Türkiye Gazeteciler Sendikası avukatlarından Ülkü Şahin, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın yetkisine giren basın kartları dağıtımının aslında gazeteciler tarafından yapılması gerektiğini söylerken, foto muhabiri Bülent Kılıç “Kart vermiyorlar diye gazetecilik yapamayacağım diye bir durum asla söz konusu değil” dedi.
Gazeteciler ve basın meslek örgütlerinin basın kartının alınmasını zorlaştıran hükümlerin iptali için açtığı davada Danıştay 10. Dairesi karar vermiş ve yönetmelik değişikliğinin yürütmesini ikiye karşı üç oy ile durdurmuştu. Ancak daha sonra Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Danıştay 10. Dairesince verilen Basın Kartı Yönetmeliği’ne ilişkin yürütmenin durdurulması kararının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca kaldırıldığını bildirmişti.
Diğer yandan bazı gazeteciler de İletişim Başkanlığı’na karşı kendilerine verilmeyen basın kartı için açtıkları davaları kazanmışlardı.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) avukatı Ülkü Şahin ile hukuki süreci, Agence France-Press (AFP) foto muhabiri Bülent Kılıç ile de maruz kaldığı hak ihlalini konuştuk.Türkiye Gazeteciler Sendikası Avukatı Ülkü Şahin
Basın kartı komisyonunun yapısının 2015 yılından başlanarak değiştirildiğini hatırlatan Şahin, TGS’nin de aralarında bulunduğu basın meslek örgütlerinin önceleri komisyonun çoğunluğunu oluşturuyorken üye sayılarının ciddi oranda azaltıldığını ve devamında kart komisyonundan çıkartıldığını söyledi. Hali hazırda komisyonda Türkiye’nin en köklü meslek örgütlerinin temsilcilerinin yer almadığına, tamamen iktidarın kontrolü altında olduğuna dikkat çeken Şahin, basın kartı verilmeyen ya da iptal edilen gazetecilerin yaşadıkları hukuki süreci şöyle anlattı:
“Bilindiği üzere 2018 yılında hükümet sisteminin değişmesiyle Cumhurbaşkanlığı Teşkilat yapısı da değişti. Bu tarihte Başbakanlık bünyesindeki Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ve Basın Kartı Komisyonu da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına devredildi. Tüm bunlarla beraber yılda üç defa toplanması gereken Basın Kartı Komisyonu, 2020 yılına kadar bir araya gelmedi. Bu nedenle başvuruları incelemediler. Halen değerlendirme aşamasında olan incelemeye alınmamış başvurular var. Bu durum ciddi bir hukuki belirsizlik ve öngörülemezlik yaratıyor. Mevzuatta kesin süre tayin edilmemiş olması idarenin başvuruları sonsuza kadar neticelendiremeyeceği anlamına gelmez. Makul bir süre içerisinde cevaplandırması hukuk devleti ilkesi bakımından zorunludur.”
Şahin, bu değişim sürecinde ‘basın kartı sanki gazetecilik için zorunlu bir kimlik kartıymış gibi’ bir anlayışın da yerleştirilmeye çalışıldığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Evet basın kartı resmi kimlik kartı olabilir ama her gazeteci bu kartı almak zorunda değil. Ancak kimi mahkemeler basın kartı olmayanı gazeteci saymıyor ve cezalandırma gerekçesi yapıyor. Yine kolluk tarafından özellikle toplumsal olayların takibinde kurum kimlik kartını ve Uluslararası Basın Kartını göstermesine karşın turkuaz basın kartı olmayan gazetecileri alana alınmıyor, haber takip etmeleri engelleniyor. Şahsi gözlemim özellikle muhalif kanatta yer alan basın kuruluşlarında çalışanların basın kartı başvuruları bilinçli olarak nihayete erdirilmediği yönünde.”
“Basın kartı gazetecilere birtakım avantajlar sağlamakla beraber basın özgürlüğü bakımından da güvenceler sağlıyor” diyen Şahin, haber takibini ciddi ölçüde kolaylaştıran bir kartın, basın özgürlüğü ile ilişkili olduğu ve dolayısıyla da bu konuda özgürlüğü sınırlayan düzenlemelerin Anayasa’nın 13 ve 26. maddeleri uyarınca kanunla sınırlanması gerektiğini söyledi. Şahin, “Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı’nın düzenleme yetkisinin kapsamını genişleterek kart alma koşulları ve iptale dair kendi kendine yönetmelik hazırlama ve kart verme yetkisi, ihdas etme yetkisi vermesi kabul edilemez. Fakat bildiğiniz üzere söz konusu karar Cumhurbaşkanlığı’nın itirazı üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından geçtiğimiz günlerde kaldırıldı. Öncelikle altını çizmek gerekir ki bu karar yetki tartışmasına dair bir karar. İlerleyen günlerde Danıştay 10. Dairesi, esasa dair yürütmeyi durdurma yönünden yeniden inceleme yapacak. Dolayısıyla umutsuz değiliz” diye belirtti.
Şahin, basın kartının zorunlu bir kart olmamakla beraber dolaylı olarak gazeteci açısından yaşamsal önemde olduğunu da söyleyerek, “Bu nedenle zorunluluk üzerinden basın özgürlüğü ile ilişkisini zayıflatan gerekçenin doğru olmadığı kanaatindeyim” ifadelerini kullandı.
İletişim Başkanlığı’na karşı açtıkları davayı kazanmalarına rağmen işyerlerinden aldıkları bilgiye göre aynı koşulları sağlayan gazetecilerden kimisinin kartı alabildiğini, ciddi bir kesimin ise kart başvurusunun ısrarla sonuçlandırılmadığını belirterek, bu hususta yapılan başvuruların yanıtsız bırakıldığını veya değerlendirmenin devam ettiği yönünde belirsiz cevaplar verildiğini aktardı. Şahin, “Bu durum anayasanın eşitlik ilkesine de aykırı. Basın kartı artık bir kesim için ancak dava yoluyla alınabilir hale geldi. Takip ettiğim kadarıyla Birkan Bulut, Nadire Mater’in yanı sıra Gökhan Durmuş, Mustafa Sönmez, Aydın Engin ve Bülent Kılıç da açtıkları davaları kazandı. Dava açanların büyük oranda kazandığını görüyoruz. Çünkü yapılan uygulama ciddi bir hukuka aykırılık ve idari keyfilik içeriyor. Bu hukuka aykırılık mahkemelerce görmezden gelinemiyor” dedi. Gazeteci Bülent Kılıç
TGS hukuk birimi olarak hakları ihlal edilen gazetecilere iş ve ceza hukukunun yanı sıra basın kartı konusunda da hukuki destek verdiklerini, başvurularını hazırladıklarını, hukuki süreçlerini takip ettiklerini ifade eden Şahin şunları söyledi:
“Basın kartı konusundaki hukuki kazanımlar önemli gelişmeler sağlıyor. Bu konudaki çabalarımız devam edecek. Bununla beraber TGS olarak basın kartının Cumhurbaşkanlığı gibi bir idari kurum tarafından değil, basın meslek örgütleri tarafından, yani bürokrasi tarafından değil bizzat gazeteciler tarafından gazetecilere verilmesinin doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu konudaki çalışmalar da sürdürülüyor.”
Agence France-Press (AFP) foto muhabiri Bülent Kılıç ise yıllardır basın kartını alamamasıyla ilgili süreci anlattı.
Basın kartının verilmeme nedeninin dahi kendisine belirtilmediğini belirten Kılıç, son açtığı davada basın kartının haksız yere verilmediğine dair karar verildiğini söyledi. Sahada çoğu gazetecinin basın kartı olmadan çalıştığını söyleyen Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Böylesi bir durumda ben ısrarla, ‘Benim kartım yok, mağdur oldum’ gibi bir şey söylemek istemiyorum. Sonuç olarak basın kartını zaten bağımsız gazeteci meslek kurumlarının vermesi gerekiyor, devletin değil. Zaten devletin gazetecilere kart vermesi başlı başına sorunlu bir durum. Kartımın olmamasından kaynaklı elbette sorunlar yaşıyorum fakat bu gazeteciliğime engel bir şey değil. Kart vermiyorlar diye ben gazetecilik yapamayacağım diye bir durum asla söz konusu değil, kaldı ki bu durumda olan yalnız ben değilim. Birçok değerli insanın kartı yokken ben kalkıp ‘Kartım yok’ diye çok şey yapmak istemiyorum ama sonuç olarak ortada haksız bir durum var. Kartlarımızı vermemeleri de tamamen keyfi bir durum.”
HABER : Haber: Bilal Seçkin
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.