda geçtiğini belirtti. Depremde Habib-i Neccar Camisi, Azizler Petrus ve Pavlus Rum Ortodoks Kilisesi, tarihi Meclis Binası, Kurtuluş Caddesi pek çok tarihsel yapının yıkıldığını ekleyen Kara, bu yapıların şehrin kimliği sayılan simgeler olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu;
“Dünyanın ışıklandırılmış ilk caddesi olan Kurtuluş Caddesi’nde, caddenin alt tarafında geniş avluları ile restore edilmiş evler bulunuyordu. Dünyanın bilinen ilk kilisesinin bu coğrafyaya kattığı anlam, Asi nehrinin ruh verdiği o güzelim coğrafyayı paylaşan insanlar birçok insan bulunuyordu. Saray Caddesi’nde cami, havra ve kilisenin yan yana var ettiği duygu, saygı ve hoşgörünün şehrinde deprem, kentin mirasına sahip çıkan, kültürünü, folklorunu temsil eden yazarlarını, şairlerini, bilim insanlarını da yok etti. Bahsettiğim kültürel çeşitliliği yaşayan ve yaşatan bir nesli aldı, götürdü.”
“Eski Antakya korunmalı”
Antakya’nın tüm dinler için önemli bir kavşak noktası olduğunu işaret eden Kara, şehrin yeniden inşa edilmesinde de buna dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Kara, şöyle konuştu;
“Asi Nehri ile bütünleşen şehrin özellikle Habib-i Neccar Dağı eteklerine kadar olan bölgesinin yeniden aslına uygun restorasyonu kaybolan kimliğin devamı açısından oldukça önemli taşıyor. Antakya dahil yıkılan tüm şehirlerin tekrar inşası ve kadim mirasların korunması için bölgenin kanaat önderleri, alanda çalışmış şehir tarihçisi, arkeolog gibi bilim insanları ve STK’lerin katılacağı bir konsorsiyumun kurulması gerekiyor. Eğer sağlıklı temeller atılırsa gelecek kuşaklara bu kültürel miras aktarılabilir.”
“Tek tip binalar kültürel dokuyu bozar”
Deprem bölgesinin yeniden inşasının sadece yeni konut üretimi olarak ele alınmaması gerektiği belirten ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Neriman Şahin Güçhan, şehirlerin tekrar inşasında 1 yıl gibi bir sürenin çok kısa olduğunu söyledi. Güçhan, “Yaşanan deprem plansızlığın ve denetimsizliğin ne kadar yıkıcı sonuçları olabileceğini bize gösterdi. Depremde yıkılan kentlerin yanında kırsal bölgelerin de tekrar inşasının düşünülmesi gerekiyor. Ve oradaki yaşamın canlandırılması da önem taşıyor.
Gerekli ön hazırlık yapılmadan girişilecek imar hareketleri yarardan çok zarar getirir” dedi. Bölgenin tarım ve hayvancılık konusunda önemli bir merkez olduğunu belirten Güçhan, kentlerin tarihi özelliklerinin de dikkate alınması gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu;
“Bu bölgelere, geçmişte TOKİ’nin yaptığı tek tip apartmanların yapılması tarihsel doku ile uyuşmaz. Yapılacak restorasyonlarda da tarihi yapıya uygun malzemelerin kullanılması gerekiyor. Bundan dolayı tarihi yapıların kalıntıları ile beton molozların karıştırılmaması, malzemelerin tespitinin yapılarak envanterinin çıkarılması, özgün yapının korunması için tarihi binaların geçmişte yer alan rölöve ve fotoğraflardan yararlanılması tarihi dokunun korunmasında fayda sağlar.”
Yanlış uygulamalar depremden daha fazla zarar verir
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi (ICOMOS) ise, depremden etkilenen kültür varlıklarının korunması için atılması gereken adımları içeren bir bildiri yayınladı. Komite adına bildiriyi değerlendiren ICOMOS Genel Sekreteri Doç. Dr. Nurdan Kuban, depremde etkilenen illerde dört adet Dünya Miras Alanı, 3715 sit alanı ve 7987 tescilli taşınmaz kültür varlığı bulunduğunu söyleyerek resmi verilerin ötesinde korunması gereken fakat tescilli olmayan kültürel varlığın da zarar gördüğüne dikkat çekti. Kuban şöyle dedi:
“Enkaz kaldırma çalışmalarının bilinçsizce yürütülmesi durumunda depremin verdiği zarar daha da büyüyebilir. Örneğin kültürel yapıların parçalarının yıkıntılar arasında kaybolmamasına dikkat edilmesi gerekiyor. Bölgede kimi yapıların bir kısmı yıkılırken diğer kısımları ayakta kaldı. Ayakta kalan bu kısımların geçici desteklerle koruma altına alınması önem taşıyor. Enkaz kaldırma çalışmaları sırasında yüzeye yakın arkeolojik katmanların tahrip edilmemesi gerekiyor. Çünkü Hatay, birçok katmandan oluşan bir şehir ve yaşanan yıkım sonucunda bazı arkeolojik katmanlar ortaya çıkmış olabilir. Arkeolojik ve tarihi yapılar dışında kent hafızasında önemli yeri olan sivil mimarlık örnekleri göz ardı edilmemeli.”
Kentlerin tarihi dokusunun korunmasında birçok fikrin tartışıldığını söyleyen Kuban, şehirlerin sadece müzekentlere dönüştürülme düşüncesinin sakıncalarını ise şu şekilde anlattı:
“Bu şehirler yüzlerce yıldır yaşamın devam ettiği, yıllar içerisinde de kendilerine özgü bir kültür oluşturarak yaşayan şehirler. Bundan dolayı bu kültürü yaşatan insanların, yaşama biçimlerini ve ihtiyaçlarını göz ardı etmeden, tarımsal ve yerel üretimin devamını da sağlayarak tekrar yaşanabilir kentler oluşturulması çok önemli. Eğer sadece tarihi yapıları restore edilirse bu şehirler turizme hizmet eden, turistik izleme rotalarına indirgenir. Halbuki Antakya, Adıyaman ve zarar gören tüm şehirler bundan daha fazlası.”
Köylerdeki kültür varlıkları da korunmalı
Deprem öncesinde uygulanan restorasyon hatalarının tekrarlanması gerektiğini vurgulayan Kuban, restorasyonda mevcut mevzuat ve kurulların yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savunarak, şöyle dedi;
“Doğru kararların en hızlı alınması için uzman isimlerin de kurullara dahil edilmesi önem taşıyor. Bölgede yoğun yıkım kararları alınması karşısında acele kararlar verilmekten kaçınılmalı. Kültür varlığı tescili olmayan özellikle kırsal bölgelerde pek çok kültür varlığı var. Bu kültür varlıklarının da korunması, toplumsal hafızanın ve geleneksel köy yaşantısının belgesi özelliğini gösteren kırsal yapıların korunması önemli bir çaba olacak.”
ICOMOS bünyesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü ile birlikte mimarlar Esra Balcı, Nisa Semiz, Süheyla Koç, Erkan Kambek; inşaat mühendisleri Umut Almaç, Emre Kishalı ve Ahmet Türer deprem bölgesinde koruma uzmanı olarak çalışmalarına devam ediyor.