Hangi İstanbullunun anısı yoktur ki? Sabah koştura koştura işe giderken çantamıza attığımız mis gibi simitle, kışı soğuklarında kese kâğıdından ayıklaya ayıklaya yerken ellerimizi yaktığımız kestaneyle, ayağımızı uzatıp muhabbetle boyattığımız ayakkabı tezgâhıyla, susuzluktan öldüğümüzde yanı başımızda biten sucu çocukla, kış geceleri kapımıza gelen bozacıyla, ‘şunu mu alsam, bunu mu alsam’ diye dakikalar geçirdiğimiz takıcılarla?