Karakutu Derneği, gençlerin tarihsel adaletsizliklerin nedenlerini ve sonuçlarını eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirerek insan hakları ve demokratik değerler konusunda duyarlılık kazanmasını hedefleyen bir sivil toplum kuruluşu olarak 2014 yılında İstanbul’da kuruldu. Dernek, kendini “Canlıların tüm çeşitliliğiyle barış ve adalet içinde yaşadığı, tüm tahakküm ilişkilerinden ve şiddet biçimlerinden arınmış bir dünya idealine katkı sağlamak” isteyen bir dernek olarak tanımlıyor. Bu temel motivasyonla dernek, gençlerle birlikte toplumsal hafıza, geçmişle yüzleşme, insan hakları ihlalleri ve bu ihlallere karşı geliştirilmiş toplumsal hareketler üzerine çalışıyor. 7 yıldır dernek, toplumun, özellikle gençlerin, egemen veya resmi olanlar dışındaki anlatıları da duymasını mümkün kılmak ve olgulara başka açılardan da bakılabilmelerini sağlamak için çalışmalar yürütüyor. Derneğin ana hedef grubu, Türkiye toplumunun çoğunluğunu oluşturan, seslerini yeterince duyuramayan, yetişkin toplumu ve onun kurumları tarafından kıskaca alınmış ama ciddi bir dönüştürücü potansiyele sahip olan Türkiyeli gençler…Şehrin sessizleştirilmiş, ötekileştirilmiş gruplarının resmi tarihin dışına itilmiş hikâyelerini anlatan dernek, bu bağlamda gençlerde tarihsel adaletsizliklere karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirmeyi hedefliyor.
Derneğin İdari İşler ve Program Asistanı Hazal Şahin ile toplumsal hafıza üzerine konuştuk. Toplumsal hafıza, hakikat ve geçmişle yüzleşme konusunda özellikle gençlerle birlikte çalıştıklarını aktaran Şahin, üç adımlı bir döngüye sahip Hafıza Yürüyüşü “Hafıza Yolculuğu” isimli programları ve gençlerin deneyimi ile ilgili şunları anlattı:
“Bu çalışmamız, alışılmış hafıza turlarının dışında, interaktif ve özgün bir model. Bu yürüyüşlerde katılımcılar küçük gruplara ayrılarak şifreleri çözüyor ve bu şifreler onları hafıza mekânlarına götürüyor. Hafıza mekânlarında, o mekânı çalışan genç anlatıcılarımızdan mekânın hikâyesini dinliyorlar. Yürüyüş bittiğinde ise hep birlikte, güvenli alanı sağlamaya çalıştığımız bir oturumda mekânların hikâyesi üzerine konuşuyoruz.
“Bu çalışmamız alışılmış hafıza turlarının dışında, interaktif ve özgün bir model. Bu yürüyüşlerde katılımcılar, küçük gruplara ayrılarak şifreleri çözüyor ve bu şifreler onları hafıza mekânlarına götürüyor. Hafıza mekânlarında, o mekânı çalışan genç anlatıcılarımızdan mekânın hikâyesini dinliyorlar. Yürüyüş bittiğinde ise hep birlikte, güvenli alanı sağlamaya çalıştığımız bir oturumda mekânların hikâyesi üzerine konuşuyoruz.
Aslında bu yürüyüş, hem katılımcılarla hem de hafıza mekânlarının hikâyesini anlatan anlatıcılarla var oluyor. Her iki taraf da kolektif öğrenme sürecinin bir parçası. Ekip olarak bizler de her yürüyüş sonrası gelen geri bildirimlerle pek çok şey öğreniyoruz. Hafıza Yürüyüşü’ne ilk kez katılan biri, genelde şaşırıyor. Rehberli tarih turuna benzer bir deneyim yaşayacağını düşünüyor. Fakat öyle olmuyor. Katılımcılar, genelde sürekli önünden geçtikleri mekânlarda böyle hikâyelerin yaşandığını bilmediklerini ve o mekâna artık başka bir gözle baktıklarını söylüyorlar. Bazı katılımcılar mekânlarda dinledikleri ötekileştirme ve ayrımcılık hikâyelerini kendi hayatlarından benzer hikâyelere de bağlıyorlar. Aslında bu çok anlamlı. Yıllar önce hak ihlaline ayrımcılığa uğramış bir Rum’un hikâyesi, bugün bir Kürt gencinin hikâyesiyle benzeşiyor. En sık aldığımız tepkilerden biri de hâlâ benzer hak ihlallerinin yaşanıyor olması, hâlâ bazı grupların eşitlik için mücadele etmek zorunda olması. Bu farkındalık bazen katılımcıları karamsar bir noktaya da çekebiliyor. Fakat hikâyelerimizi hep güçlendirici bir yerden kurmaya çalışıyoruz. Yürüyüşün sonunda umutlu olmayı, ‘bir daha asla’ duyarlılığını geliştirmek adına neler yapabileceğimizi konuşuyoruz.
Ayrıca katılımcılar yürüyüşün interaktif olmasını da çok seviyor. Tartışma oturumlarında kendilerini rahatça ifade edebildiklerini ve hiyerarşi kurulmamasından çok memnun olduklarını belirtiyorlar. Bu da yaratmak istediğimiz en önemli etkilerden biri.”
Fotoğraflar, mekânlar, hikâyeler ve müzik
Hafıza üzerine birlikte düşünmek için fotoğraflar, hikâyeler, mekânlar ve müziğe başvuran Karakutu Derneği’nin, bu somut hatırlatıcıların parçası oldukları bütün üzerinde nasıl bir etki yarattığını ise Şahin şöyle açıkladı:
“Aslında kullandığımız hikâyeler ve fotoğraflar, mekânı nasıl anlattığımızı ve hatırlattığımızı belirliyor. Örneğin Taksim Meydanı için pek çok farklı fotoğraf ve hikâye kullanabiliriz. Ama biz sessizleştirilmiş hikâyelere ve o yaşanmışlıklara dair fotoğrafları kullanıyoruz. Bu sebeple bu somut kaynaklar mekâna dair hafızamızı da dönüştürebiliyor. Toplumsal hafızada bambaşka şekilde yer eden bir olay, anlatılmak için seçilen mekâna, fotoğrafa ve hikâyeye göre kişinin hafızasını etkileyebiliyor. Hatta daha sonra o kişi bunu başkalarına anlatıyor ve bir hafıza aktarımı gerçekleşiyor.
Anlattığımız bazı mekânlar, artık yerinde durmuyor, hatta otopark olan bir mekân var. O mekânın hafızasını ancak kullanılan fotoğraflarla diri tutabiliyoruz. Ayrıca mekânda olma deneyimi de böyle durumlarda başka bir anlam kazanıyor, mekânın eski halini ve şu anda bambaşka bir işlevi olan son halini deneyimlemek belki de hikâyeyi hafızamıza iyice kazıyor.
Yürüyüşlerimizde hikâyesini anlattığımız bazı mekânlar ise artık polis bariyerleriyle çevrili. Aslında burada, ‘Devlet eliyle çok somut bir şekilde bir hafıza mekânı inşa edilmiş’ diye düşünüyorum her gördüğümde. Çünkü belki de insanların önünden geçip gideceği bu alandaki polis bariyerleri bu mekânın bir hafızası olduğuna işaret ediyor. Hatta mekânın halihazırda bulunan hafızasına bir parça daha ekliyor, hafızanın ne yönde olduğuyla, nasıl hatırlatılmak istendiğiyle ilgili de oldukça fazla ipucu veriyor.
Müzik de bizim anlatılarımızda kullandığımız araçlardan biri. Bir müzisyenin hikâyesini anlatırken onun bir eserini dinlemek hikâyeyle bağ kurmayı oldukça kolaylaştırıyor. Hatta belki de ona dair bizim anlatacaklarımızdan çok daha fazla şey söylüyor. Hikâyesini kendi ağzından duyamayacağımız bir kişiye ulaşmanın en iyi yollarından biri olduğunu düşünüyorum.”
Tarih, hatırlama, hafıza ve unutma…
Şahin, adalet ve barış inşasında tarih, hatırlama, hafıza ve unutma kavramlarının Karakutu için nasıl bir yeri olduğuna ilişkin şu değerlendirmede bulundu:
“Hatırlamak ve unutmak, oldukça politik eylemler. Neyi hatırladığımız, unuttuğumuz, tarihi nasıl bildiğimiz aslında bizim kim olduğumuzu da gösteriyor. Tarihi anlatırken ve öğrenirken kullandığımız ve maruz kaldığımız kavramlar da öyle. Kimlerin hikâyesini biliyoruz, kimlerinkini bilmiyoruz ve en önemlisi kimlerin hikâyesini dışarıda bırakıyoruz? Bunların hepsi bilinçli ya da bilinçsizce yapılmış politik seçimler.
Adalet ve barış inşası, tüm bu kavramları içinde barındırıyor. Örneğin geçiş dönemi adaleti uygulanan ülkelerde hatırlama ve hafızanın yeri çok büyüktür. Çünkü insanlar, geçmişte yaşanan hak ihlallerinin hatırlanmasını, kabul edilmesini ve özür dilenmesini beklerler. Egemen kimlik tarafından ‘bir daha asla”’ bu ihlallerin yaşanmayacağına ikna edilmelidirler. Buna dair pek çok adım atılır, hafıza mekânları inşa edilir. Tabii ki adaletin sağlanması için yapılan tüm girişimlerin içten ve adalet arayan gruplar tarafından kabul edilebilir olması gerekir. Bu sebeple içten ve içselleştirilmiş bir hatırlama, hem tarihe adalet arayan grupların uğradığı ihlallerin ve yürüttükleri mücadelenin geçmesini sağlar hem de bu vesileyle barış inşasına katkı sunar.
Dünyanın her yerinde, hem şu an hem de geçmişte yaşadıkları devlet şiddeti ve insan hakları ihlallerini göstermeye, hatırlatmaya çalışan insanlar var. Bu grupların hâlâ aynı ihlalleri yaşıyor olmasının en önemli sebebi ise hem tarihin hem hafızanın bütün bu şiddet olaylarını dışarıda bırakacak şekilde inşa edilmiş olması. Bana kalırsa barışa en uzak tablo bu. Bu sebeple adalet ve barışın inşasında hafızanın ve hatırlamanın yerinin hayati olduğunu düşünüyorum.”
Sessizleştirilmiş hikâyelerinin peşinde
Yaptığı çalışmalarla varmak istedikleri ve Karakutu Derneği olarak öne çıkarmak istedikleri şeyin ne olduğu konusunda da Şahin, şunları söyledi:
“Karakutu, bu şehrin sessizleştirilmiş hikâyelerinin peşinde. Şehri tüm katmanlarıyla, çok boyutlu bir biçimde anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Tüm bunları genç gönüllülerimizle yapıyoruz. Varoluşları görmezden gelinen, egemen kimliğin parçası olmayan grupların hikâyelerini anlatmak istiyoruz. Geçmişle yüzleşmenin ve barışın ancak bu şekilde mümkün olduğuna inanıyoruz.
Gençlerle birlikte insan hakları ihlallerini anlayıp aktararak geçmişle yüzleşmeye ve toplumsal hafızaya katkı sunmayı amaçlıyoruz. Sadece yıllar önce yaşanan tarihsel olayları değil aynı zamanda bu olayların güncel sosyal ve politik ortama etkisini ve halihazırda yaşadığımız insan hakları ihlallerini de anlamaya ve aktarmaya çalışıyoruz. Bu alanlarda çalışmalar yürüten akademisyenler, aktivistler ve araştırmacılardan destek alarak, çeşitli seminerler ve atölyeler de düzenliyoruz. Ayrıca gençlere destek fonlarımızla yine bu alanlarda çalışmalar yürüten gençleri destekliyoruz.”
Barış inşası için hep birlikte düşünmeliyiz
Şahin, Türkiye’nin içinde bulunduğu birlikte yaşam kültürünün tahribatı ve barışın inşası için yapılması gerekenler konusundaki şu sözleriyle açıklamalarını tamamladı:
“Öncelikle bu tahribatı temel anlamıyla ele alırsak, tahribatın kimlerin mekânına ve yaşam alanına yapıldığı üzerine düşünmemiz gerek. Kimlerin yaşadığı şehirler yıkılıyor, kimler göç ettiriliyor, kimlerin yaşadığı sokaklar soylulaştırılıyor, kimlerin evleri mühürleniyor? Bunları görmediğimiz sürece ortak bir yaşam inşası mümkün değil gibi görünüyor. Burada ayrıcalıklı kimliklere, yani etnisite, cinsiyet ve din temelli ayrımcılığa uğramayan gruplara çok fazla sorumluluk düşüyor. Ayrıcalıklı kimlikler, ayrıcalıklarının farkına varıp ezilen kimliklerle diyalog kurduğunda aslında ortak bir yaşam inşasının en büyük adımını atmış olacağız.
Bu sebeple farklı karşılaşma ve diyalog alanları yaratmalıyız. Bu alanlarda öznelere, onların fikir ve deneyimlerine yer vermeliyiz. Türkiye’nin farklı coğrafyalarında yaşayan insanların birbirleriyle çok fazla diyalog kurmadığını düşünüyorum. Sadece durduğumuz yerden baktığımız her toplumsal olayı bir şekilde kendi arka planımızdan getirdiklerimizle yanlış anlıyoruz. Fikirlerimiz ve duygularımız ayrıcalıklı kimliğimizle şekillenmiş, ezbere ve öğretilmiş şeyler olabiliyor. Bütün bunların önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu da çok fazla karşılıklı emek ve sorumluluk getiriyor. Müşterek bir yaşam inşa etmeye gönüllü herkes bu yükü sırtlanmalı. Ayrıca barış ve ortaklaşma denildiğinde konu ‘hoşgörü’ kavramına da gelebiliyor. Kimse, kendini bir başkasının kimliğini ‘hoş görerek’ ona tahammül ettiği, üst bir kimliğe konumlandırmamalı. Başta devlet ve sonra da barış inşasına emek verenlerin ana sorumluluğu, çeşitli kimlikleri hoş görmek değil yaşatmak olmalı. Ancak bu şekilde geçerli ve uzun süreli bir barış inşa edebiliriz. Son olarak bu röportajı, Onur ayı içinde gerçekleştirdiğimizden dolayı LGBTİQ+ mücadelesinin en sevdiğim sloganlarından biri ile bitirmek istiyorum. Bu slogan bana hem bütün eşitlik ve hak mücadelelerin kesişimselliğini hatırlatıyor hem de mücadeleyi güçlendirici bir yerden kuruyor: Nefrete inat, yaşasın hayat!..”
HABER : EMRAH BAKIR
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. KVKK uyarıları ve detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.