Atatürk, 26 Ağustos 1922’de sabaha karşı verdiği emirle başlattığı Büyük Taarruz ve 30 Ağustos’ta kazanılan “Başkomutanlık Meydan Muharebesi”ni, 1932-1933 yıllarında ABD’nin Ankara Büyükelçisi General Charles H. Sherrill’e kroki çizerek anlatmıştı. Sherrill, Atatürk’ün kendisi için çizdiği bu Dumlupınar Meydan Muharebesi krokisinin, “Mustafa Kemal’in bütün askerî kavramları yıkan” taktiğini gösterdiğini kaydeder.
Ankara’da 20 Mayıs 1932’de güven mektubunu sunarak göreve başlayan ABD Büyükelçisi General Sherrill, 29 Mart 1933’te veda ziyaretinde bulunuşuna kadar Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile yaptığı görüşmeleri, 1934 yılında “Mustafa Kemal – İnsan – Eseri – Ülkesi” adlı bir kitapta toplar. Sherrill, bu kitabında, görüşmeleri sırasında Atatürk’ün “bizzat çizdiği”ni belirttiği “kroki”lere de yer verir. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Sherill’in kitabıyla ilgili incelemesinde, bu krokilerin, “Türk askerî tarihçiliği açısından çok kıymetli birer belge olmanın ötesinde; Türk İstiklal Harbi’nin öğretiminde söz konusu muharebelerin anlatımı çabalarında Başkomutan’ın kendi kaleminden muhteşem bir katkı” olduğuna işaret ediyor.
General Sherrill, kitabında, Mustafa Kemal’in, “Türklerin hürriyeti ve Türkiye’nin yabancı düşmanlardan temizlenmesi için yaptığı yorucu çalışmasının hiçbir döneminde, uzun Sakarya savaşı ile daha kısa süren Dumlupınar savaşı başlangıcı arasındaki 11 aylık devredeki (1921 Eylülünden 1922 Ağustosu arası) kadar yorulmadığını ve çaba göstermediğini” kaydediyor.
YORUCU ON BİR AY: Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Sherrill ile sohbetinde, bu yorucu on bir ayın hikâyesini anlatmaya, “Evvela, benim Ankara’da Büyük Millet Meclisi ile olan ilişkilerimi gözden geçirelim.” diyerek başlar. Sherill, bu konuya ilişkin özetle şunları aktarıyor: “Bizzat anlattığına göre, Sakarya savaşından önce, Meclis’in kendisine verdiği Başkumandanlık yetkisi, belirli bir süre içindi ve bu da sona ermişti. Hemen bütün Meclis, bütün millet, Yunanları Anadolu’dan atacak ve Sakarya’dan çok daha ezici bir darbenin hemen indirilmesini istiyordu. Mustafa Kemal ise böyle bir darbe için çok büyük ve etraflı bir hazırlığın lüzumunu biliyordu. Fakat Ankara’da politikacılar sabırsızlanıyorlardı. Meclis’e giderek konuştu. Başkumandanlık konusunda altı aylık sınırın kaldırılmasında ve devamlılığında ısrar etti. Meclis, Mustafa Kemal’in talebini şartlı kabul etmişti… Süresiz Başkumandanlık yetkisi karşılığında Meclis’in istediği Yunanlara karşı hemen taarruzdu. Gazi’nin bunlara karşı verdiği cevap kısaca ‘henüz vakit gelmemiştir, büyük ölçüde hazırlığa ihtiyacımız var’ olmuştu.
Bu süre içinde cephede de boş durulmuyordu. Kuzeyde Eskişehir’e, güneyde Afyonkarahisar’a kadar uzanan 120 kilometrelik Yunan hattı mütemadiyen takviye edilmişti… Ankara’ya yakınlığı sebebiyle Eskişehir, Yunanlar yönünden Afyonkarahisar’dan daha önemliydi ve Yunanların ana kuvvetleri Eskişehir’de idi. Ancak, karşılarında da Türklerin ana kuvvetleri yer almıştı. Fakat Mustafa Kemal, Afyonkarahisar’ın büyük stratejik öneme sahip olduğuna inanıyordu. Çünkü burası, 300 kilometre aşağıda, İzmir demir yolunun kavşak noktasıydı ve Yunan kuvvetlerinin malzeme ve erzak ikmali bu yoldan yapılıyordu. Bu yüzden Yunanlar burasını yalnız üç sıra dikenli telle çevirmemişler, her türlü tahkimatı yapmışlardı. Bu istihkâmları gezen İngiliz askerî istihkâmı ve mühendisleri, buranın alınmasının mümkün olamayacağını söylemişlerdi.”
General Sherrill, değerlendirmelerine şöyle devam ediyor: “Savaşın yeniden başlamak üzere olduğu bugünlerde, her iki tarafın kuvvetlerinin mevcudu, karşılıklı olarak yapılan hazırlıkların büyüklüğünü göstermekteydi. O vakit, Yunanların 130 bin piyadesi, 1300 süvarisi ve 348 topu vardı. Türklerin ise 98 bin 670 piyadesi, 5 bin 286 süvarisi ve 323 topu bulunuyordu. Bu rakamların karşılaştırılmasıyla ortaya çıkacak durum şuydu: Her iki tarafın top sayısı dengeliydi. Türklerin süvari ve Yunanların ise piyade mevcutları fazlaydı. Ancak, Türklerin piyade bakımından zayıflık derecesi, Sakarya’da olduğu gibi büyük değildi.”
Mustafa Kemal gibi büyük bir taktikçinin, aylar süren hazırlıkları gizlemek için elden gelen bütün çabayı gösterdiğini anlatan Sherrill, bu sırada, Fethi (Okyar) Bey’in Londra’da İngiltere Başbakanı Lloyd Georges’u, Yunanların kan dökülmeden Anadolu’yu terk etmeleri konusunda ikna etmek için çalıştığını ve Mustafa Kemal’in de gerçekten bunu istediğini belirtiyor.
FUTBOL MAÇI: Fethi Bey’in Lloyd Georges’u ikna için gösterdiği çaba beklenen sonucu vermeyeceği anlaşılmaktadır. Herkes dikkat kesilmiş olayların gelişmesini beklemektedir. Sherrill, o günleri şöyle değerlendiriyor: “Bütün gözlerin dikkat kesilmesine ve kulakların kirişte bulunmasına rağmen, Türk Başkumandanı’nın taarruz saatini tespit etmesini, taarruz stratejisi ve teferruatı için generallerle görüşmesini, yine aynı maksatla bir büyük askerî toplantı yapmasını ne Ankara ne Yunanlar ve ne de bütün dünya anlayamayacak, bilemeyecekti.
Başkumandan’ın 28 Haziranda, Akşehir’de bir futbol maçında hazır bulunacağı basın yoluyla resmen duyurulur. Ankara’dan kısa bir ayrılık için akla yakın gelen bu yöntem, Mustafa Kemal’e sadece bir futbol maçında bulunmanın zevkini vermekle kalmayacak, aynı zamanda ne konuştuklarına kimsenin kulak kabartmayacağı bir yerde, bazı subaylarla görüşmek fırsatını sağlayacaktı. Ankara’ya dönerken, gece karanlığında Türk hatlarının merkezine vararak tümen ve kolordu kumandanlarıyla toplanıp taarruz saati ile birlikte düşmana indirilecek kesin darbenin bütün teferruatını görüşecek ve nihayet futbol maçını seyretmenin verdiği neşeyi yüzünde taşıyarak Ankara’ya dönecekti.
Bu sırada, Ankara’da Hükümetin savaş planları konusunda kararsızlık içinde bulunduğuna dair söylentiler çıkarılır. Bu yoldaki haberlere gazetelerde yer verilir. Bu söylentiler Türk ordusunun daha bir süre herhangi bir harekette bulunamayacağı kanısını uyandırmaktadır. Özellikle Yunanlar böyle düşünmektedir. Dünya basınında da, “Kayıtsızlığa alışmış Türklerden ne beklenir ki!” yolunda yazılar çıkmaktadır.
Ancak, durum hiç de böyle değildir. Eskişehir’de, güçlü Yunan ordusunun karşısında bulunan Türk kuvvetleri gizlice ve gecenin karanlığında, yaya olarak güneye iner ve Afyonkarahisar demir yolunun kavşak noktası ile çevresine ve şehrin güneyinde bulunan Dumlupınar tepelerinde mevzilenir. Türk birliklerinin buralarda bulunabileceğini kimse hatırından bile geçirmiyordu. Eskişehir’deki üç Yunan tümeninin karşısında sadece bir Türk alayı bırakılır. Fakat bu alay geceleri, burada Türk tümenleri varmış görüntüsünü vermek için bol bol ateş yakıyor, gündüzleri de çok sayıda tümenin yapabileceği kadar toz duman çıkarıyordu.
ÇAY ZİYAFETİ: O günlerde Ankara’da; Başkumandan’ın Çankaya’da büyük bir çay ziyafeti vereceği haberi yayılır. Ancak Mustafa Kemal, bir gece önceden otomobiline atlamış ve Konya’ya doğru sessizce hareket etmiştir.
Başkomutanlık, Genelkurmay ve Batı Cephesi karargâhları, 25 Ağustos’ta muharebenin yönetileceği Kocatepe’nin güneybatısındaki ordugâha nakledilir. Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30’da taarruz emrini vermiştir. Tam dakikasında, Türk topçusu, piyade hücumunu hazırlamak üzere toplarını ateşler. On beş Türk tümeni, Afyon’u tutmakta olan ve herhangi bir taarruz beklemeyen üç Yunan tümeninin üzerine, baskın hâlinde hücum eder. Yunanlar elden gelen bütün çabayı harcarlar ama Türklerin ani baskını ve sayı üstünlüğü, onları geriye kuzeye doğru uzanan hatları yönünde yuvarlar.
DUMLUPINAR MUHAREBESİ Türk ordusu (kırmızı renk), üç Yunan tümenini Afyon-Karahisar’da ezdikten sonra, Yunanların, İzmir’e doğru kaçmalarını engellemek için yön değiştiriyor. Bütün muharebe boyunca, Yunan hatları Eskişehir’e kadar uzanıyorlardı, ama Mustafa Kemal sadece savunmanın zayıf noktasına saldırır: Afyon-Karahisar çatalı, İzmir’den uzanan yardım hattının birleştiği nokta.
ATATÜRK’ÜN ÇİZDİĞİ TAKTİK KROKİSİ: Büyükelçi Sherrill, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni anlatırken çizdiği krokiyle birlikte, savaş taktiğini kitabında şöyle açıklıyor:
“Mustafa Kemal, yine bütün savaş ilminin kaidelerini ve metinlerini bir yana itmişti. Görüşmelerimiz sırasında, bana bu olayı anlatırken çizdiği krokiye bakılınca, baskın şekli bütün açıklığıyla görülecektir: Kuzeye doğru uzanan mavi çizgiler, Yunanların Afyonkarahisar’ından (Krokide Af. diye gösteriliyor) geriye, Eskişehir’e (krokide Esk.) doğru çekildiklerini gösteriyor. Şuna da dikkat edininiz ki, taarruzdan hemen sonra ve Yunanların ricatı üzerine, Türk hatları da sola, güney batıya doğru keskin bir dönüş yapmaktadır. Ve bunun üzerine kuzeye doğru kaçmakta olan Yunanlar, birdenbire batıya dönmektedirler. Bu durum gösteriyor ki, Yunanlar, kendilerini takip eden Türk kuvvetleriyle teması kaybedince ‘bunlara ne oldu?’ diye paniğe kapılmışlardır. Kendilerini takip eden Türk kuvvetlerinin peşlerini bırakarak güneybatıya doğru ilerlediklerini ve böylece Yunan kuvvetlerinin İzmir’le irtibatlarını kesmekte olduklarını çok geç anlamışlardı! Diğer taraftan Türk süvarileri düşmanın sağ cenah gerisine doğru ilerlemiş ve Yunan Genel Karargâhı ile Eskişehir-Afyon mıntıkasındaki birliklerinin her türlü bağlantısını kesmişti. … Bu çevirme hareketi, aynı zamanda Yunanların üstüne düşmek suretiyle başarılı olmuş ve kurulmuş tuzak kapanmıştı! Dağınık Yunan birlikleri, geçtikleri köyleri, tarlaları ve meyve bahçelerini ateşe vererek İzmir’e doğru kaçıyorlardı.
Büyükelçi Sherrill’in değerlendirmesi şöyleydi: “Bu büyük savaşta, hiçbir Yunan birliğinin tam ve zedelenmemiş olarak Yunanistan’a varamadığını söylemek, düşmanın bu mağlubiyetinin ağırlığını ortaya koyacaktır. Yunan askerleri darmadağınık bir hâlde İzmir’e koşuyor ve orada vatanlarına dönmek üzere gemilere atlıyorlardı.”
HABER : HASAN SAFA TEKELİ / ANKARA – ARAŞTIRMA YAZISI
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.