Faruk Bildirici
Hal böyleyken o günkü Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan deprem bölgesinde konuşurken kürsünün önüne dizilen çocuklardan birinin kapüşonunu açmasının yaygın medyanın ilgisini çekmemesi doğaldı. Çocuğun yüzünün görünür hale gelmesini normal bir görüntü gibi yayımlayıp geçmişlerdi.
Karaismailoğlu’nun davranışını o zaman “çocukların araçsallaştırılması” olarak nitelendirerek eleştirmiştim. Görsellerinin yayımlanmasının çocuk ve bebeklerin mahremiyetini ihlal ettiğini anımsatmış; dijitalleşmenin yarattığı tehlikelere dikkat çekmiş; oluşan “dijital ayak izleri”nin onları yaşam boyu takip edeceği uyarısında bulunmuştum.
Maalesef çocuklar, bu yerel seçim öncesinde de siyasete malzeme yapıldı. Çekmeköy-Sultanbeyli metrosu açılışında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile birlikte çocuklar da kürsüye dizildi, görüntüleri yayımlandı. Belediye’nin “Çocuklara destek” projesinin tanıtımında da çocuk görüntüleri kullanıldı.
Çocuklar, Özgür Özel ve AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Murat Kurum’un kampanya videolarında da başrolde. Her iki siyasi çizginin de çocuk masumiyetini siyasi malzeme olarak kullanmakta beis görmemesi; bu görüntülerin o çocuklar için ileride yaratacağı olumsuzluklarla ilgili en ufak bir kaygı duymaması çok üzücü.
Galiba dijital çağda olduğumuzun, çocuk pornografisinin dünyada ne denli yaygın olduğunun farkında değiller. Sanırım medyada dünyanın her tarafından yağan “yapay zeka” ile üretilen fotoğraf ve video haberlerini de görmemişler.
Avrupa Parlamentosu geçen hafta medyayı da yakından ilgilendiren iki yasayı kabul etti. Türkiye medyasının ilgi göstermediği bu yasalardan biri “Yapay Zeka” hakkında. “İlk” olma özelliği taşıyan bu yasa yapay zeka uygulamalarında kullanılan metin, fotoğraf, video ve tüm verileri telif hakkı yasası kapsamına alıyor. Ayrıca yapay zekanın ürettiği deepfake fotoğraf, video ya da sesler “manipüle edilmiş” olarak etiketlenecek.
AP’nin yürürlüğe soktuğu öbür düzenleme ise “Avrupa Medya Özgürlüğü Yasası”. Bu yasa da gazetecileri ve kaynaklarını korumayı, editoryal kararlara siyasi müdahaleyi önlemeyi ve gazetecilerin casus yazılımlarla keyfi biçimde gözetlenmesini engellemeyi amaçlıyor. Arzu Çakır Morin’in VOA’daki haberine göre yasada yer alan önemli yenilikler şunlar:
Aslında bu düzenlemeler, tam da Türkiye’deki medya düzeninin sakatlıklarını giderecek yenilikler. Özellikle kamu kaynaklarının dağıtımının ve medya sahipliğinin şeffaflaşması ile erişim engellemesinden önce medyadan yanıt alınması medya özgürlüğü için elzem hükümler.
Keşke hazırlık raporları, raporlar üzerindeki tartışmalar ve yasanın tamamı incelenerek ülkemizde yeni bir yasa için model alınabilse….
Trabzonspor-Fenerbahçe maçı ve sonrasındaki olayların futbol dünyasını izleyen hiç kimse için sürpriz olduğunu sanmıyorum.
Türkiye’de futbolun sorunlarının ayyuka çıktığı, sahalarda şiddetin giderek daha da yaygınlaştığı, iktidarın müdahalelerinin futbol yönetimini siyasileştirdiği, kulüp yöneticilerinin düşmanlaştırıcı dilinin taraftarları da etkilediği, federasyonun yetersiz kaldığı belliydi. Ankaragücü başkanı eski AKP Milletvekili Faruk Koca’nın hakem Halil Umut Meler’i yumruklaması, Bursaspor-Amedspor maçındaki olaylar bütün bu sorunların dışa vurumuydu.
Futbolda alarm zilleri çalarken futbol medyası etkisiz eleman konumundaydı. Büyük çoğunluğu kulüp yöneticileri ile bütünleşmiş; tarafgirlik yapmakla meşgullerdi. Sorunları görmek ve aktarmak yerine özel localarda yiyip içerek maç izleyen, dünya yansa gazeteciliklerini maç üzerine teknik yorumlar yapmakla sınırlandırmaktan vazgeçmeyen futbol elitlerine dönüşmüşlerdi.
Bu tarzın futbol medyasına ne kadar egemen olduğunu anlamak için spor sayfalarına ve TV’lerdeki futbol programlarına bakmak yeter. Kimi futbol yorumcularının çatışmacı üslupları sahalardaki şiddete zemin hazırlıyor. Örneğin, Trabzonspor-Fenerbahçe maçından önce Rasim Ozan Kütahyalı’nın Beyaz TV’deki programdaki konuşması ve el kol hareketleri kışkırtıcıydı.
Kaldı ki, Fenerbahçe’nin Trabzon’daki hemen her maçında olay çıktığı da belliydi. Ama maçtan sonra sahada yeterli güvenlik önlemi olmadığını söyleyen futbol medyası maç öncesinde güvenlik konusunda uyarıcı yayın yapmadı. En az Trabzon polisi kadar ihmal içindeydiler.
Maçtaki saldırılara da yine tarafgirlikle bakıldı; takım taraftarları gibi futbol medyası da tuttuğu/izlediği takıma göre pozisyon aldı. Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’in, “Özeleştiri yapmanın zamanı geldi” sözleri futbol medyası için de geçerli… Hem de çok geçmeden…
“Ahırları su bastı: Beş koyun öldü” haberinde dikkatimi çekti; Demirören Haber Ajansı, hayvan ölümlerini “telef oldu” diye yazmaktan vazgeçmiş.
Yakın zamandaki bazı haberlerde hâlâ “telef oldu” ifadelerine rastladım ama yine de Şırnak’taki sel felaketi haberinde koyunların “öldüğünü” yazmaları önemli bir değişim. Çünkü DHA’nın artık hayvanları eşya ve mal olarak gören anlayıştan uzaklaştıkları anlamına geliyor.
Anadolu Ajansı ve İhlas Haber Ajansı’nın haberlerine baktım, onlarda maalesef “telef oldu”nun yanı sıra “leş” tanımlarının kullanımı devam ediyor. Umarım onlar da hayvanların “canlı” olduğunu kabullenir ve hayvan ölümlerini “telef oldu” diye yazmaktan vazgeçerler.
Haber ajanslarının dili değişirse medyanın dili de temizlenir. Çünkü çoğu medya kuruluşu ajans haberlerini dilini değiştirmeden aynen yayımlıyor. Hayvanları, ziyan edilen mal olarak gören habercilik, hayvan sevgisine katkıda bulunamaz; hayvanların yaşam hakkını savunamaz.
“Trafik kazası süsü”, medyamızın değişmez kalıplarından biri. Son zamanlarda kullanımı daha bir yaygınlaştı. Bu kalıp son olarak AKP’nin Develi İlçe Başkan Yardımcısı Eyüp Arslantürk cinayeti haberlerinde dikkatimi çekti. AA ve DHA’nın geçtiği haberde “trafik kazası süsü” denilince medya kuruluşları da öyle kullandı bu cinayet haberini.
İnternette onlarca “trafik kazası süsü” haberine rastlamak mümkün. Sadece son iki ay içinde, “Kocasını öldürüp kaza süsü verdi!” (Habertürk), “Kaza süsü verilen cinayet 5 ay sonra aydınlatıldı (NTV)”, “Kaza süsü verilmiş cinayetin kronolojisi” (Bianet) haberleri yayımlandı.
Acaba “trafik kazası süsü” nasıl veriliyor, araçları nasıl süslüyorlar? Devrilmiş araçların orasına burasına rengarenk süsler mi takıyorlar? Keşke bu haberleri yazan gazeteciler, bu soruları akıllarından geçirseler “kaza süsü” kalıbının ne kadar saçma olduğunu anlayacaklar.
Doğrusu “trafik kazası görünümü” diye yazmak. Çünkü o araçlar süslenmiyor, kaza geçirmiş gibi gösteriliyor; yapılan bu. Nitekim Milliyet internet, Eyüp Arslantürk cinayetiyle ilgili ikinci haberinde “trafik kazası görünümü” diye yazmıştı.
Biz gazetecilerin gerçeğe karşı duyması gereken sorumluluk yanında bir de dilimizi doğru kullanma yükümlülüğümüz var. Bizim Türkçe yanlışlarımız, arkadaş çevremizde kalmıyor, tüm topluma yayılıyor maalesef. O nedenle öyle harcıalem kalıplarla haber yazmak yerine her sözcüğe tek tek özen göstererek nakış gibi işlemeliyiz haberlerimizi…
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.