Sanatçı Bülent Ersoy’un anlattıkları, yıllar önce yaşanan bir gazetecilik yanlışını öğrenmemizi sağladı. Bülent Ersoy, Banu Alkan ve Safiye Soyman’la birlikte YouTube’ta yaptığı “Dünya güzellerim masada” adlı programda şöyle konuştu:
“Savaş Kalafat aradı. ‘Bülent Hanımcığım, üzüleceksiniz ama size bir şey söylemek istiyorum. İzmir’de bir ev var, Cem’i çektiler oradan çıkarken’ dedi. ‘Ben şimdi İzmir’den geliyorum, uçaktan yeni indim. Bir yanlışlık olmasın?’ dedim. ‘Görüntüler var’ dedi.
Tekrar uçağa binip İzmir’e döndüm. Gittim buluştukları yere, kapıyı çaldım. Açılmadı. Bir tekme attım kapıya, yerle bir oldu. Bir baktım bunların ikisi de çıplak. Beni gördüler, kapandılar. Hemen boşadım.”
Bülent Ersoy’un bu sözleri, Hürriyet’ten Cumhuriyet’e kadar onlarca haber sitesinde haber olarak yayımlandı. Kontrol ettim, Bülent Ersoy doğruyu söylüyordu; İzmir’e dönüp eşini o evde basması da haber olmuştu.
Savaş Kalafat, 15 yıl kadar Hürriyet’in çıkardığı Hafta Sonu gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapan, daha sonra başka yayın kuruluşlarında magazin gazeteciliğini sürdüren bir isim.
Fakat eşi Cem Adler’in sanatçıyı aldattığını öğrenip, fotoğraflayıp haberin unsurlarını tamamladıktan sonra Bülent Ersoy’u arayıp haber vermesi yanlış. Gazeteci haber yazar, aldatan kocayı eşine ihbar etmez. Ama Savaş Kalafat, haberi yayımlamak yerine Bülent Ersoy’u arayarak ihbar etmiş; yeni bir haberi kurgulamış.
Bir aldatma vakasında gazeteci olarak tanıklık etmek ve aktarmak yerine sürecin öznesi haline gelmiş. O haber verdikten sonraki gelişmeleri de izlemişler, Bülent Ersoy’un İzmir’e dönüp eşini sevgilisiyle birlikte basmasını da izleyip öyle haber yapmışlar.
Magazin gazeteciliğinde böyle yöntemler sık kullanılıyor olabilir ama yaygın olması doğru olduğu anlamına gelmez. Aldatan kocayı eşine haber vermek ne zaman, hangi koşullarda olursa olsun gazetecilikle bağdaşacak bir yöntem değil. Gazeteci özel yaşama müdahale etmemeli…
FOX TV’nin 21 Aralık sabahı İlker Karagöz’ün Çalar Saat programında işçi eylemleriyle ilgili iki haber yayımlandı. “Fabrika sahibinin dediği olacak” alt yazısıyla ekrana gelen ilk haberde, yanmayan kıyafet talebiyle eylem yapan işçilerin yemekhaneye alınmadığı anlatılıyordu. Ama ne fabrikanın nerede olduğundan bahsediliyordu haberde, ne de şirketin adı veriliyordu.
“Yüzde 35’lik zam teklifine tepki” başlıklı ikinci haber ise Bursa’daki bir otomotiv fabrikası işçilerinin teklif edilen zam oranına tepki için yemekhanede eylem yapmalarını konu alıyordu. Bu eylemin yapıldığı fabrikanın da adı yoktu.
FOX’un haberlerinde İHA’dan alınan görüntüler kullanılmıştı. Ben de İHA’nın orijinal haberini bulup baktım. “Kışlık kıyafet isteyen işçilerin yemekleri kesildi, servisleri iptal edildi’ iddiası” başlıklı haberde şirketin adı gizlenmemişti! Haberin daha ilk cümlesinde “Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde faaliyet gösteren Tezcan Galvaniz Fabrikası işçileri” bilgisi veriliyordu.
Bursa’daki otomotiv fabrikasındaki eylemle ilgili İHA haberinde de aynı şekilde şirket ismi yer alıyordu. İHA’nın haberi“Tofaş otomobil fabrikasında çatal bıçaklı eylem” başlığı taşıyordu; şirketin adını gizlemek bir yana başlıkta kullanmışlardı.
Anlaşılan, haberdeki ismi FOX TV ayıklamıştı! Fakat bu kötü habercilik. Böyle yapınca hem eylemin haberini veriyorlar, işçiden yana görünüyorlar ama işvereni de korumuş oluyorlar. Çünkü bir eylemden bahsediliyor ama nerede? Orası belirsiz. Şirket ismi olmayınca işçilerin eylemi bir kamuoyu baskısı da yaratamaz.
Bu aslında “mış gibi yapmak” FOX TV işçi eylemi haberini vermiş gibi yapıyor ama aslında unsurları eksik olunca haber haber olmaktan çıkıyor. Zaten AKP iktidarının işçi eylemlerine, grevlerine karşı yasakçı tutumu malum. Üzerine bir de medya ambargosu var; son yıllarda şirket bültenlerine dönen yaygın medya işçilerin hak arayışlarını tümüyle görmezden geliyor.
Anadolu Ajansı bile iktidar medyasının tümünde alışıldığı gibi sadece CHP’li belediyelerde iş bırakma eylemlerini, grevleri haber yapıyor. Onun dışındaki işçi eylemlerine tümden kapalılar. Geriye kalıyor, muhalif medya. İşçiler ancak oralardan seslerini duyurmaya çalışıyorlar topluma.
Fakat muhalif medya da işçilere ve onların örgütleri sendikalara yeterince destek vermiyor. Vaziyet böyleyken eleştirel yayıncılık yapmayı hedefleyen FOX TV’nin şirket isimlerini gizleyerek haber yayımlaması üzücü.
BirGün yazarı Ateş İlyas Başsoy’un, CHP’nin aday adaylarıyla ilgili görüşlerini yazması son derece doğal. Daha önce defalarca siyasal kampanya yürütmüş bir reklamcı ve iletişim uzmanı olarak seçim kampanyaları tam da onun uzmanlık alanı.
Tek itirazım, “kamuoyu araştırmaları”nı yazma biçimine ilişkin. “Kadın adayın faydası ne?” başlıklı yazısında“Büyükçekmece’de Hasan Akgün’den başka aday gösteremezsin çünkü tüm seçim sonuçları ve anketler gösteriyor ki Akgün’ün ilave en az 10 puanı var. Bu bir belediye başkanını dokunulmaz yapmaya yeter” diyordu.
Başsoy, sözünü ettiği “anketleri” hangi şirketin, ne zaman ve en önemlisi kimin finansmanıyla yaptığını okura aktarmamıştı. Halbuki her araştırma bu bilgilerle birlikte anlam kazanır.
Daha önce defalarca yazdım; yerel seçimler yaklaşırken bir kez daha anımsatayım; kamuoyu araştırmalarında sadece oy oranlarını yazmak yetmez. Araştırmaları, hangi şirketin, kimin finansmanıyla, ne zaman, nerede yaptığı bilgisinin yanı sıra deneklerin sayısı, soru şekli ve hata payı ile birlikte aktarmak gerekir.
Bu bilgiler okura/izleyiciye aktarılmazsa siyasi anketler, kamuoyundaki eğilimi yansıtmak yerine kamuoyu yönlendirme sonucu doğurabilir.
Milliyet yazarı Mehmet Tez, “Bir metro hikayesi” yazısında trajik bir insan öyküsünü aktarıyordu. Benim asıl ilgimi çeken, onun o öyküye ulaşma biçimi oldu.
Londra’daki Embankment metro istasyonunda yolcuları raylara düşmemeleri için uyaran “Mind the gap” anonsundaki sesin diğer istasyonlardan farklı olmasından yola çıkmış. Merak edip araştırınca da o sesin eski bir oyuncu olan Oswald Laurence’a ait olduğunu bulmuş.
Meğer, Laurence yaşamını yitirince eşi Margaret McCollum, zaman zaman o istasyona gelip kocasının sesini dinleyerek teselli bulmaya başlamış. Yıllar sonra istasyonlardaki anonslar yenilenirken Embankment istasyonunda Laurence’in anonsunun kalmasının nedeni o kadına ve sevgilerine gösterilen saygı imiş…
Mehmet Tez’in o istasyondaki sesin farklı olduğunun ayırdına varması da takdire şayan, sonra peşine düşüp araştırması da… Gazetecilik için gerek şart olan merak duygusunun dipdiri olmasının ödülünü böylesine çarpıcı bir yazıyı yazarak almış… İmrendirici bir örnek doğrusu…
Hürriyet’in “Aralıksız taarruz”, Sözcü’nün “Evlatlarımızın intikamını almak için irademiz tam”, Yeni Şafak’ın “İntikam için irademiz tam” haberlerinde Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in “gece boyunca Hava Kuvvetleri Harekât Merkezi’nden operasyonları yönettiği” yazıldı.
Bu haberlerde, Yaşar Güler’in askeri harekâtı yönetmesi son derece doğal karşılanıyordu. Oysa Yaşar Güler, artık asker değil. Partili cumhurbaşkanının atadığı bir bakan, bir siyasetçi. Orada Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, generaller dururken, Yaşar Güler’in askeri harekâtı yönetmesi, siyasetin askere müdahalesi anlamını taşır.
Haberlerde Yaşar Güler’in askeri operasyon yönetmesinin sakıncalarına değinilmemesi, sanırım Hulusi Akar döneminden beri bu tür müdahalelere alışılmış olmasından kaynaklanıyor. Alışmak gazetecileri de körleştiriyor.
Umarım yeni yılda ülkemiz gazeteciliği bu tür hastalıklardan kurtulma yolunda küçük de olsa ilerlemeler sağlar. Benim de yeni yıl dileğim bu olsun.
Tek cümleyle:
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.